Ahmet Eken
IV. Haçlı Seferi Kronikleri
Geoffroi de Villehardouin ve Henri de Valenciennes
Çev: Ali Berktay | İş Bankası Kültür Yayınları, 2016
Haçlı Seferleri’nden zarar gören sadece İslam dünyası olmamış, Bizans ve Doğu Hristiyanları da zor zamanlar yaşamış. Canlarından, topraklarından olmuşlar. Hatta Bizans İmparatorluğu başkentini bile kaybetmiş.
Bunun yaşandığı IV. Haçlı Seferi’ne (1204) gelinceye kadar öncekilere kısaca bakacak olursak, Bizans İmparatorluğu’nun Doğu’dan gelen Türk-Müslüman ilerleyişini durdurmak için Batı’dan ücretli asker istediğini, ancak Papa’nın bu isteği farklı değerlendirip Batı’nın savaş sevdalısı şövalyelerini, topraksız, aç ve sefalet içinde yaşayan herkesi, para ve toprak sahibi olacakları düşüncesini aşılayarak zengin Doğu’ya askerî bir sefer düzenlemiş olduğunu görürüz. Bir başka deyişle, ücretli asker bekleyen Bizanslılar, karşılarında devasa ordular bulmuşlar.
Işın Demirkent, “Haçlı Seferleri” başlıklı makalesinde şu bilgileri veriyor: “Birinci Haçlı seferine çıkan ilk ordu… her çeşit insandan oluşan disiplinsiz ve çapulcu bir kitleydi… Belgrad’da sınırı aşan ve Bizans topraklarına girer girmez yağma hareketlerine başlayan bu Haçlı kitlesi… 1 Ağustos 1096’da Konstantinopolis’e geldi. Görünüşleri, davranışları ile kent halkını dehşete düşüren Haçlılara şehir dışında dağınık şekilde kamp kurmaları izni verildi.”
Ancak, bu ordunun ne komutanının ne de askerlerinin adlarıyla bir ilgisi yoktur, arkadan gelecek büyük orduları beklemesine karar verilir. Kentin civarına yerleşen bu disiplinsiz güruh bildiğini okumaya devam edince Anadolu yakasına geçirilip İzmit Körfezi’ndeki Yalova karargâhına yerleştirilir. Burada da tekin durmazlar, hatta elde ettikleri küçük başarılara bakarak İznik üzerine yürümeye kalkarlar ve Türkler tarafından kılıçtan geçirilirler. Canını kurtarabilenler İmparator’un gönderdiği gemilerle İstanbul’a kaçar.
Doğu’da kendilerine devletler kurmak
Arkadan gelenler, onlardan daha beter çıkar. Bu sefer, Batı’nın birçok ünlü asilzadesi, şövalyesi, Konstantinopolis’te toplanmıştır. “Haçlı reislerinin gelişiyle bunların gerçek amaçlarının Doğu’da kendilerine devletler kurmak olduğunu anlayan ve böyle bir girişimin Bizans açısından yaratacağı tehlikeyi önlemek isteyen İmparator, Haçlı şövalyelerinden Batı adetlerine uygun şekilde kendisine vassallık yemini vermelerini ister: Haçlılar Türklerden geri alınacak eski devlet arazisini Bizans’a teslim edecekler ve İmparatorluk, sınırlarının ötesinde kuracakları Haçlı devletçikleri tanıyacaktı. Buna mukabil İmparator Haçlılara sefer boyunca yiyeceklerini ve diğer ihtiyaçlarını karşılamak hususunda söz veriyordu.”
Haçlılardan bazıları bunun kabul eder, bazıları etmez. İmparator, yemin etmeyenlere yardımı keser, yardımsız kalanlar da yağmaya başlar. Sonra gene yardım başlar ve yağma sona erer. Bu belirsiz durum devam ederken, Batı’dan yeni bir ordunun geldiği duyulur.
