Volkan Akyıldırım
Hugo Chavez’i 2002’de devirmek isteyen darbecileri, Caracas’ın gecekondularından çıkan yüz binlerce işçi ve yoksul yenmişti. On yedi yıl sonra başlatılan ABD destekli darbe girişimi, beş aydır devam ediyor. Darbeciler Maduro ve Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi (PSUV) hükümetini deviremeseler de pazarlık masasına oturttular.
Maduro yönetimi ile sağcı muhalefet arasında Oslo’da müzakerelerin yapıldığı haberi, 10 muhalif milletvekilinin ‘vatana ihanet’ suçlamasıyla dokunulmazlıklarının kaldırılması üzerine duyuruldu. Taraflar Oslo görüşmelerinin müzakere olmadığını belirtse de, bu görüşmelerin yapılıyor olması Venezuela’da bir güç değişimi yaşandığını gösteriyor.
Sağcı muhalefetin güçlenişi
Son beş yılda yaşananlara kabaca bakıldığında bile bölünmüş bir toplum olan Venezuela’daki güç değişimi görülebiliyor:
Aralık 2015: Muhalafet, Ulusal Parlamento seçimlerinde çoğunluğu ele geçirdi. Hugo Chavez ve Nicolas Maduro’nun partisi 17 yılın sonra hakimiyetini yitirdi.
Mart 2017: Venezuela Anayasa Mahkemesi, Ulusal Meclis’in yetkilerini elinden aldı. Hükümet güçleri ve protestolar düzenleyen sağcı muhalefet arasında sert çatışmalar yaşandı. Maduro yönetimi, yeni bir yasama organı olan Kurucu Meclis için 30 Temmuz’da seçimlere gitti. Muhalefetin boykot ettiği seçimlere katılım 8 milyon kişiyle yüzde 41,5 oldu. Maduro, yüzde 68 oyla yeniden başkan oldu. Muhalefet seçim sonuçlarını tanımadığını duyurdu.
2018: Venezuela’daki derin ekonomik ve siyasî kriz, kaos ve çöküşe dönüştü.
10 Ocak 2019: Maduro, mevcut Kurucu Meclis’i feshedip yeniden seçime gidileceğini duyurdu.
24 Ocak 2019: Bir mitingde konuşan Ulusal Meclis Başkanı Juan Guaido kendini Venezuela’nın meşru lideri ilan etti ve orduyu darbe yapmaya çağırdı. Guaido’yu meşru başkan olarak tanıyan Trump’ın ardından pek çok devlet Maduro yönetimi ile ilişkilerini kesti.
23 Şubat’ta Kolombiya sınırında Guaido’ya ve darbe çağrısına destek için yapılan konser sırasında, Maduro yönetimi sınırları kapatmış olmasına rağmen Guaido karşı tarafa geçti ve konsere katıldı. Tutuklanmadan sınırı geçen Guaido, Caracas’a geri döndü.
1 Mayıs sabahı bir grup asker, Guaido’nun çağrısıyla darbe girişimi başlattı. Guaido bizzat sokağa çıkarak halkı darbeye destek olmaya çağırdı. Ev hapsindeki eski muhalefet lideri Leopoldo López de yanındaydı. Sağcı gösteri on binlerce kişiyle sınırlı kalırken, PSUV’un düzenlediği karşı gösteriye de on binlerce kişi katıldı. 2 Mayıs günü ekranlara generallerle birlikte çıkan Maduro, darbenin yenildiğini duyurdu. Az sayıda darbeci asker Bolsonaro’nun izniyle Brezilya elçiliğine sığınırken, darbe çağrısı yapan Guaido tutuklanmadan faaliyetlerine devam etti.
Neden böyle oldu?
Darbe girişimiyle geçen beş ayda muhalif protestolara katılımın azaldığını ve sokakta yer alanların sertlik yanlısı muhaliflerle sınırlı kaldığını belirtmek gerekir. Guaido, şiddetli ekonomik krizin etkisiyle büyük kitle gösterilerinin gerçekleşmesini umuyordu. Bu umut hayata geçmedi. Geçtiğimiz beş ay içinde Guaido ve sağcı muhalefetin uluslararası alanda Venezuela’da olduğundan daha güçlü olduğu görüldü.
Muhalefetin elindeki Ulusal Meclis, yetkileri elinden alınmış olsa da ikinci bir iktidar olarak varlığını sürdürdü. Bu iktidar odağının arkasında, Venezuela’da kutuplaşmanın bir tarafı olan en zenginler ve işçileşmekten ölesiye korkan, seferber olmuş orta sınıflar duruyor. Askerî saldırılar ve fiilî darbe girişimi gibi demokrasiyi yok etmeye dönük yöntemleri benimsemiş olsa da, Guaido liderliğindeki aşırı sağcılar güçlerini burjuvazinin en geniş ittifakından alıyor.
Buna karşılık, Chavez’in hayatını kaybetmesinin ardından 2013’ten bu yana Maduro başkanlığında PSUV hükümeti, kendisine oy veren ve Bolivarcı politikaları destekleyen işçilerden ve yoksul tabandan koptu. Ücret artışları başta olmak üzere her şeyi işçiler ve yoksullar adına belirleyen PSUV iktidarı, ikameciliğiyle emekçilerin kendi mücadelelerini yürütmesine izin vermedi. Gelişen kendiliğinden mücadele ve grevleri bastırdı. Bu yüzden geçmişte darbecileri yenen kitleler, bugün sokakta yok.
