Kassem Ahmad, Rama al-Sayasne, Ramis Kilani
Lübnanlıların canına tak etti: Yüz binler, egemenlerin politikalarına karşı sokağa çıkıyor. Cesaretle düzenledikleri gösteriler, dinsel önyargılar yerine sınıf hattını öne çıkartıyor.
Lübnan, derin bir parçalanmışlığın pençesinde bir ülke. Bunun tarihsel nedenleri var. Birinci Dünya Savaşı’nda Fransız ve İngiliz sömürgecileri, çökmekte olan Osmanlı İmparatorluğu’nun kontrolü altında olan ve büyük kısmında Arapların yaşadığı ülkeyi aralarında paylaştı. Fransızlar, Sykes-Picot Anlaşması ile paylarına düşen toprakların bir kısmını “Büyük Lübnan” olarak adlandırdı ve burada yaşayan Marunî Hıristiyanları sistematik bir şekilde kayırdı. Bunun sonucunda birçok Marunî büyük toprak sahibi olarak Lübnan burjuvazisine dahil oldu. Güney Lübnan’ın Şii nüfusu ise bunun tam zıddı bir muameleye maruz kaldı. Lübnanlı Şiilerin hepsi ülkenin azgelişmiş sanayi ve tarım sektörlerinde çalışmıyordu, ancak yine de ülkenin geri kalan nüfusuna göre bu sektörlerdeki sayıları dikkat çekecek kadar fazlaydı.
Ekonomik sömürünün yanı sıra, Şiiler siyasî anlamda da marjinalleştirildi. Şii orta sınıf bile Fransız emperyalizminden devralınan devlet yapısında çok kısıtlı olarak yer alabiliyordu; siyasî güç büyük ölçüde Marunî Hıristiyan, Sünni Müslüman ve Dürzî liderliklerin elindeydi. Lübnan’ın bağımsızlığını kazandığı 1941 yılında devletin üst kademelerindeki önemli makamların sadece yüzde 3,2’sinde Şiiler bulunuyordu. Marunîler için bu oran yüzde 40’tı.
İsrail devletinin kurulması için Filistin genelinde yapılan etnik temizlikten bu yana, Lübnan’daki mülteci kamplarında yüz binlerce Filistinli yaşıyor. Lübnan egemenleri ise mültecilerin içinde bulunduğu feci durumu, günah keçisi kampanyaları düzenlemekte kullanıyor. Filistinli mülteciler, Lübnan’da ırkçılığın kurbanı oluyor.
Savaş ve Hizbullah’ın yükselişi
Lübnan’daki bu eşitsizlik ve mezhepçi gerilimler, 1970’li yılların ortasından itibaren bir iç savaşa dönüştü. Hafız Esad yönetimindeki Suriye’nin müdahalesi ve İsrail işgali, ülkedeki durumu daha da kötüleştirdi. İsrail işgaline karşı örgütlenen direnişin içinden, militan bir Şii gerilla grubu olan Hizbullah doğdu. Lübnan Komünist Partisi, Filistin Kurtuluş Örgütü, Nasırcı gruplar, Dürzî PSP ve Kürt PKK gibi sol eğilimli gruplar Hizbullah ve diğer İslamcı direniş örgütleriyle birlikte İsrail birliklerinin saldırılarını püskürtmeye çalışırken, Marunî Falanjist faşistler ve diğer sağcı güçler işgalcinin yanında savaşmaya başladı. Suriye yanlısı Şii Emel Hareketi’nin askerî kanadı ise birkaç defa taraf değiştirdi.
Suriye’nin Lübnan’daki askerî varlığı, 2005 yılında Suriye birliklerini ülkeden tamamen çekilmeye zorlayan Sedir Devrimi sonucunda ortadan kalktı. Özellikle Hizbullah’ın gösterdiği direniş, İsrail’in Lübnan işgalini sonlandırdı ve 2006’da İsrail’in yeni bir saldırısını durdurabildi. Hem bundan, hem de Hizbullah’ın sosyal yardım ağlarından ötürü, Lübnanlı Şiiler “Allah’ın Partisi”ni destekleyerek neredeyse “devlet içinde devlet” konumuna gelmesini sağladılar.
