Ahmet Eken
Hava Nasıl Tarih Yazar, Ronald D. Gerste – Kolektif Kitap, 2017
Gündemimizi meşgul eden konulardan bir tanesi de iklim değişikliği. Sık sık bilim adamlarının, çevrecilerin, siyasilerin dediklerini, yaptıklarını duyuyor, görüyoruz. Öte yandan havalar da eskisi gibi değil; görmediğimiz, yaşamadığımız, hatta bilmediğimiz hava olaylarına tanık oluyoruz. “Bu mevsimde bu nereden çıktı” dediğimiz sıcaklıklar veya yağmur, dolu, hortum veya kar, biz sıradan insanların hayatını altüst ediyor ve o zaman diyoruz ki “Dünyanın iklimi değişiyor diyenler haklı ve bu böyle devam ederse sonumuz felaket.”
Okuduğumuz kitap, bu türden sorulara cevap arayan, tarihte olumlu hava koşullarının nelere yol açıp olumsuz olduğu zaman neler yapabileceğini örnekleriyle gösteren ilginç bir çalışma. Yazar, ²Bu kitapta öncelikli olarak iklimin toplumların gelişimi ya da gerilemesi üzerindeki etkilerini incelenmektedir. İklimin bu makro düzleminin yanı sıra mikro düzlemde de hava durumu ele alınacaktır. Hava durumu kısa süreli, dönemsel ve sadece birkaç gün ya da hafta boyunca etkin bir tarihsel faktörken iklim, birikimsel bir deneyimdir… Bir yerin ya da bölgenin çok daha uzun süreli meteorolojik koşullarının tamamını kapsar, ortaçağda 300 ila 400 yıl kadar süren sıcak dönem gibi² diyor.
Roma İmparatorluğu’nun altın çağı
Hava koşullarının tarih üzerinde önemli bir etkisi olduğunun, ancak tüm tarihsel süreci belirleyen tek faktör olmadığının altını çizen Ronald D. Gerste, ilk örnek olarak Roma İmparatorluğu’nu seçmiş. Okuyalım: “Milattan sonraki ilk iki yüzyılda, yani Roma İmparatorluğu’nun altın çağında, şimdiki küresel ısınma çağının hava sıcaklıklarına denk düşen ve genelde istikrarlı seyreden bir iklim hüküm sürdü… Roma’nın yükselişi siyasal ve ekonomik istikrar olmadan düşünülemezdi. Her ikisi de nüfusu milyon sınırına yaklaşan Roma metropolünün sakinlerinin ihtiyaçlarının karşılanmasına bağlıydı.”
En önemli ihtiyaç olan ekmek, Nil’in verimli vadilerinden gelen tahıl ile karşılanmış. Merkez dışında imparatorluğun diğer bölgelerinde de sıradışı hava koşulları az yaşanıp sıcaklıklar ve yağış oranları ortalama seviyelerde kalmış. Düzenli yollar uzak topraklara sefere çıkıp oralara yerleşen askerî birlikleri de beslemeyi mümkün kılmış, Batı ve Güney Avrupa’da pek çok gelişmenin yaşandığı bir Roma dönemi olmuş.
Ancak MS 300 yılında başlayan iklim değişikliği Avrupa’nın güneyinde tarım ekonomisine darbe indirmiş. Nil nehrindeki ekinlerin yetişmesi için gereken ideal taşkınlar yerini sel felaketlerine bırakmış. İklimde soğumalar, kuraklıklar yaşanmış. Bir de üstüne, çevrede bulunan halklar Roma’ya doğru ilerleyince Batı Roma İmparatorluğu son bulmuş. Doğu Roma’ya gelince, batıya kıyasla hem iklimsel hem de politik açıdan daha iyi bir konumda ve nemli bir yaz ve hasat sayesinde beşinci yüzyılda büyük bir gelişim gösteriyor.
Ortaçağ Avrupası’nın 1000 ile 1300 yılları arasını da sıcak, tarım için elverişli havaların hüküm sürdüğü bir dönem olarak yaşadığını görüyoruz. Korkunç soğuk dönemlerin olmaması, don olaylarının geç başlaması, verimli yağmurlar, yakıcı olmayan güneş ve yeni tarımsal teknikler, besin üretimini arttırmış. Bunun sonucu, hayatta kalma süresinin uzaması ve nüfusun süratle çoğalması olmuş. Eski şehirler büyürken, yenileri kurulmuş. Roma’nın sona ermesiyle yok olan şehir hayatı yeniden doğmuş. Ticaret gelişmiş yeni bir tüccar tipi çıkmış. Üniversiteler kurulmuş… Modern Avrupa’nın temelleri oluşmuş.
Küçük Buzul Çağı
Bu dönem 1300’lü yıllardan itibaren sona ermeye başlamış. Soğuk kış mevsimleri ve aşırı yağışlar tarımsal hayatı altüst etmiş ve tabii kıtlıklar yaşanmaya başlamış. Bu arada sığır vebası gibi salgınlar köylünün hayvanını da elinden almış. Büyük kıtlıktan sağ kurtulan ama zayıf insanların başına bir de ²kara ölüm² musallat olmuş. Bazı şehirler nüfuslarının yarısını, bazılarıysa üçte ikisini kaybetmiş. Bu dönem, kaba bir hesapla Küçük Buzul Çağı adı verilen dönemin başlangıcıdır. Bilim adamları bunun 19. yüzyılın ortasına kadar sürdüğünü belirtiyor.
