Melike Karaosmanoğlu
Rus edebiyatının en önemli yazarlarından biri olan ve Stalinistler tarafından katledilen İsaac Babel’in Odesa Masalları (Yücel Yayınları, 1975) isimli kitabında arkadaşı Maksim Gorki’ye ithaf ettiği bir öykü vardır. Öykü, çok ders çalıştığı için başı ağrıyan, zayıf, Yahudi bir çocuğun başarıyla sınavını geçmesini ve en büyük hayalini gerçekleştirmesini, yani güvercinlere sahip olmasını konu alır. Naif başlayan bu öykünün içinde Çarlık Rusya’sında yaşayan Yahudilerin tarihi, antisemitizm, Yahudi öğrencilere okullarda uygulanan kota, sıradanlaşmış ayrımcılık, rüşvet, fakirlik, katliam, yağma ve ölüm geçer. Güvercinlere kavuşmak isteyen çocuğun yaşadığı yer haritadan silinir, halkı ile başka bir yere göç ettirildiğini söyler bize Babel. Son cümlede ise yaşanılanların “pogrom” olduğunu yazar.
Rusça “zulmetmek, şiddet kullanarak yok etmek” anlamına gelen pogrom kelimesi Rus İmparatorluğu’nda yaşayan Yahudilere yapılmış saldırıları ifade etmek için kullanılmıştır. Öldürme, işkence etme, cinsel saldırılar ve mülkiyete zarar verme gibi olaylar sonucunda oluşan şiddet sarmalı Çarlık Rusya’sında yaşayan Yahudilerin sistematik olarak pogroma uğramasına neden olmuştur. Bazı tarihçiler Rusya’daki antisemitizmin köklerinin 11. yüzyıla kadar uzandığını yazar. Yahudi mallarına el koyma, imparatorluğun savaşlar sonucu işgal ettiği bölgelerde yaşayan Yahudilerin zorla göç ettirilmesi, değişen çarların keyfî uygulamaları sonucu çıkartılan yasalarla imparatorlukta Yahudilerin ticarî faaliyetlerden men edilmesi ve ülkeye girişlerinin yasaklanması gibi olaylarla karşılaşılmıştır.
Günah keçileri
Doğu Avrupa’nın ekonomik çöküntü, siyasî huzursuzluk ya da sosyal kargaşa dönemlerinde halkın yönetime karşı ayaklanmasını önlemek için Yahudiler hedef olarak gösterilmiştir. Örneğin Ukraynalı Kazak Bogdan Chmielnicky’nin Polonya Yahudilerini katletmesi 17. yüzyılın en kanlı olaylarından biri olmuştur. Yahudilerin Polonya feodal sisteminin ajanları olduğunu ve Ukrayna’nın Polonya egemenliğinde kalmasını istediklerini söyleyen lider Chmielnicky, iki ülke arasındaki egemenlik kavgasında halkın günah keçileri olarak Yahudileri görmesini sağlamıştır.
Çarlık Rusya’sının Polonya Krallığı’nı işgal etmesi Yahudi nüfusunun Rusya’da o güne kadarki en yüksek seviyeye ulaşmasına neden olmuştur. Bu nedenle Yahudilerin ülkeye uyum sağlaması adına kısa bir süre için çeşitli kolaylıklar sağlama politikası başlatılmıştır. Lakin Yahudilerin ticaret alanında yükselmeye başlaması Rus halkının sert tepkisine yol açmış, büyük şehirlere seyahat serbestisi yeni bir yasa ile değiştirilmiş, belirli zaman dilimlerinde olmak koşulu getirilmiştir. Tepkilerden çekinen ve tahtından olmak istemeyen Çariçe Büyük Katerina, ‘Pale yerleşimi’ (Çarlık Rusya’sında Yahudilerin ikamet etmelerine izin verilen yerleşim bölgesi) uygulamasını başlatmış ve Ukrayna, Litvanya, Belarus, Kırım ve Polonya’nın bir kısmını da içeren 25 eyaletten oluşan ülkede Yahudileri Pale bölgesine yerleştirmiştir. Bu dönemde Moskova’da ve St. Petersburg’da Yahudilerin yaşaması yasaktır. Daha sonra, Pale yerleşimindeki kentsel alanlara da yasaklar getirilince, Yahudiler shtetl dedikleri (Yidiş dilinde küçük kasaba anlamına gelen) yerlerde yaşamak zorunda kalır. Zanaatkâr, esnaf, marangoz, girişimci gibi mesleklerle yaşamlarını sürdüren shtetl sakinleri bu küçük Yahudi kasabalarında Yidiş diline ve kültürüne sahip çıkma konusunda oldukça dirençliydi. Aslında shtetl Polonyalı Yahudilerin 17. yüzyılda temellendirdiği ekonomik gelişmeye ve üretime dayalı çiftlik modeliydi. Polonya’nın büyük şehirlerinde ya da Batı Avrupa’da antisemitik nefretle karşılaşmış Yahudilerin shtetl’lara yerleşmesi teşvik ediliyordu. Fakat 19. yüzyıl Çarlık Rusya’sı bu sistemi Yahudilerin tecrit edilmesi için kullandı.