Bölünme ve savaş ağalarının gücü
Lübnan hakkındaki bazı yazılarda, ülkede devlet diye bir şeyin var olmadığı anlatılır. Bu yanıltıcı bir ifadedir, çünkü devlet egemen sınıfın kendi servetini ve ayrıcalığını korumakta kullandığı bir araç olarak işlemeye devam etmektedir. Lübnan elitleri, nüfusu oluşturan grupların arasındaki köklü düşmanlığı kullanarak, alt sınıfların da onayını almayı başardı. İç savaşın 1990’da sona ermesinden sonra eski savaş ağaları milislerini birer siyasî partiye dönüştürerek mevcut güçlerini muhafaza ettiler.
Ancak askerî çatışmalar toplumsal gruplar arasındaki uçurumu derinleştirmiş ve iç savaşın sonunda parlamentoda mezheplere dayalı bir denge durumunun oluşmasını sağlamıştı. Şiiler, Hıristiyanlar, Sünniler ve Dürzîler, 1989 Taif Anlaşması’ndan bu yana toplam 18 ayrı mezhepten oluşan temsilcileriyle hükümet seçimleri yapıyor. Hem parlamentodaki koltukların, hem hükümet içindeki görevlerin dağılımı mezhep aidiyetine göre gerçekleşiyor. Mezhepsel aidiyet bu şekilde siyasî-kurumsal çerçeveye kazınmış olduğu için, Lübnan egemenlerinin toplumu bölmesi gayet kolay oluyor.
Yozlaşmaya ve eşitsizliğe karşı isyan
Daha doğrusu, kısa bir süre öncesine kadar durum böyleymiş gibi görünüyordu. Bu bölünmüş ülkede, 17 Ekim’den bu yana devrimci kitlesel ayaklanmalar yaşanıyor. Bir milyondan fazla insan hem Sünni Başbakan Saad Hariri’ye, hem Hıristiyan sağına, hem de Şii Emel Partisi’ne karşı çıkıyor. Lübnan halkının büyük kısmı, kendi dinî liderlerine yüksek sesle itiraz ediyor. Ayrıca yaptıkları karşılıklı açıklamalarla hem komşu şehirlerle, hem de buralarda yaşayan dinsel ve etnik gruplarla dayanışma içinde olduklarını ilan ediyorlar. Büyük bir kalabalık için yeni kırılma hattı artık mezhepler arasında değil, egemenler ve ezilenler arasında yer alıyor.
Lübnanlı sosyalist Rima Mecid, şu tespitte bulunuyor: “Lübnan’da çok yakın zamanda da (mesela 2015 yılında) egemen sınıfa karşı yoğun ‘sokak patlamaları’ yaşandıysa da, şimdiki ‘Ekim Devrimi’ iç savaş sonrasının toplumsal hareketleri tarihinde önemli bir dönüm noktası oluşturuyor. Sınıf çelişkilerinin derinleşmesiyle sonuçlanan neredeyse 30 yıllık neoliberal politikalardan sonra, insanlar hem neoliberalizmin (ve kendi sınıf çıkarlarının) nöbetçisi olan egemen sınıfla hesaplaşmak, hem de liderler tarafından sokağı bölmekte başarıyla kullanılan mezhepçi çizgileri silip atmak için harekete geçti. Devrimi bu kez, normal olarak karmaşık hemşericilik ilişkileri üzerinden hegemonyal mezhepçi partilerin tabanını oluşturan işsizler ve sürekli işi olmayanlar başlattı. Geleneksel ‘liderlerine’ karşı sokakları doldurdular.”
Devrimi başlatan, dünya medyasının öne sürdüğü gibi, WhatsApp’a getirilmesi planlanan vergi değildi. Vergi, ekonomik olarak çökertilen bir ülkede bardağı taşıran son damlaydı sadece.
