Ahmet Eken
Osmanlı Vampirleri – Söylenceler, Etkiler, Tepkiler
Salim Fikret Kırgi
İletişim Yayınları, 2018
Popüler kültür evreninde yaygın bir biçimde rastladığımız vampirlik, her ne kadar boş bir inanç olsa da, edebiyattan politikaya, folklordan sinemaya kadar yayılmış, farklı biçimler alarak yüzyıllar boyunca varlığını korumuş bir olgu. Kökeni konusunda kesin bir bilgimiz yok, ancak “tarihi Kazıklı Voyvoda figürü haricinde, Karadeniz’in Batı kıyılarında ve dağlık Karpatlar bölgelerinde devam eden halk inanışları” pek çok araştırmacıyı vampirlerin kökeninin Transilvanyalı olduğuna ikna etmiş.
Vampir konusu iki yönlü ele alınmış, işlenmiş bir konu: Bir yanda çok sayıda film ve romana malzeme olmuşken, diğer yanda folklorik bir malzeme olarak ele alınıp incelenmiş. Bizde ise roman ve film konusunda bir sıkıntı yokken, akademik düzeyde konunun yeterince ele alınıp üzerinde çalışıldığını ve sonuçların yayınlandığını söylemek mümkün değil. Bu nedenle elimizdeki kitap hayli ilginç. Araştırmacı, amacının “folklorik vampir inanışını dinî ve etnik sınırların üzerinde ‘bölgesel’ bir halk inanışı kabul ederek Osmanlı Avrupası içerisindeki dinî-etnik toplulukların iletişimleri, etkileşimleri ve değiş tokuşları çevresinde vampir mitinin tarihine katkı yapmak… (bazı) sorulara cevap aramak” olduğunu söylüyor.
Çalışma üç bölümden oluşuyor. Birinci bölümde folklorik vampir olgusunun Osmanlı Avrupası’ndan Batı Avrupa’ya doğru ilk hareketi inceleniyor. Batı’da doğu Hristiyanlığının yetersizliği, yanlışları ve bilgisizliği sonucu, cahil halkın böylesi safsatalara inandığı düşüncesinin hâkim olması giderek bunun bir ‘medenî Batı / geri kalmış Doğu’ düşüncesinin oluşmasına/oluşturulmasına malzeme olması inceleniyor.
İkinci bölümde ele alınan Müslüman Osmanlı tebaası ve ulema tarafından vampir olgusuna gösterilen tepkiler konusu hayli ilginç. Burada görüyoruz ki, vampirlerden çeken sadece Ortodoks ahali değil, hatta mesele Şeyhülislamlara kadar götürülüyor ve mezar açma, cesede kazık kakma, cesedi yakma konularında görüşleri alınıyor. Onlar da pek İslam anlayışıyla uygun olduğunu söyleyemeyeceğimiz bazı uygulamalara cevaz veriyorlar. Yine bu bölümde, vampirlere tanıklık etmiş olan Evliya Çelebi’nin yazdıklarını okuyoruz. Siyasî ve askerî olaylardan yeme içmeye kadar pek çok şeye tanıklık etmiş olan ünlü gezgin vampirleri de görmüş!
Üçüncü bölümde, Aydınlanma çağında meydana çıkan 18. yüzyıl vampir merakı ve ilerleyen yıllarda bir yandan Doğulu egzotik, edebî vampire dönüşümü incelenirken, öte yandan Osmanlıların vampir algısının değişiminden söz ediliyor.