Demirkent’in makalesini okumayı sürdürelim: “İmparator I. Aleksios, bütün Haçlı ordularının Konstantinapolis önünde birleşmelerini istemiyordu, bir araya geldikleri takdirde kente saldırabileceklerinden korkuyordu. Bu nedenle Haçlılara yaptığı yardımı azaltmaya başladı. Haçlılar bu tedbirlere yakın köyleri basıp yağmalayarak cevap verdiler ve bölgedeki Peçeneklerle kapıştılar. (Peçenekleri yenen Haçlılar) kente hücum kararı verdi. Pera’da (Beyoğlu yakası) yerleştikleri evlerin tümünü yağmalayıp yaktıktan sonra, Fransızların reisi askerlerini Haliç’in yukarısındaki köprüden geçirerek surların karşısına toplandı. Blahernai Mahallesi’ne (Ayvansaray) açılan sur kapısını ateşe vererek saldırıya geçti. Halk bu saldırı karşısında dehşete düştü.” Lakin şehir düşmez, Bizanslılar Haçlıları püskürtür ve Fransızların reisi de yemin edip Anadolu tarafına geçer.
Cinayetler, yağmalar…
I. Haçlı seferinde yaşananların benzerleri II. ve III. seferlerde de yaşanır. Kimse karşısındakine güvenmiyordur ve her iki taraf da üstün gelmek için fırsat kollamaktadır. Bir süre sonra Bizanslıların en büyük sorunu gelenlerin bir an önce Anadolu sahillerine geçip Doğu’ya doğru ilerlemesi olur. Cinayetler, yağmalar alışılmış olaylar haline gelir.
Bir türlü Doğu Akdeniz’de kalıcı bir egemenlik kuramayan Batılılar, bir kez daha yollara düşmeye karar verir. “1198’de Papa seçilen III. Innocentius, Avrupa’nın sayısız problemleriyle uğramak yerine, yeni bir Haçlı seferinin düzenlenmesini arzuluyordu” diyor Demirkent ve devam ediyor, ²gönderdiği elçiler, yazdığı mektuplarla Avrupa’da söz sahibi kişileri bu harekete kazanmaya çalışır ve her yerde bu konuda vaazlar verdirirken, sefere malî güç temin etmek için yeni bir vergi de koydu.” Fransız asilleri bu çağrıyı olumlu cevaplar, Haçlı yemini eder ve seferin İslam dünyasının merkezi hâline gelmiş bulunan Mısır üzerine yapılmasını kararlaştırırlar.
Bir tek sorun kalır, orduyu Mısır’a götürebilecek gemileri bulmak. Yegâne alternatif olan Venedik, gemi teminine sıcak bakmaz, Mısır’la aralarında sıcak ticarî ilişkiler vardır. “Buna mukabil Bizans’tan nefret eden Venedik Doju Enrico Dandolo Mısır yerine Konstantinopolis üzerine yapılacak bir seferin Venedik açısından çok daha yararlı olacağı kanısındadır.” Bu görüş kabul edilir ve 1202 yazında Haçlılar Venedik’te toplanmaya başlar.
Ancak yola çıkmak öyle kolay değildir. Çünkü Venediklilerin istediği para denkleştirilememiştir. Seferin yönünü değiştiren Venedik, bu sefer hazır yola çıkmışken Macar şehri Zara’nın alınışına yardım etmelerini de ister. Haçlılar bunu kabul eder ve 1202 yılında şehir alınıp yağmalanır. Bu arada başka bir gelişme daha olur. Haçlılar henüz Zara’da iken, kardeşi III. Aleksios Angelos tarafından Bizans tahtından indirilmiş olan II. Isaakios’un oğlu Aleksios’tan bir mesaj alırlar. Aleksios, kendisini tahta çıkardıkları takdirde Haçlılara, Venedik’e olan borçlarını ödemeye ve Mısır seferi için para ve yiyecek yardımı yapmaya ve Haçlı ordusuna 10 bin kişilik bir Bizans birliği vermeye hazır olduğunu bildirir. Haçlılar hiç zorluk çıkarmadan bu cazip teklifi kabul eder.
Tüm diğer kentleri geride bırakan bu kent
Elimizde bu farklı Haçlı Seferi’nin öyküsünü anlatan, Geoffroi de Villehardouin tarafından yazılmış bir kitap var. Yazarın yaşamı hakkında çok bilgimiz yok. Fransa’nın Troyues bölgesinde 1152’den önce doğduğu düşünülüyor. Chamagne bölgesi kontunun yüksek dereceli bir memuruyken Haçlı ordusunda yer almış ve Venediklilerin altı komiserinden biri olarak, şehrin ele geçirilmesinde ve kurulan yönetimde anahtar rol oynamış. Ardında 1202-1207 yılların arasında yaşananları anlatan bir kronik bırakmış, 1212 yılından sonra öldüğü tahmin ediliyor.