Lübnan’da feodal kalıntılar varlığını sürdürüyor. Bazı aileler bugün bile geniş topraklara sahip. Kendi aile üyelerini istedikleri göreve getiriyor, temel besin maddelerinin fiyatlarından su ve elektrik dağıtımına kadar, büyük halk yığınlarının ihtiyaçlarını kontrol edebiliyorlar. Mafya benzeri yapılar, adam kayırma ve yolsuzluk, sosyal adaletsizliğin temellerini daha da güçlendiriyor. Ekonominin ve tedarik zincirinin tekelleşmesi, bu şartlar altında bir tür elektrik ve su mafyasını ortaya çıkardı. Bu mafya, halkın temel ihtiyaçlarını yüksek fiyatlara karşılıyor ya da bazen karşılamıyor.
Resmî siyasî temsilciler de bu sistemin bir parçası. Siyasî liderler ekonominin çeşitli sektörlerine hakim olan yozlaşmış bir çeteden ibaret.
Egemen sınıf
Örneğin başkent Beyrut’un merkezinin hatırı sayılır bir kısmı, Sünni Hariri ailesinin kontrolü altında bulunuyor. Suudi Arabistan’da petrol ticareti sayesinde zengin olan Refik Hariri, milyarlık bir imparatorluğu yönetiyor. Hariri, Sünnilerin denetiminde bulunan Gelecek Partisi’ni kurdu, “Future TV” ile bir televizyon kanalını ve “Gelecek” gazetesini kontrol ediyor. Bugünkü başbakan Saad Hariri, 2005 yılında muhtemelen Suriye devlet başkanı Esad’ın emriyle öldürülen Refik Hariri’nin oğlu. Sedir Devrimi de bu cinayetten sonra başlamıştı.
Suudi Arabistan’ın desteklediği Hariri ailesinin Beyrut’ta uyguladığı neoliberal ekonomik program dahilinde özelleştirmeler, kentsel dönüşüm, altyapının yeniden düzenlenmesi ve sert tasarruf tedbirleri, şehrin görüntüsünü tümüyle değiştirdi.
Soylu bir Kürt-Dürzî ailesinden gelen Velid Cumblat, Dürzîlerin en nüfuzlu politikacılarından biri. Cumblat, protestolar karşısında çelişkili tutumlar alan İlerici Sosyalist Partisi’nin (PSP) lideri. Beyrut’ta bir sarayda yaşayan Cumblat, suikastla öldürülen Refik Hariri’nin yakın dostu ve sırdaşıydı.
Meclis başkanı Nebih Berri, birçok insan için yozlaşmanın ete kemiğe bürünmüş hâli. Berri, Suriye’deki Esad rejiminin yanında olan Şii Emel Hareketi’nin lideri.
Marunî Hıristiyanlar parlamentoda öncelikli olarak milliyetçi, sağcı güçler tarafından temsil ediliyor. Hüküm giymiş savaş suçlusu Samir Geagea bugün sağcı, kısmen faşist Forces Libanaises’in (Lübnan Güçleri) başkanı olarak hükümette yer alıyor. Marunî subay Michel Aoun da mezhepler dengesi uyarınca Cumhurbaşkanı konumunda bulunuyor. Damadı Cebran Bassil de Hür Vatansever Hareket’in üyesi olarak hükümette yer alıyor. Özellikle Filistinli ve Suriyeli mültecilere karşı yaydığı ırkçı nefretle tanınıyor.
Irkçılık, kriz ve isyan
Suriye’de iç savaşın başlamasından bu yana Lübnan’a akın eden insanlar bugün Lübnan nüfusunun hatırı sayılır bir kısmını oluşturuyor. Kapitalistler onları özellikle inşaat sektöründe ucuz işgücü olarak çalıştırıyor. Hem kısmen Lübnanlı işçilerin, hem de Filistinli mültecilerin yerine çalıştırıldıkları için, politik elitler bu durumu kullanarak Suriyeli mültecilere karşı ırkçı nefreti körüklüyor.