Yahudiler zamana, ekonomiye, siyasete ve yönetenlerin kaprislerine bağlı olarak kâh yararlandıkları kâh ayrımcılık nedeniyle zarar gördükleri bilinen hukuksal uygulamaların iniş çıkışlarıyla birlikte yaşadılar. Yeni gelen her Çar ilk iş olarak imparatorluğun Yahudilere dair yürürlükte olan kanunlarını değiştiriyordu.
Hem İsa’ya hem Polonya’ya ihanet
Çar I. Aleksandr’ın tahta geçmesiyle birlikte yeni düzenlemeler yapıldı. Pale yerleşimi devam ettirildi; fakat bazı Yahudilere sınırlı da olsa Pale’den çıkış izni verilebileceği belirtildi ve Yahudilerin İmparatorluk okullarına çocuklarını gönderebilme izni çıktı. Yine aynı dönem Yahudilerin tarımla ilgilenmesi teşvik edilirken, tam sayı bilinmemekle birlikte 200.000-300.000 civarında Yahudi Pale yerleşimlerinden sınırdışı edilmiştir. Çar I. Nikola ise çıkardığı Kanton Kararnameleri ile 12-18 yaş arası erkek çocukların Rus ordusuna katılması şartını koymuş ve askerlik süresini 25 yıl olarak belirlemişti. Hizmet koşullarının ağırlığı sebebiyle çok az kişi askerden dönebiliyordu. En sonunda iskân yasakları 1861’de Çar II. Alexandr tarafından kaldırıldı. Haham okullarının açılmasına izin verildi. Görece özgürleşme ortamı sağlansa da, Ruslar için Yahudiler Katolik Lehlerden daha kolay bir “av”dı. Polonyalılar içinse Yahudilerin dil ve kültür olarak Ruslaşma çabası düpedüz “hainlik” idi. “Hem İsa’ya hem de Polonya’ya ihanet eden” bir Yahudi imajı gündelik hayatın içine yerleştirilmişti.
Ve antisemitizm devlet gözetiminde sistematik olarak kanlı şiddet olaylarına dönüşmeye başladı. 19. yüzyılın insanlık tarihine mirası böylelikle pogrom kelimesi olmuştur.
Tarihçi John Klier, pogrom kelimesinin Yahudilere karşı yapılmış her türlü toplu şiddet eylemini ifade eden bir terim olarak İngilizce’ye geçtiğini belirtmiştir. Daha sonra etnik, dinsel ya da siyasî nedenlerle diğer “azınlık” gruplara yapılmış şiddet hareketleri de pogrom olarak ifade edilmeye başlanmıştır. (Ayrıca bazı tarihçiler 1821 Odessa saldırısını ilk pogrom olarak kabul etse de, bu olay kitaplarda Rusça’da kargaşa anlamına gelen “besporiadki” kelimesi ile anlatılmıştır.)
Pogromlar
19. yüzyıl sonlarının Çarlık Rusya’sında Nihilist, Rus popülist ve sosyalist fikirlerin yükselişe geçmesi ve halkın yeni ideallerle tanışması elbette statükonun hoşuna gitmiyordu. Rus basını Yahudileri rejime karşı ayaklanmaları teşvik etmekle suçlayıp hedef göstermeye başladı. Çökmeye yüz tutmuş, yolsuzluklarla çalkalanan imparatorlukta pogromlar hükümet ve polis desteğiyle ateşlendi.
Rus İmparatorluğu’nun güneybatı vilayetlerinde başlayan 1881-1882 pogromları kısa sürede şehirlerden shtetl’lara doğru yayıldı. Yaklaşık 250 civarında şiddet olayı yaşandı, can kaybı oldu. Bu pogrom silsilesi Paskalya’yı takip eden hafta, 15 Nisan 1881’de, Ukrayna’nın Kherson eyaletindeki Elisavetgrad (Kirovgrad) şehrinde başlamıştı. Pogrom’un bahanesi Mart ayında İmparator II. Aleksandr’a yapılan suikast olmuştu. Çar, Narodnaya Volya adlı devrimci örgütün gerçekleştirdiği bombalı suikast sonucunda ağır yaralanarak öldü. Narodnaya Volya’nın devrimci Yahudi üyelere sahip olması pogromların nedeni olarak sunuldu. Basın suikastten yargılanan devrimci Hesya Helfman’ın Yahudi bir aileden geldiğini her fırsatta özellikle vurgularken, pogromlar devam ediyordu. 26 Nisan’da Kiev’de başlayan ve çevre il ve köylere yayılan bir pogrom daha gerçekleşti ve aylarca sürdü.