Ben yazımda sadece İstanbul ile ilgili bilgileri kullandım. Ne yazık ki bu bilgiler içerisinde şehrin ayrıntılı tasvirleri yok. Büyük ölçüde askerî ve siyasî olayları okuyoruz.
Maceralı bir yolculuktan sonra, nihayet yazar ve arkadaşları 23 Haziran 1203 günü Yeşilköy önlerine ulaşır. Burası kente üç fersah uzaklıktadır. Villehardouin, kentin görünümünü ve ilk izlenimlerini şöyle anlatıyor: “Konstantinopolis’i hiç görmemiş olanlar uzun uzun kenti seyretti; çünkü bütün yeryüzünde bu kadar zengin bir kent bulunabileceği akıllarının köşesinden geçmemişti. Kenti çepeçevre kuşatan o yüksek surlara ve zengin burçlara, insan kendi gözleriyle görmese bu kadar çok olduklarına asla inanamayacağı o zengin saraylara ve yüksek kiliselere ve tüm diğer kentleri geride bırakan bu kentin enine ve boyuna uzun uzun baktılar… bu görüntü karşısında tüyleri diken diken olmayacak kadar yiğit kimse çıkmadı.”
Karaya çıkan ordunun ileri gelenleri Ayastefanos (Yeşilköy) kilisesinde toplanır ve yapacaklarını tartışırlar. Sonunda Venedik Dukası, ²Siz, tehlikeli bir işe atıldınız… karadan gidersek, toprak büyük ve geniştir ve insanlarımız yoksul ve erzak açısından kıtlık içindedir. Bu nedenle erzak aramak için etrafa dağılacaklardır ve bu topraklar çok kalabalıktır ve kendi adamlarımızı koruyabilecek kadar sıkı bir güvenlik alamayız… adam kaybetmeye tahammülümüz de yok; adam sayısı zaten yetersiz. İleride, buradan da görebileceğimiz meskûn adalar var ve oralarda buğday ve diğer yiyecekler yetiştirilir, çeşitli mallar bulunur. Gidip orada demirleyelim ve oradan buğday ve yiyecek toplayalım” der.
Bu görüş kabul edilir ve ertesi gün yola çıkılır, ancak Haçlılar, adalar yerine Kalkedonya’da (Kadıköy) karaya çıkar. Ve her açıdan zengin ve verimli bu yörede herkes ihtiyacını karşılar. Üç gün sonra buradan Üsküdar’a geçerler ve kamp kurarlar. Onların hareketlerini izleyen Bizans İmparatoru Aleksios da kendi ordusunu diğer yakada, onların tam karşısına yerleştirir.
Bir süre Boğaz’ın Anadolu yakasında dinlenen Haçlılar, sonunda karşıya geçmeye karar verir ve Galata’da karaya çıkıp Haliç’in girişini kapayan zinciri parçalarlar. Donanmaları artık rahatça Haliç limanına girip çıkabilecektir. Ardından Haliç surlarına hücuma geçen ve asker-sivil herkesin güçlü bir savunmasıyla karşılaşan Haçlılar, bir süre surları aşamasalar da sonunda Venedikliler surlarda bir gedik açmayı başarır ve bunun üzerine İmparator kaçar. Hükümet, hapiste bulunan eski imparator II. İsaakios’u tahta çıkarır ve Haçlılara artık savaşa gerek kalmadığını bildirir. Saldırıyı durduran ve taht iddiacısı Aleksios’u babasıyla birlikte tahta çıkarıp imparator ilan eden Haçlılar artık kendilerine verilen sözlerin tutulmasını beklemektedir.
Ancak bu sözlerin tutulması imparatorlar için mümkün değildir. Ne kilise Roma’nın (Papa’nın) üstünlüğünü ve Latin adetlerini kabul eder, ne de hazinede Haçlılara ödenecek kadar para vardır.
