Ozan Tekin
Kuşlar, insanlardan çok daha kolay hareket eder ve sürekli olarak işlerin kendileri için daha iyi olacağı yerlere giderler. Yönetmenliğini Otilia Portillo Padua’nun yaptığı, Netflix’te 25 Eylül’den itibaren yayında olan 37 dakikalık Birders belgeselinde, bu uzun uzadıya anlatılıyor. ABD-Meksika sınırında, Rio Grande nehrinin etrafındaki çeşitli bölgelerde, kuşların göç yollarını izleyen aktivistler, bunun yarattığı turizm hacmi, yırtıcı kuşların saldırısından korunmak için küçük kuşları ağlarla yakalayıp kendilerini koruyacak halkaları onlara giydiren hak savunucuları… Belgeselden kuşların günde 480 km mesafe kat edebildiğini, pek çok kuş türünün mevsimlere göre yılda iki kez Alaska-Arjantin arası turladığını, Meksika’nın küçük bir kasabasında 216 yerli, 180 göçmen kuş türü bulunduğunu öğreniyoruz.
Kuşlardan daha zor hareket etmekle beraber, insanlar da işlerin kendileri için daha iyi olacağı yerlere gidiyor. Birders’ın anlatımında da sık sık insanların göçüyle kuşların göçünün birbirine girdiğini hissediyorsunuz. ABD-Meksika sınırındaki krize ilişkin bazen açık, bazen oldukça örtük imalar duyuyorsunuz.
Zira durum pek iç açıcı değil. Rio Grande nehri büyük insanî dramlara da tanık oluyor. Geçtiğimiz aylarda, 25 yaşındaki Salvadorlu baba Óscar Alberto Martínez Ramírez ile kızı Valeria’nın ölüsü Rio Grande’de bulunmuştu. Cansız bedenlerinin yer aldığı kare, hepimizin yüreğini yaktı.
Pardon, hepimizin değil, bazıları hariç! ABD Göçmenlik ve Vatandaşlık Bürosu’nun başına bu ölümlerden üç hafta önce atanan Ken Cuccinelli, olayın sorumlusu olarak ölen babayı göstermişti.
Ve Cuccinelli yalnız değil. ABD’nin aşırı sağcı başkanı Donald Trump, ülkenin güney sınırında yaşananları “istila” olarak tanımlıyor. Buraya duvar yapma inadı yüzünden başlayan siyasî kriz sonucu, ABD hükümeti haftalarca kapalı kalmıştı. Mart 2019’da, bu sınıra 92 bin kişi akın etti. 2007’den beri en yoğun göç dalgaları yaşandı. Arka arkaya “Göçmen Kervanları” yola çıktı.
New York Times muhabirleri Michael D. Shear ve Julie Hirschfeld Davis, Beyaz Saray yetkilileriyle yaptıkları röportajları Sınır Savaşları adı altında bir kitap hâline getirip yayınlıyorlar. Burada, 92 bin kişinin sınıra akın ettiği Mart ayındaki bir toplantıda, Trump’ın öfkeyle nasıl öneriler getirdiği de anlatılıyor. Irkçı başkan, göçmenleri durdurmak için onları bacaklarından vurmayı, ABD-Meksika sınırını tamamen kapatmayı, sınırdaki duvarı çivilerle güçlendirip tellere elektrik vermeyi, sınıra timsahlar ve yılanlarla dolu hendekler kazmayı önermiş.
Bunları duymak insanı bir hayli öfkelendiriyor. Birders’a konuşanlar da öfkelenmiş. Yaban hayatı fotoğrafçısı Richard Moore, “Sınır duvarı kuşlar için bir engel değil” diyor. Kuş gözlemcisi ve aktivist Madeleine Sandefur, geçmekte oldukları bir yerde her zaman gördüğü sınır devriyesini göremeyince “Bu sabah şanslıyız” diye seviniyor. Birden fazla katılımcı, yapılması planlanan büyük duvarın geniş bir alandaki ekosistemi mahvedeceğini, hem kuşlara hem de diğer türlere zarar vereceğini, yaşam alanlarını yok edeceğini aktarıyor. Bir tanesi, “Hayvanların sınırlardan haberleri yok, hiçbir şeyden haberleri yok!” diyor. Filmin yapımcısı Gael Garcia Bernal, daha önce bir ödül töreninde “Bir Meksikalı, göçmen işçi ve insan evladı olarak, bizleri ayrıştıran her tür duvara karşıyım” demişti.
Trump’ın duvarı, ancak Pentagon 3,6 milyar dolar askerî harcamayı buraya aktarmaya karar verdikten sonra inşa edilmeye başlandı. Pentagon demişken, geçtiğimiz günlerde basında yer alan bir habere göre, ABD ordusu iklime tek başına dünyadaki 140 ülkeden daha fazla zarar veriyor.
Bir yanda trilyoner bir kapitalist, ırkçı, cinsiyetçi, homofobik bir başkan. Onun yanında duvarlar, militarizm, gezegeni yok etmek için çırpınanlar. Diğer tarafta doğa, kuşlar, daha iyi bir hayat için ölümü göze alarak yollara düşenler, iklim için sokağa çıkan milyonlarca çocuk. Bu kavgada hangi tarafta durulması gerektiği çok açık. Heyhat, biz kaybedersek kapıda barbarlık, kaos ve yokoluş bekliyor. Radikal bir toplumsal dönüşümü gerçekleştirirsek kazanacağımız bir dünya var.