O dönemde Çarlık Rusya’sının bir parçası olan Polonya’da ise 1881 yılının Noel’inde aniden bir pogrom başladı. Kutsal Haç Kilisesi’nden çıkmakta olan kalabalık, nedeni hiçbir zaman bilinemeyecek olan bir panik ortamına çekildi. Kalabalık bir Ortodoks Yahudi nüfusu barındıran, gerginliklerin pek de son bulmadığı bir ülke olan Polonya’da ekonomik bunalım ve bağımsızlığın yitirilmesi pogromlara elverişli bir zemin hazırlamıştı. Sürekli işgal altında yaşamak bazı Polonyalıları fanatik bir milliyetçiliğe sürüklemişti. Ulusal varlığı tehlikeye düşen, kendilerini gururları incinmiş kurbanlar olarak gören Polonyalılar çareyi başka kurbanlar aramakta buldu. Çarlık polisi saldırganlara müdahale etmemiş, polisin “hoşgörüsü” nedeniyle pogrom Yahudi mahallesinde üç gün üç gece terör estirmişti. İşçiler, seyyar satıcılar, kunduracılar ve dükkân sahipleri kendilerini korumak için seferber olmuş ve felaketin yayılmasını önlemişti. Pogrom iki bin aileyi etkilemiş, çok sayıda Yahudi öldürülmüş ve yaralanmıştı. Rosa Luxemburg bu pogromun tanıklarından biri olmuştu.
1881-1882 pogromları Doğu Avrupalı Yahudilerin sosyalist fikirleri daha çok tartışmasına, örgütlenmelerine neden olmuştur. Bund ve Hovevei Zion gibi örgütler pogromlardan sonra kurulmuştur. Bir işçi örgütü olan (ve bir dönem Bolşevik Partisi’ne katılan) Bund üyeleri pogromlar sırasında sinagogları, tüm toplumu ve yapılarını korumuştur. Litvanya doğumlu devrimci Leo Jogiches Wilno’daki (Litvanya) pogromdan etkilendiğini ve işçi hareketlerine daha aktif olarak katıldığını söylemiştir. Bu örgütlenmelerin bir nedeni de pogromdan kaçan Yahudilerin fabrikalara sığınmasıdır. Dayanışmayla birlikte Yahudiler kendi öz savunma örgütlerini kurmaya başlamıştır. Pogromların getirdiği sefaleti ve baskıyı defetmenin, Katolik kilisesinin ve Çar’ın bitmeyen acımasızlıklarına son vermenin ancak örgütlenmekle başarılabileceğini düşünüyorlardı. Çarlık rejiminin antisemitizmi Yahudi işçi ve aydın hareketinin gelişmesindeki belirleyici unsurlardan biri olmuştur. Antisemitizm genel olarak Doğu Avrupa’daki Yahudi aydınlarının politik radikalleşmesini beslemiştir. Böylelikle Yahudilere yönelik önyargılara, “bankacı ve tefeci” tiplemesinin yanı sıra, komünist, anarşist ve yıkıcı Yahudi tiplemesi de eklendi. Bu figürler antisemit ve karşı devrimci propagandanın daima kullanımında olacaktı.
Rus İmparatorluğu çalkantılı günler geçirmeye devam ederken yeni bir pogrom silsilesi başlatıldı. Çok zaman olduğu gibi yine Paskalya bayramı seçilmişti. Kişinev’de 1903 yılının Nisan ayında Hıristiyan bir çocuğun ölü bulunmasını “Yahudiler öldürdü” diye haber yapan antisemit gazeteler insanları galeyana getirdi. Bir tanesi şöyle yazıyordu: “Yahudiler Hıristiyan çocuğun kanıyla matsa (hamursuz ekmek) yapıyorlar.” Gerçekte çocuğu bir akrabası öldürmüştü; fakat kan iftirası pogromun üç gün sürmesini sağlamıştı. Olaylara ne polis ne asker müdahale etti. New York Times gazetesi pogromdan şöyle bahsetti: “Kişinev’deki anti-Yahudi ayaklanmasının vahameti sansür kurallarının izin verdiğinden daha da kötü. Paskalya’dan sonra Yahudilere yapılan katliam özenle planlandı. Rahiplerin başı çektiği güruhlar şehir genelinde ‘Yahudilere ölüm’ naraları attı. Hazırlıksız yakalanan Yahudiler koyun gibi katledildi. Ölü sayısı 120, yaralı sayısı yaklaşık 500. Katliamın korkunçluğu açıklanabilirlikten de öte. Bebekler, gözleri dönmüş ve kana susamış güruh tarafından parçalandı. Gün batımında sokaklarda yığınla ceset ve yaralı vardı. Becerebilenler terör içinde kaçtı ve bugün şehirde Yahudilerden hemen hemen eser kalmadı.”