Krizin faturasını emekçi sınıflara ödeten Maduro yönetimi, aşağıdan mücadelelere yaslanmayıp onları bastırmak isterken, iktidarını tamamen orduya dayalı olarak sürdürdü. PSUV’u geçmişte güçlü kılan özellik, bir kanadının Bolivarcı askerlerden, diğer kanadının aşağıdan emekçi hareketlerden müteşekkil oluşuydu. Maduro yönetimi boyunca, ülkedeki birçok sektörü zaten yöneten generaller, kriz ve darbe girişimiyle daha da güç kazandı. Dünyanın en büyük petrol yataklarına sahip, altıncı büyük petrol üreticisi Venezuela’daki devlete ait petrol şirketi de ordunun yönetimine verilmişti. Artan ABD yaptırımları ile birlikte gelirleri azalan generallerin Maduro’yu sağcı muhalefetle uzlaşma masasına oturttuğu tahmin edilebilir.
Venezuela’daki darbe girişimi, sadece Maduro’yu devirmeyi değil Latin Amerika’da solu, aşağıdan hareketleri ve emekçilerin kazanımlarını tümden yok etmeyi amaçlayan, kıtanın en zenginlerinin bir saldırısı. Güney Amerika’nın hegemonik devleti Brezilya’da aşırı sağcı Bolsonora’nun iktidara gelişi, Guaido ve benzerlerine güç verdi. Hepsinin arkasında Amerika ve Donald Trump var. Guaido gibi bir siyasî karakteri etkin kılan, benzerleri gibi, milliyetçi sağ dalga.
Petrol ve emtia fiyatları yüksekken ekonomisi büyüyen Venezuela’da sol iktidar, yoksulluğa savaş açan sosyal reform programlarını finans edebilmişti. Ancak petrol ve emtia fiyatlarındaki düşüşle birlikte ihracata dayalı Venezuela kapitalizmi krize girdi. Obama’dan Trump’a sertleşerek devam eden yaptırımlar, ülkeyi küresel finans sisteminde izole ederken, Venezuela para birimi hızla değersizleşti. Dolarla fiyatlanan birçok ithal ürün aşırı zamlanırken, yüksek enflasyon karşısında ücretler eridi. Petrol üretimi çöktü. Maduro yönetiminin krizle baş etme yöntemleri, hem kitlesel açlık dalgalarına hem de kaosa neden oldu.
Bu kaosun ortasında zayıflayan yozlaşmış solcu hükümet, yaklaşık 20 yıldır iktidarda olmasına rağmen mülksüzleştirmediği kapitalistler karşısında hızla güçsüzleşti. Chavez’den Maduro’ya PSUV iktidarı, petrol şirketi PDVSA dışında devletleştirmeye gitmedi. Kapitalistler kilit sektörleri ellerinde tuttu. Chavez döneminde ülkede özel sermaye girişimlerinin sayısı artarken, Maduro yönetimi ekonomik kriz boyunca küresel yatırımcıları büyük tavizler eşliğinde yatırıma çağırdı. “Bolivarcı devrim,” ne özel mülkiyete son vererek kapitalistleri mülksüzleştirmeye girişti, ne de aşağıdan bir devrimle mevcut devlet aygıtını yıkmaya yeltendi. PSUV hükümetinin dokunmadığı kapitalistler güçlerini korudu, toparlandı, şimdi intikam alıyor. Maduro yönetimi ise orduya, yani mevcut devlet aygıtının başlıca güç odağına yaslanarak ayakta duruyor.
Venezuela’da son söz henüz söylenmedi. İşçiler bağımsız mücadeleleriyle darbeci muhalefeti yenebilir. Aynı zamanda yozlaşan Maduro yönetimine de bir ders verebilir. Ancak bağımsız mücadele yeteneği ve inisiyatifi bizzat solcu hükümet tarafından bastırılmış, aç ve moralsiz kitlelerin, olan biteni izler konumda kalması da muhtemel. Guaido ve sağcıların kazanması, şimdi yaşanan trajik durumun üzerine büyük bir felaket olarak eklenecektir. Brezilya’da Bolsonaro yönetiminin işçi sınıfına ve ezilenlere başlattığı saldırı gibi.
Reformizmin krizi
Bolivarcı hareket ve PSUV iktidarına bir zamanlar “21. yüzyılın sosyalizmi” denmişti. Venezuela’daki kapitalist ilişkileri ortadan kaldırmadan, petrol ve emtia ihracatından elde edilen gelirleri yoksullar için harcayan Bolivarcı yönetim gerçekte reformist bir siyasî hareketti. Her reformist hareket gibi, kendini emekçi sınıfların yerine ikame etmesi, bir zamanlar destek bulduğu ve ileriye çektiği kitle hareketinden kopmasına yol açtı. Venezuela yaşanan sosyalizmin yenilgisi değildir. Bu, reformizmin ve ikameciliğin krizidir.
Sosyalizm, işçilerin kendi taban örgütleri aracılığıyla ekonomiyi kontrol ettikleri ve bu kontrolü mümkün kılan bir işçi demokrasisi varolduğu bir düzendir. Böylesi bir düzen tepeden değil aşağıdan mücadelelerle kurulabilir ancak.