Ahmet Demirel
Bir Cumhuriyet Bayramı’nı daha geride bıraktık. Bu vesileyle bazı sorular sorarak 96 yıl önce 29 Ekim günü nelerin olup nelerin olmadığını, o gün cumhuriyetin ilân edilmiş olmasının ne anlama gelip ne anlama gelmediğini gözden geçirelim.
Soru 1:
“TBMM’nin 29 Ekim 1923’te yaptığı ve cumhuriyeti ilan eden yasal düzenlemelerle Osmanlı devleti ve onun padişahlık sistemi kaldırılmıştır” diyebilir miyiz?
Hayır. Saltanat 1 Kasım 1922’de bir meclis kararıyla kaldırılmış ve bu kararla Osmanlı devleti hukuken sona ermişti. Osmanlı devleti zaten yaklaşık bir yıl önce sona ermiş olduğundan 29 Ekim 1923’te bu konuda herhangi bir yeni karar alınmamıştır. Alınmasına da zaten gerek yoktur. Öte yandan, saltanatın kaldırılması kararı 1935’e kadar Hâkimiyet-i Millîye Bayramı olarak kutlanmıştır.
Soru 2:
29 Ekim 1923’te yapılan ve cumhuriyeti ilan eden yasal düzenlemeler arasında halifeliğin ve/veya dine dayanan devlet anlayışının sona erdirilmesine yönelik düzenlemeler var mıdır?
Hayır yoktur. Cumhuriyeti 29 Ekim 1923’te ilan eden yasal düzenlemeler arasında halifelikle ilgili bir düzenleme yoktur. Halifelik olduğu gibi korunmuştur. Kaldırılması cumhuriyetin ilanından beş ay sonra, 3 Mart 1924’tedir. ‘Din devleti’ meselesine gelince burada çok ilginç bir durum karşımıza çıkar. Bugün pek bilinmez ama cumhuriyetle birlikte “dini olan bir devlet” haline geldik. Şöyle ki, 29 Ekim 1923 günü cumhuriyeti ilan eden anayasa değişiklikleri yapılırken, anayasanın orijinal halinde dinle ilgili herhangi bir madde bulunmazken, anayasaya ikinci madde olarak “Türkiye devletinin dini İslam dinidir” şeklinde bir madde konuldu. Bu bağlamda 3 Mart 1924’te Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu. Devletin dininin İslam olduğunu belirten madde 1924 Anayasası’nda da korundu. Anayasadan çıkarılması ve laiklik konusunda önemli bir adım atılması ancak beş yıl sonra, 1928’dedir.
Soru 3:
29 Ekim 1923 günü yapılan yasal düzenlemelerle seçme ve seçilme hakkı olan vatandaşlara mı dönüştük?
Hayır, 29 Ekim 1923’te seçme ve seçilme haklarıyla ilgili herhangi bir yasal düzenleme yapılmadı. Seçme ve seçilme haklarının gelişimine bakacak olursak, haydi Birinci Meşrutiyet’te seçimle gelen meclisi saymayalım. Osmanlı devletinde seçimler zaten 1908’den beri düzenli olarak yapılıyordu. İkinci Meşrutiyet’ten sonra, Osmanlı döneminde 1908, 1912, 1914 ve 1918’de, Osmanlı devleti fiilen sona erdikten sonra 1920’de, Osmanlı devleti hukuken sona erdikten sonra da 1923’te seçimler zaten yapılmış ve bir parlamenter geleneğimiz zaten oluşmaya başlamıştı.
Soru 4:
Cumhuriyetin ilânıyla birlikte seçimlerin daha demokratik bir biçimde yapılmaya başladığı söylenebilir mi?