“Kişinev sonsuza kadar geçip gitti”
Kautsky, Kişinev pogromundan sonra şöyle yazmıştır: “Batı’da kapitalist sanayileşme karşısında küçük burjuva tepkiden ibaret olan antisemitizm Rusya’da mutlakiyetçi bir rejime karşı kendini savunma politikası olmuştur. Rusya’da Yahudilere karşı nefretin daha sivri ve şiddete dayalı bir karakteri var, çünkü Çarlık rejimi bu nefreti desteklemekte ve Yahudileri otokrasinin tepesinde esen fırtınanın paratoneri olarak kullanmakta. Antisemitizmin bu biçimiyle ancak Yahudilerle Yahudi olmayanları ortak mücadelede birleştiren işçi hareketi başa çıkabilir.”
19-20 Ekim 1905 tarihinde Kişinev’de Çar karşıtı “protesto” yapmak isteyen bir güruh (düzmece bir protestodur, bizzat Çar’ın adamları tarafından tertip edilmiştir) Yahudilere saldırmaya başladı. Bu pogromdan sonra Yahudiler Çarlık Rusyası’ndan kitlesel olarak göç etmiştir. 1881 ile 1914 yılları arasında her yıl 50.000 kadar, toplamda 2,5 milyon Yahudi Rusya’yı terk etmiştir.
Rosa Luxemburg 1918’de Kişinev pogromuna atıf yaparak arkadaşı Sonja Liebknecht’e şöyle yazmıştır: “Yahudilere karşı pogromlara gelince, bütün söylentiler açıkça yalan. Rusya’da pogromlar çağı sonsuza kadar ortadan kalktı. İşçiler ve sosyalizm çok daha güçlü. Devrim havayı temizledi, dolayısıyla Kişinev sonsuza kadar geçip gitti. Oysa Yahudilere karşı pogromların Almanya’da olabileceğini düşünüyorum.” Rosa, Sovyet devriminin antisemitizme son vereceğini düşünüyordu.
Odessa’da 18-22 Kasım 1905 tarihleri arasında korkunç bir pogrom daha yaşanmış, 400 üzerinde Yahudi öldürülmüş, 1600 civarında Yahudi mülkü hasar görmüştür. Troçki, 1905 isimli yapıtında o günleri şöyle aktarıyor: “Herkes yaklaşan bir pogromu önceden biliyor. Katliam bildirileri dağıtılıyor, resmî yerel gazetelerde kana susamış makaleler yayınlanıyor, bazen de ortalıkta özel bir gazete dolaşmaya başlıyor. Odessa valisi kendi adına provokatif bir bildiri yayınlıyor. Uygun zemin hazırlandığında, gezgin bir ‘uzmanlar’ grubu ortaya çıkıveriyor. Bunlar, cahil kitleler arasında uğursuz söylentiler yayıyorlar: Yahudiler Rusya’ya saldırmayı planlıyor, bazı sosyalistler kutsal ikonu kirletti, bazı öğrenciler Çarın portresini yırttı.” Troçki pogromlara karşı öz savunma komitelerinin örgütlenmesine katılmış ve antisemitizme mücadelede aktif olarak yer almıştır.
Antisemitizmi geri kalmışlık ve önyargı olarak gören Lenin ise 1906 yılında kaleme aldığı bir makalesinde Bialystok pogromunun sorumlusunun hükümet olduğunu yazmıştır: “Bildiğimiz eski görüntüler! Polis ortalığı kızıştırıyor, hükümet matbaaları Yahudilere zulüm çağrıları basıyor. Polis katliamın başlangıcına müdahale etmiyor. Askerler, Kara Yüzler’in [aşırı milliyetçi, ırkçı, Çarcı bir hareket] kahramanlıklarına seyirci kalıyor. Ve ardından -hemen ardından- aynı polis, sahnedeki pogrom kahramanlarına karşı soruşturma ve dava açma komedisini başlatıyor.”
“Pogrom” kelimesinin Rusça kökenli bir kelime olması işte böyle bir tarihsel süreçten kaynaklanıyor.