Evliya Çelebi’nin gördüğü vampirler
Folklorik vampirler konusunda eşsiz eserlerden bir tanesi de Evliya Çelebi’nin Seyahatname’si (17. yüzyıl). Gezip gördüğü yerlerde yaşadıklarını, duyduklarını kâğıda dökerek, ardında on ciltlik eşsiz bir eser bırakan Çelebi’nin verdiği bilgileri S. F. Kırgi şu şekilde aktarıyor: “Evliya Çelebi, Kırım yolunda ilerlerken rastladığı ‘Oburca’ isimli köyü tanıtırken, bu terime yabancılık duyabilecek kişileri şöyle aydınlatıyor: ‘Obur Tatar dilinde cadıya, sihirbaz avrata ve mezarlıkta dirilene denir.’ Herhalde bahsettiği köy, oburların ikâmet ettiklerine inanılan ya da obur lisanının konuşulduğu bir yerleşimdi. Bir sonraki ciltteyse (cilt VII), oburların birden çok doğaüstü fenomene karşılık geldiği görülecektir… Seyahatname’deki oburlar hakkındaki üç parçalı bölüm Kafkas-Türk halk kültüründeki vampir-cadı arası varlıklara dair yazılı kaynakların en kapsamlılarından biridir ve Çerkez dağlarında gece savaşları veren kan emici oburlara yönelik inanışın kurgusal vampir mitine yakınlık derecesi şaşırtıcıdır. Bunların belli başlı özellikleri özel gecelerde gökyüzü savaşları yapmaları, insan dışı bir soydan gelmeleri ve sonsuz yaşam için insan kanı içmeleridir. Kan emici yaşayan ölüleri yok etmek için yapılması gereken uygulamalarsa aynı coğrafyadaki folklorik vampir kuzenleri gibi bedenlerine kazık saplamak ve cesetlerini yakmaktır.”
Yine Evliya Çelebi’ye göre, bölgede veba salgınlarına rastlanmasının nedeni bu oburlardır, ama obur sorunu vebadan daha büyük bir beladır.
Seyahatname’nin bu bölümünde yer alan bir başka ilginç bilgi vampir avcıları hakkında. Obur tarafından ısırılan kişinin yakınları sevdiklerini ölümden kurtarmak için bu kişilere başvuruyor ve onlar da vampirin mezarını bulup çürümeden duran, yüzü kıpkırmızı, gözleri kan dolu cesetin göbeğine böğürtlen kazığını saplıyor. Eğer kazık saplanmazsa, tek çözüm ceseti yakmak! Tabii bu profesyonel avcılara bir ödeme yapmak gerekiyor.
Ancak konu biraz daha karışık, çünkü bazı oburlar insanlar arasında yaşayıp onlar gibi davranıyor! Yaşayan oburlar su kenarlarında banyo yapan yetişkinleri veya çocuklarını çıplak ve savunmasızken yakalayıp kulaklarından kan emerek besleniyor ve sadece obur-tanıyıcılar tarafından, kan içmekten kızarmış gözlerinden fark edilebiliyorlar.
Anlatının bu noktasında başka bir olguyla karşılaşıyoruz: Yakalanan obura itiraf ettirmek için işkence yapılması. Obur itiraf ettikten sonra göbeğine kazık çakılıp öldürülüyor ve kanı kurbanın yüzüne sürülüp ölmekten kurtarılıyor.
Drakula
Yazar, Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde yer alan vampirlerle ilgili bilgilerden söz ettikten sonra, onunla Bram Stoker’ın ünlü romanı Drakula arasındaki ilişkiyi inceliyor. Verdiği bilgileri okuyalım: “Çerkez oburlarının edebî Drakula karakteriyle bağlantılarına çeşitli makalelerde üstünkörü değinilse de kimse Bram Stoker’a romanı yazarken danışmanlık eden Slovak kökenli Macar Türkolog Armin Vambery’den (1832-1913) doğru düzgün bahsetmemiştir. Gizemli karakter Vambery sadece bir bilim insanı değil, aynı zamanda sıkı bir edebiyat sever, gezgin ve ajandı. Hayatının çoğunu Osmanlı ülkesi ve Orta Asya’da geçirmişti, birinci sınıf bir Türk dili ve kültürü uzmanıydı, kendi döneminde (19. yüzyıl) Türk kültürünü hem yazılı kaynaklar hem de halk gelenekleri bağlamında en iyi incelemiş batılı olarak gösteriliyordu… Bugüne değin birçok kez, gerek Drakula’daki direk referanslar gerek Stoker’ın Vambery hakkındaki sözleri nedeniyle tam zamanlı bilim insanı, yarı zamanlı vampir avcısı Profesör Van Helsing karakterinin esin kaynağının Vambery olduğu veyahut karakterin ona ithaf edildiği iddia edildi. Bu iddiaların haklılık payı olsa da gözden kaçırılan asıl mesele Evliya Çelebi Seyahatname’sinin Vambery’nin özel ilgi alanı olmasıydı: Osmanlılar tarafından başta çok ilgi görmeyen, sonrasında da sakıncalı içerik nedeniyle sansürlenen Seyahatname’nin ilk basılı kopyasında VI. cildin önsözünü yazan kişi de Armin Vambery idi! Kesin bağlantı veya esinlenme net olarak belirtilmiş olmasa da Drakula romanındaki vampir figürünün doğaüstü özellikleri ve Seyahatname’deki Çerkez oburları arasındaki benzerlikler hayret vericidir.”