Hayır. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki hem Osmanlı devletinde hem de erken cumhuriyet döneminde, 1908’den 1946’ye kadar yapılan bütün seçimler iki dereceliydi. Seçimin ilk aşamasında halk milletvekillerini seçecek olan ikinci seçmenleri seçiyordu. İkinci aşamada ise halkın ilk aşamada seçmiş olduğu ikinci seçmenler milletvekillerini seçiyordu. 1935’e kadar sadece erkekler oy kullanabiliyordu; kadınların seçme ve seçilme hakkı yoktu. Partiler veya adaylar arasında rekabete izin verilip verilmediği açısından bakacak olursak şunlar söylenebilir: 1908 seçimleri çok partili çoğulcu bir seçimdi. Çağına göre de oldukça demokratik ve rekabetçiydi. 1912’de İttihat Terakki’nin baskısı atında, muhalefetin sesinin çıkmasına hiçbir şekilde izin verilmeyen ve literatüre “sopalı seçim” olarak geçmiş kısıtlı bir seçim oldu; 1914 seçimleri İttihat ve Terakki’nin diktatörlüğü altında tek partili bir seçim oldu ve hiçbir muhalifin seçime katılmasına izin verilmedi. Mütareke dönemindeki iktidar boşluğu ortamında her şeyi kontrol edip her şeye hükmedecek herhangi bir güç odağı olmadığından 1919 ve 1920 seçimleri de aynı 1908 gibi çok sesli, yarışmalı, çoğulcu seçimler oldu. Cumhuriyeti ilan eden meclisi oluşturan 1923 seçimleri bir ölçüde 1912 seçimine benzer. Seçimi kazanan toplam 287 milletvekilinden 285’i Halk Fırkası adayıdır ve sadece 2 bağımsız (onlar da bin bir güçlükle) meclise girebilmeyi başarabilmiştir. Cumhuriyetin ilanından sonra CHP yönetimi altında yapılan 1927, 1931, 1935, 1939 ve 1943 seçimleri tıpkı 1914’te İttihat ve Terakki yönetiminde yapılan seçim gibi rekabete izin vermeyen tek partili seçimlerdi. Hiçbir muhalif ve partinin izni ve onayını almamış bağımsız seçilemediği gibi, aday bile olamadı. 1943 hariç kaç milletvekili seçilecekse o kadar aday gösterildi ve hepsi otomatik olarak milletvekili oldu.
Soru 5:
Mustafa Kemal Paşa 28 Ekim 1923 akşamı yakın çevresindekilere “Yarın cumhuriyeti ilân edeceğiz” deyinceye kadar cumhuriyet kelimesi hiç gündeme geldi mi?
Evet geldi. Cumhuriyet meselesi 29 Ekim 1923’ün beş hafta öncesinden başlayarak zaten gündemdeydi. Mustafa Kemal Paşa 22 Eylül 1923’te Wiener Neue Freie Presse muhabirine bir demeç vererek cumhuriyet kelimesini ilk defa kamuoyu önünde açıkça dile getirdi. Mustafa Kemal Paşa, demecinde, 1921 Anayasası’nın ilk iki maddesini hatırlattıktan sonra “bu iki maddeyi bir kelimede hulâsa etmek kabildir: Cumhuriyet” diyerek cumhuriyetin resmen ilânı sürecini başlattı. Eylül ayı sonlarından itibaren cumhuriyet konusu basında yoğun olarak tartışmaya açıldı.
Basın genel olarak cumhuriyet yanlısı bir tavır takınırken, Velid Bey’in başyazarlığını yaptığı Tevhid-i Efkâr cumhuriyete açıktan karşı çıktı. 25 Eylül’de yayınlanan “Cumhuriyet Bahsi de Nereden Çıktı” başlıklı yazısında ve izleyen yazılarında Velid Bey, cumhuriyetin bir diktatörlük rejimi olabileceği endişesini dile getiriyor, demokrasi anlamında kullandığı hâkimiyet-i millîye kavramına cumhuriyetten daha çok önem veriyordu.
5 Ekim’de Halk Fırkası büyük divanı altı saat süren uzun bir toplantı sonucunda, anayasada yapılması gerekli değişiklikleri hazırlamakla görevli bir ihtisas komisyonu seçti. Mustafa Kemal Paşa da bu komisyonun toplantılarına sık sık katılıyor ve başkanlık ediyordu. Artık cumhuriyetin ilânı için uygun bir ortamın oluşması bekleniyordu.
Soru 6:
Cumhuriyetin ilânını sağlayan uygun ortam nasıl oluştu?