Ancak ekonomik çöküş ile siyasetin genel olarak uğradığı başarısızlık, ırkçı hedef gösterme ile mezhepçi bölücülüğün etkisinin giderek zayıflamasına neden oldu. Çöp toplama ihalesi için mafyatik yapıların birbiriyle çatışmaya girmesi sonucunda, Kuzey Lübnan yıllardan beri bir çöp krizi yaşıyor. Özellikle yoksul bölgelerde oluşan çöp dağları halkın sağlığını ciddi bir şekilde tehdit ediyor.
Başkent Beyrut ve Suriye bölgesinde, protestoların başlamasından yaklaşık bir hafta kadar önce, ormanlar ve ekili araziler yanmaya başladı. Hükümet, doğayı ve ürünleri tahrip eden bu yangınlara karşı hiçbir şey yapmamayı tercih etti, zaten bir şeyler yapabilme yeteneğine de sahip değildi.
Lübnan devletinin borçları hâlen 86 milyar ABD doları düzeyinde. Neoliberal şehirleşme yüzünden binlerce insan evini ve işini kaybetmeye devam ediyor. İşsizlik oranı hakkında kesin veriler yok, ancak çok yüksek olduğu tahmin ediliyor.
Dünyada yaşanan ekonomik kriz, çok güçlü olduğu söylenen Lübnan lirasını da yerle bir etti. Ülkedeki birçok benzin istasyonu akaryakıt satışını durdurdu. Ekmek fiyatının da yükselmesi bekleniyor. Elektriğin ve suyun sık sık kesilmesi, gündelik olaylar hâline gelmiş durumda. Dolayısıyla, WhatsApp kullanımına günlük 0,20 dolar tutarında bir vergi getirilmesi, Lübnan halkının öfkesinin patlamasına yol açan kirli taşların en sonuncusuydu.
Arap devrimlerinden öğrenmek
Sudan deneyimine benzer bir şekilde, protestocular arasında kadın sayısının yüksekliği Lübnan’da da belirgin bir şekilde dikkat çekiyor. Silahlı bir askere tekme atan kadın gibi, bazı kadınlar birer mücadele sembolüne dönüşmüş durumda. Lübnanlı feministler, politik elitlere yönelik olarak sarf edilen hakaretlere “Kadın kelimesi küfür değildir! Vajinam bir küfür değildir!” sloganlarıyla karşılık veriyor.
Lübnan’da atılan sloganların ve açılan pankartların hatırı sayılır bir kısmı, ülkedeki Suriyeli ve Filistinli mültecilerle net bir şekilde dayanışma içinde. “Bassil, dışarı, dışarı! Mülteciler, içeri, içeri!” sloganı, Hür Vatanseverler Hareketi lideri sağcı Cebran Bassil’i hedef alıyor.
Protestocular bunun dışında diğer Arap devrimlerine gönderme yapıyor, Mısırlı ve Suriyeli siyasî tutsaklarla, ayrıca Filistin’deki sömürgecilik karşıtı mücadeleyle dayanışma çağrılarında bulunuyor. Ayrıca Yemen, Libya ve Ürdün halklarıyla dayanışma talepleri de ön plana çıkıyor. Göstericiler sanat ve müziği en geniş yelpazede, en yaratıcı şekilde kullanmayı başarıyor.
“Sermayenin gücünü kıralım!”
Protesto hareketinde Lübnan sendikalarının ve eski komünist partilerin de hatırı sayılır bir şekilde temsil edildiğini söylemek gerekir. Lübnan Merkez Bankası işgal edildi. Sendika binalarından “Sermayenin gücünü kıralım!” pankartları sallandırıldı ve ülke genelinde aylardan beri genel grev yapılıyor.
Bütün reform vaatleri, kitleyi bölme çabaları ve politik aktörlerin son saniyede hükümetten istifa ederek muhalefete katılmış gibi görünme çabaları, sokaktaki devasa kalabalığın kararlı direnişi karşısında hiçbir işe yaramadan yok oluyor. “Devrim! Devrim!” ya da “Halk rejimin devrilmesini istiyor!” gibi sloganlar tıka basa dolu sokaklarda ve işgal edilmiş hükümet binalarının önündeki meydanlarda yankılanıyor.