Vampir yeniçeriler
Vampirler tarihinin ilginç vakalarından bir tanesi de, Yeniçeri Ocağı 1826 yılında kaldırıldıktan sonra boşta kalıp yaşamlarının kalan kısmını eşkiyalıkla geçiren bazı yeniçerilerin mezarlarından çıkıp vampirlik yapmaları ve mezarlarının bulunup cezalandırılmaları. Daha da ötesi, bu haber Osmanlı devletinin resmî yayın organı Takvim-i Vekayi’nin 5 Eylül 1933 tarihli nüshasında yayımlanmış. Okuyoruz: “Okuyucular için bunun ibretlik bir öykü olduğu ve Tırnova (Kuzey Bulgaristan) naibi Ahmed Şükrü Efendi’nin ilanından aktarıldığı bildiriliyordu. İddiaya göre cadılar ev eşyalarının yerini değiştirmek, yiyecekleri mundar etmek, yeni doğanları analarının yanından alıp yerlerde sürüklemek ve uykularındaki köylüleri boğarcasına göğüslerine manda gibi ağırlık vermek tarzı doğaüstü aktiviteler gerçekleştiriyorlardı. Köylülerse korkuya kapılmış, köyü terk etme planları yapmaya başlamışlardı. Köylülerin cadılığın nedeni olarak gördükleri şey, daha önceki Müslüman ve gayrimüslim olaylarında da çokça bahsi geçen kötü ruhlardı.” Sonunda köylüler cadıcı Nikola’ya başvurmuş, o da eski yeniçeri eşkiyalar Tetikoğlu Ali Alemdar ve Abdi Alemdar’ın mezarlarını bulup bozulmamış cesetlerini çıkarmış ve göğüslerine bir kazık saplayıp kalplerini çıkarıp kaynatmış, ancak bu da cadıları durdurmaya yetmeyince cesetler yakılmış. Böylece cadı belasından kurtulunmuş.
Yazar bu olayın lağvedilen Yeniçeri Ocağı’na karşı yürütülen karalama kampanyasının bir parçası olduğun belirtiyor ve devam ediyor: “Kitle iletişim araçları üzerinden bu şekilde suçlamak gerçekten yenilikçi bir yöntemdir ve vampirlerin politik metafor olarak kullanımı örnekleri arasında özel bir yeri olmalıdır.”
Bu olay bir süre sonra dışarıda Osmanlı’ya karşı propaganda olarak kullanılmış. İngiliz Büyükelçiliği’nde din adamı olarak görev yapan ilahiyatçı, yazar, tarihçi ve doktor Robert Walsh (1772-1852) üç yıl sonra yayımlanan kitabında, bir hayli değişiklikler yaparak olaydan söz etmiş ve her ne kadar bunun propaganda amaçlı yapıldığını belirttiyse de Türklerin batıl inançlı, kara cahil insanlar oldukları için böylesi hikâyelere inanmaya devam ettiklerini iddia etmiş. Bir başka deyişle, bu küçük vampir safsatası Doğu’yu medeniyetten nasibini almamış olarak görenlerin değirmenine su taşımış!
Düşsel varlıklar ailesinin seçkin üyelerinden vampirler üzerine yapılan bu çalışma, coğrafyası hayli geniş bir konunun Osmanlı topraklarındaki hâlini anlatıyor. Bundan böyle, onca vampir romanımızın yanı sıra işin aslını sorgulayan bir kitabımız da var.