Ekim ayının son haftası içinde yaşanan olaylar bu uygun ortamı sağladı: 23 Ekim’de İkinci Ordu Müfettişliği görevine atanmak isteyen Ali Fuat (Cebesoy) Paşa’nın TBMM ikinci başkanlığından, dâhiliye vekilliği görevini de yürüten Başvekil Ali Fethi (Okyar) Bey’in dâhiliye vekilliğinden istifası bir siyasî buhran başlattı. Halk Fırkası meclis grubu Mustafa Kemal Paşa’nın denetimi altındaki parti yönetiminin gösterdiği adayları desteklemedi ve meclis ikinci başkanlığına Rauf (Orbay) Bey seçildi. Partinin meclis grubunun bu tavrı üzerine vekiller heyeti 25 Ekim’de Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığında toplandı ve vekillerin hepsinin istifası ve yeni seçilecek olan vekiller heyetinde hiçbirinin görev almaması kararlaştırıldı. 27 Ekim’de vekillerin istifası mecliste okunduktan sonra yeni bir vekiller heyeti oluşturma çalışmalarına başlandı. Bununla birlikte oluşturulan listeler üzerinde bir türlü görüş birliği sağlanamadı.
Bu ortam içinde 28 Ekim akşamı Mustafa Kemal Paşa yakın çalışma arkadaşlarını Çankaya’da akşam yemeğine davet etti ve yemek sırasında beklenen açıklamayı yaptı: “Yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz!” Yemek sonrasında Mustafa Kemal ve İsmet Paşalar cumhuriyetin ilanını sağlayacak anayasa değişikliği önerisi üzerinde çalıştılar ve yapılacak değişiklikler üzerinde görüş birliğine vardılar.
Soru 7:
Cumhuriyet yürürlükteki 1921 Anayasası değiştirilerek mi yoksa yeni bir anayasa yapılarak mı ilân edildi?
Cumhuriyet bir önceki mecliste 20 Ocak 1921’de kabul edilmiş olan anayasanın sadece altı maddesi (1., 2., 4., 10., 11. ve 12. maddeler) değiştirilerek ilân edildi.
Soru 8:
Bu altı maddedeki değişiklikler çok önemli olmalı. Yapılan değişikliklerinin içeriği nedir?
Bu altı maddenin tamamı şekille ilgili değişikliklerdir. Anayasanın orijinal halinde birinci maddede “hâkimiyet, bilakaydüşart milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir (dayanır)” deniyordu. Metnin bu kısmı olduğu gibi korundu ve bir cümle eklenerek “Türkiye devletinin şekl-i hükümeti cumhuriyettir” dendi. Böylece 20 Ocak 1921 Anayasası’nda zaten adı konmamış olarak ilan edilmiş olan ve egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu belirten sistemin adı konmuş oldu. 20 Ocak 1921 Anayasası’nın birinci maddesiyle getirilmiş olan sistemin cumhuriyet olduğu vurgulanmış oldu.
İkinci maddeyle getirilen değişiklik, devletin dininin İslam, resmî dilinin Türkçe olduğunun ilk defa anayasaya girmiş olmasıdır.
4., 10., 11. ve 12. maddelerdeki değişiklikler ise cumhurbaşkanının ve başbakanın nasıl seçileceğini tanımlayan maddelerdir. Bu maddeler, cumhurbaşkanının meclis tarafından ve meclis üyeleri arasından seçileceğini, devlet başkanı sıfatıyla gerekli gördükçe vekiller heyetine başkanlık edeceğini, vekiller heyeti başkanının cumhurbaşkanı tarafından, vekillerin ise başvekil tarafından seçileceğini hükme bağladı.
Soru 9:
4., 10., 11. ve 12. maddelerdeki değişikliklerle ilk defa seçimle gelen bir devlet başkanımız, ilk defa seçimle gelen bir başbakanımız ve ilk defa seçimle gelen bakanlarımız mı oldu?
Hayır. 1921 Anayasası meclis hükümeti sistemini benimsemişti. Meclis hem yasama hem de yürütme yetkilerini elinde tutuyordu. Meclisin kendi içinden seçtiği meclis başkanı da hem devletin başkanı, hem yasamanın başkanı, hem de yürütmenin başkanıydı. 29 Ekim 1923’te bu dört maddede yapılan değişiklikten sonra kuvvetler ayrıldı. Meclis başkanı sadece yasamanın yani meclisin başkanı oldu, yeni oluşturulan cumhurbaşkanlığı makamı ise yürütmenin ve aynı zamanda devletin başkanı oldu. Yani daha önce üç kurumun başkanı iken birini devretti diğer ikisini korudu. Başbakanlık makamı zaten vardı, 8 Temmuz 1922’den itibaren de doğrudan meclis tarafından seçiliyordu. 29 Ekim değişiklikleriyle artık meclis tarafından seçilmesi yerine doğrudan cumhurbaşkanı tarafından tayin edilmesi esasına geçildi. Kısaca, seçilme şekli değişti. Bakanlar da 23 Nisan 1920’de meclis açıldığından beri zaten meclis içinde teker teker seçiliyorlardı. 29 Ekim değişiklikleriyle başbakan tarafından tayin edilmesi esasına geçildi. Kısaca, daha önceki meclis hükümeti sisteminde devlet başkanı da, başbakan da, bakanlar da seçimle geliyordu. 29 Ekim 1923 anayasa değişiklikleriyle sadece cumhurbaşkanının seçimle gelmesi başbakan ve bakanların atanması esasına geçildi.