Doğal olarak Haçlılar’la Bizanslıların arasına kara kedi girer. Haçlılar giderek saldırganlaşır. Önce kentin civarındaki köyler yağmalanır. Ardından şehrin içindeki bir mescit ateşe verilir, çıkan yangın şehrin büyük bir mahallesini yok eder. Şehirde yaşam altüst olmuştur, beklenen para da bir türlü ödenmez. Nihayet Şubat 1204’te IV. Aleksios’u deviren ve yerine V. Aleksios Murtzuflos’u tahta çıkaran saray darbesi Haçlılara bir gerekçe olur ve şehre saldırırlar. Bir hafta sonra, 3 Nisan 1204 günü şehir düşer ve Haçlılar “Latin İmparatorluğu” adıyla 57 yıl hüküm sürecek olan bir hakimiyet kurar.
Ganimet öyle büyüktü ki
Şehrin yeni efendileri, adamlarına üç gün boyunca şehri yağmalama izni verir. Villehardouin’in yazdıklarını okuyalım: ²(Haçlı ordusunun komutanı) Marki Banifacio del Monferrato, Bukoleon Sarayı’na (Ahırkapı) geldiğinde içeride kalanların canları bağışlanmak koşuluyla saray kendisine teslim edildi… Sarayda bulunan hazineden söz etmeye bile gerek yok… haddi hesabı yoktu… Blakherna Sarayı da Kont Boudoin de Flandre’ın kardeşi Henri’ye içerdekilerin hayatı bağışlanmak koşuluyla teslim edildi. Orada da çok büyük bir hazine bulundu. Her ikisi de teslim edilen şatoları adamlarıyla doldurdu ve hazineleri koruma altına aldı. Şehre dağılan diğer insanlar da çok ganimet kazandı. Ganimet öyle büyüktü ki, altın ve gümüşün, kıymetli kap kacak ve değerli taşların, satenlerin ve ipek kumaşların, beyaz kürkten ve kül rengi kürkten ve ermin kürkten giysilerin ve dünyada o zamana dek rastlanmamış zenginlikte malların hesabını kimse çıkaramaz.”
Yağma ve el koyma yalnızca menkul mallarla sınırlı kalmamış, okuyoruz: “Herkes hoşuna giden konağı aldı ve herkese yetecek kadar konak vardı. Haçlı ordusu ve Venedikliler böylece yerleşti ve Tanrı’nın onlara bahşettiği zafer ve onur büyük sevinç yarattı: Çünkü dün yoksulluk içinde olanlar şimdi zenginlik ve keyif içindeydi.”
Yağmacılar, büyük perhizin son pazarını ve Paskalyayı keyifli bir şekilde kutlar. Ancak, meseleler bitmemiştir. Bu ganimet nasıl paylaşılacaktır? İlk iş olarak ganimetlerin bir araya getirilmesine karar verilir. ²Herkes ganimetini getirmeye ve bir araya koymaya başladı. Kimi bu işi dürüstçe yaptı, kimi yapmadı… Papa’nın aforoz tehdidine rağmen, ganimetini vermeyen çok kişi çıktı… getirilenler ortaklık yeminine göre, Franklar ve Venedikliler arasında yarı yarıya bölüşüldü… Hırsızlıklar konusunda ise adalet işledi ve birçok kişi asıldı…”
İstanbul Latin İmparatorluğu’nun ömrü çok uzun olmamış, hareketli, dengelerin sürekli değiştiği bir bölgede ortaya çıkan, kendi içinde düzenini kuramayan bu devletçik yarım yüzyıldan biraz fazla bir süre varlığını sürdürüp tarihe karışmış. Şehir yeniden eski sahiplerine geri dönmüş. Bu arada Katolik din adamlarının kiliselere atanması, iki kilisenin birleşmesi için görüşmeler yapılmasından da bir sonuç çıkmamış. Ne Doğu Kilisesi, ne de ahali eski inançlarını değiştirmiş. Ancak, İstanbul şehrinin üçte birini ellerinde bulunduran Venedikliler Karadeniz yolunu tamamen açarak Cenevizli rakiplerinin zararına ekonomik hayatı kontrolleri altında tutmuş.