Buna rağmen bilinçli bir kitle dahi, işçi sınıfı içinde kök salmış devrimci bir liderliğin stratejisine ihtiyaç duyuyor. Kendi propaganda kanalları ve paramiliter güçleri bulunan mezhepçi liderlerin ülkesi Lübnan’da, bu daha da büyük bir önem taşıyor. Yoksul halkın arasında hâlen sahip olduğu prestije rağmen, burjuvazinin bir parçası olmuş liderliğinin ve burjuva finansörlerinin çıkarlarını da temsil eden Hizbullah’ın rolü de, potansiyel bir tehlike olarak sınıflandırılmalı. Hizbullah hâlen görece başarılı bir taktik uyguluyor ve birçok kişi tarafından politik elitlerin arasında görülmüyor. Ancak çelişkili sınıfsal temelleri, emperyalizmle ve uluslararası kapitalizmle ancak çok kısıtlı bir şekilde mücadele edebileceğini ortaya koyuyor.
Emperyalizm ve uluslararası dayanışma
Zaten Yakın Doğu ve Orta Doğu, uzun zamandan bu yana farklı çıkarlara sahip olan emperyalist devletlerin baskı ve saldırılarına maruz kalıyor. Bu arka plandan bakıldığında, aşağıdan gelen toplumsal taleplerin ancak ileri görüşlü ve uzun vadeli bir stratejiye sahip olmaları durumunda kazanabilme şansına sahip olduğu anlaşılıyor. Bunu sağlayabilecek olan sosyalist örgütler, bölgenin çeşitli yerlerinde örgütlenmeyi başarabildi. Mısır Devrimi esnasında sayılarını on kat artıran Mısırlı Devrimci Sosyalistler ya da Sudanlı ve Iraklı göstericiler de Lübnan protestolarıyla dayanışma içinde.
Bu bağlantılar ve karşılıklı dayanışma, bölgesel olarak iç içe geçmiş devlet baskısı nedeniyle çok önemli. Her isyancı adım, karşı devrime her karşı duruş ve bütün uluslararası dayanışma eylemleri, ulusal sınırların çok ötesine uzanan ve yeni bir bilinç oluşturabilecek bir etkiye sahip.
Lübnan’daki protestolar şu ana dek Arap Devrimleri tarihinin en ilerici ve enternasyonal unsurlarına sahipmiş gibi görünüyor. Bütün bunlar, bölgesel devrimci tecrübelerin insanların bilincini kalıcı olarak değiştirdiğini ve değiştirmeye devam ettiğini ortaya koyuyor.
Yeni bir Arap Baharı’nın tomurcukları
Lübnan’da “Ekim Devrimi” olarak anılan isyanlar Arap dünyasında, Suriye diasporasında ve Lübnanlı sürgünler arasında yeni bir umudun uyanmasına neden oldu. Bu isyanların bu dönemde ve bu şekilde patlak vermesi, elbette tesadüf değil. Bunlar, Lübnan’ı tehlikeli bir şekilde bir “çökmüş devlet” olma sınırına getiren yozlaşmanın ve başka birçok unsurun sonucu olarak patlak verdi. Yarattığı kıvılcımlar da Sudan’da, Cezayir’de, Irak’ta ve Mısır’da isyancıların üzerine yayılıyor.
Lübnan’da atılan “Herkes HERKES demektir!” sloganı sadece Lübnan’da yaşayan, her mezhepten ve etnisiteden insanları değil, bütün bölgeyi ifade ediyor. “Hepsi” ile Esad’ın, Abbas’ın, Sisi’nin ve Salih’in devrilmesi de kast ediliyor.
Arap dünyasını bir kez daha 2011’e benzeyen bir yangın saracak olursa, isyan ikinci raunda daha büyük bir tecrübeyle başlayacak. Kesin olan şu: Arap Devrimi yaşıyor, zaten asla ölmemişti. Karşı devrim dalgasının gücü kırılıyor ve yeni bir baharın tomurcukları açılmaya başlıyor. Kesin olan bir başka şey daha var: Egemenler artık eskiden olduğu gibi yönetemiyor ve ezilenler de eskiden olduğu gibi yönetilmek istemiyor.
Çeviren Atilla Dirim