Soru 10:
Kabine sistemine geçilmesi daha önce hiç gündeme geldi mi?
Evet, geldi. Cumhuriyetin ilânından yaklaşık iki sene önce, 24 Kasım 1921’de Birinci Meclis’teki muhalefet kuvvetler birliği esasına dayanan meclis hükümeti sisteminden vazgeçilerek kuvvetler ayrılığının benimsenmesini ve kabine sistemine geçilmesini istemiştir. Muhaliflerin hazırladığı 18 maddelik önerinin 10. maddesine göre meclis doğrudan bir başbakan seçecekti. Meclisin doğrudan seçtiği başbakan, milletvekilleri arasından bakanları seçecek ve meclisin güvenoyuna başvuracaktı. 11. maddeye göre başbakan başkanlığında toplanan bakanlar kurulu, iç ve dış politikanın yürütücüsü olacak, kararlarından onaylanması gerekenler, meclis tarafından seçilen (ve cumhurbaşkanı niteliği taşıyan) meclis başkanının onayına sunulacaktı. Bu kararlar meclis başkanı tarafından 48 saat içinde “imza veya iade” edilecek, bu süre zarfında imza edilmeyen kararları bakanlar kurulu doğrudan yürütebilecekti (Madde 5). Bakanlar, bakanlar kurulunun genel siyasetinden ortak, kendi bakanlıklarına ait işlerden ise ayrı ayrı, meclise karşı sorumlu olacaktı (Madde 13). Meclis başkanı tarafından kabul edilen bakanlar kurulu kararlarından da doğrudan doğruya bakanlar kurulu sorumlu olacaktı. Meclis başkanlığı ise ismi belirtilmeden cumhurbaşkanlığı gibi onay ve iade yetkisi olan ama siyaseten kararların sorumluluğunu taşımayan bir makam haline getiriliyordu (Madde 6).
İktidarı destekleyen milletvekilleri bu teklife şiddetle karşı çıktılar. Örneğin, İzmir Mebusu Mahmut Esat (Bozkurt) Bey kuvvetler ayrımının, uygulandığı ülkelerin hiçbirinde başarıya ulaşmadığından ve kısır kaldığından söz etti, güç politikasının teorisyeni Machiavelli’ye atıfta bulunmayı da ihmal etmedi ve “Machiavelli diyor ki, milletlerin hakkını gasp etmek için, milletleri çiğnemek için onları bölünüz. Tefrikaya düşürünüz. Bendeniz diyorum ki efendiler, hürriyeti ve milletin hâkimiyetini kurmak istiyorsak kuvvetleri ayırmayalım” dedi.
Mustafa Kemal Paşa da teklifi ve kuvvetler ayrılığı ilkesini şiddetle eleştiren çok uzun bir konuşma yaptı ve şöyle dedi: “Gerçekte, tabiatta, dünyada, kuvvetlerin bölünmesi diye bir şey yoktur. Önemli olan idaredir. Hükümet, idareden daha az bağımsız ve daha az önemlidir. Bütün ihtilallerde hükümet düşürülmüş, fakat idare devam etmiş, hükümet türlü şekiller almıştır. Bunu göz önünde tutan bilginler, asıl idare kuvvetini bağımsız tutacak olan ‘stratum administrative’i buldular. Tarihin gösterdiği üzere, ancak bu idare şekli insanlığın mutluluk ve gerçek güvenini sağlayabilecektir. İncelemelerine göre bu Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti demektir.”
Sonuçta bu öneri reddedildi.
Soru 11:
Muhalefetin o zaman reddedilen bu önerisi, nasıl oldu da aradan daha üç yıl geçmeden 29 Ekim 1923’te bu sefer iktidar tarafından meclis gündemine tekrar getirildi? Neden?
Çok basit. İlk mecliste güçlü bir muhalefet vardı. Mustafa Kemal Paşa da o sırada hem yasamanın, hem yürütmenin hem de devletin başkanıydı. Yürürlükteki kanunlar çerçevesinde istediği milletvekilini bakan seçtirmek hakkını elinde tutuyordu, Başkumandanlık Kanunu çerçevesinde verdiği emirler birer kanun niteliği taşıyordu. Böylesine yetkili bir konumdayken ve mecliste güçlü bir muhalefet varken elindeki yetkileri paylaşmak istemedi. 1923 seçimlerinden sonra muhalefet tamamen tasfiye edilip içinde muhalifi olmayan tek partili yeni bir meclis oluşunca, meclisin açılmasından iki buçuk ay sonra bu kez Mustafa Kemal Paşa kabine sistemine geçilmesini önerdi. 29 Ekim 1923 tarihi itibarıyla cumhurbaşkanlığı seçimlerinde rakipsizdi; yürürlükteki seçim sistemine göre sonraki seçimlerde de milletvekili adaylarının belirlenmesi ve tamamının milletvekili seçilmesinde yetkileri sınırsızdı; başbakanı kendisi atayacak, bakanları atadığı başbakan seçecek, bakanları da üyelerinin tamamı kendi partisinden olan meclis onaylayacaktı. Sistemin pürüzsüz işlemesini engelleyebilecek hiçbir güç odağının ortaya çıkması artık mümkün değildi. Nitekim bu sistem 1946’ya kadar sorunsuz işledi.
Soru 12:
29 Ekim 1923’teki anayasa değişikliklerinden sonra siyasî hayat ve gündelik hayat ne ölçüde ve ne şekilde değişmiştir?
Sistemin adı 96 yıl önce o gün konmuştur; bu nedenle de 29 Ekim sembolik açıdan önemli bir tarihtir. Ama 29 Ekim 1923 günü yapılan anayasa değişiklikleri yukarıda da belirttiğim gibi çok sınırlıdır. Devletin diniyle ilgili maddeyi bir tarafa bırakırsak, sadece 5 madde değiştirilmiştir. Bunlarla yapılanların başında 20 Ocak 1921 tarihli anayasanın egemenliği kayıtsız şartsız millete veren birinci maddesine bir ekleme yapılarak zaten mevcut olan bu ilkenin cumhuriyet olduğunun vurgulanması gelir. İkincisi, hem yasama, hem yürütme, hem de devletin başkanı olan meclis başkanının sadece yasamanın başkanı konumuna çekilmesi ve yürütme ve devlet başkanlığı yetkilerini yeni oluşturulan cumhurbaşkanlığı makamına devretmesidir. Üçüncüsü de, 23 Nisan 1920’den beri yürürlükte olan bakanların meclis tarafından tek tek seçilmesinden vazgeçilip kabine sistemine geçilmesidir. 29 Ekim 1923 anayasa değişikliklerinin tamamı bunlardır.
Bu değişikliklere bağlı olarak meclis, yönetimin iç düzenlenmesiyle ilgili değişiklikleri hemen yapmıştır: Şöyle ki, meclis başkanı Mustafa Kemal Paşa cumhurbaşkanı seçilmiş, ondan boşalan meclis başkanlığına başbakan Ali Fethi (Okyar) Bey getirilmiş, ondan boşalan başbakanlığa da İsmet (İnönü) Paşa tayin edilmiştir. O da yeni bakanlar kurulunu oluşturmuştur. Bunların tamamı idarî değişikliklerdir
Siyasî ve gündelik hayattaki değişiklikler açısından bakılırsa, 29 Ekim 1923’ün mesela bir ay öncesiyle bir ay sonrası arasında hiçbir fark yoktur. Bu alanları etkileyecek bir düzenleme yapılmadığından, beklenebileceği gibi, siyasî ve gündelik hayat aynı şekilde devam etmiştir. Bir karşılaştırma yapılırsa, mesela İkinci Meşrutiyet’in ilân edildiği 23 Temmuz 1908’in, ilk TBMM’nin açıldığı 23 Nisan 1920’nin veya saltanatın kaldırıldığı 1 Kasım 1922’nin hemen öncesi ile hemen sonrası arasında önemli farklar vardır. Hayat ve siyaset aynı şekilde devam etmemiş, değişmiştir. Tam da bu nedenle İkinci Meşrutiyet’in ilanı ile saltanatın kaldırılması 1935’e kadar, 23 Nisan da bugüne kadar millî bayram olarak kutlanmıştır.