Bu dönemle ilgili bazı meteorolojik bilgiler şöyle: “Ortalama sıcaklık değerleri daha önceki yüksek Ortaçağ’da hissedilen sıcaklık değerlerinin yaklaşık 0,8 derece, hatta bazı bölgelerde 2 derece kadar altındaydı… Kuzey Yarımküre’nin tamamında 1400 yılından 1900’e kadar süren dönem, 1000 yılından 1400 yılına kadar süren dönemden çok daha soğuktu… 15. yüzyılın sonlarından sonra 17. ve 19. yüzyıllar, bu dönemdeki en soğuk yüzyıllar olarak görülmektedir.”
Bu yüzyılların bir başka özelliği art arda volkanik patlamalar olması. Yanardağların püskürmesiyle birlikte atmosferin en yüksek katmanlarına fırlayan tanecikler aerosoller oluşturuyor ve yeryüzüne ulaşan güneş ışını miktarı azalıyor. İklim tarihçileri 1580 yılından 1600’e kadar süren aşırı soğuk dönemde, Asya Pasifik bölgesinde ve Latin Amerika’da beş yanardağın patladığını belirtiyor.
Güneş göremeyen ekinler bir de dolu fırtınalarıyla tarumar olmuş. Ve büyük kıtlık felaketleri yaşanmış. Bunun ekonomik, sosyal, siyasî sonuçları ise hepimizin malûmu…
Hava koşulları bazen büyük siyasî olaylarda hayli etkili olabiliyor. Yazarın verdiği örneklerden bir tanesi, 1789 Fransız Devrimi ile ilgili. Okuyalım: “1788 yılının aşırı sıcak baharı ve erken yaz mevsimi uzun süreli bir kuraklığa neden oldu. (Yağış miktarı çok azaldı). Nüfusun gıda ihtiyacının karşılanmasını tehlikeye sokan tek iklim olayı bu kuraklık değildi. Bastille’deki büyük fırtınadan tam bir yıl, bir gün önce 13 Temmuz 1788’de yaşanan ve o güne dek daha önce hiç deneyimlenmemiş bir dolu fırtınası Fransa’nın büyük kısmını etkisi altına aldı. Tahıl tarlaları, bahçeler mahvoldu… Dolu felaketini yeni bir kuraklık ve ardından soğuk bir kış mevsimi izledi. Buz tutan nehirlerde değirmenler tahılları öğütemez hale geldi, gıda ürünlerinin nehir üzerinden nakliyesi ise imkânsızlaştı… Ekmek fiyatı yüzyılın en yüksek değerine ulaştı, bu temel besin kaynağı sıradan bir vatandaşın gelirinin %80’ini silip süpürüyordu…²
Yazar, devrimin nedenlerinden biri hava şartlarıydı demiyor. Dediği şu, ²Ancak havanın etkisi muhtemelen başka bir sırayla ve başka bir zaman diliminde gerçekleşebilecek olayların ilerlemesini hızlandırdı.²
Havadan yana şansı kapalı yegâne Fransa kralı XVI. Louis olmamış, imparator Napoleon Bonaparte’ın da yüzü pek gülmemiş. Devasa bir orduyla 1812 yılında çıktığı Rusya seferinde, başı önce aşırı sıcaklarla, sonra da aniden patlak veren şiddetli kışla derde girmiş. Ve 600 bin askerinden 500 binini kaybettikten sonra seferi durdurmuş. Bu olaydan 129 yıl sonra, bu kez Hitler’in orduları aynı sorunu yaşamış. Rusya topraklarına 1941 yazında giren saldırganlar sonbaharın ortalarında Moskova önlerine gelmiş. Ancak bazen eksi 30’a, eksi 40’a kadar düşen sıcaklık sonucu hareket edecek gücü kalmayan Nazi ordusu, kışa uygun donanımlı Sovyet askerleri karşısında kıpırdayamaz hale gelmiş.
Antropojenik faktör
Tarihte yaşanmış iklim değişikliklerinden ve olağan dışı hava durumlarından, bunların neden olduğu bazı olaylardan söz eden yazar, kitabının son sayfalarında günün konusu iklim değişikliğine geliyor. Bilim adamlarının çok büyük bir bölümünün, düzenli olarak artan karbondioksit ve bilhassa sera gazı salınımının yeryüzünün ısınmasına sebep olduğu ve bunun felaketlere yol açacağı konusunda hemfikir olduğunu belirttikten sonra, şunları söylüyor: ²Bu kitap, hava ve iklimin tarihsel sonuçları üzerine yazılmıştır ve belirsiz bir geleceğin genel taslağını ortaya koymayı amaçlamaktadır. Geçmişte yaşananlara bakıldığında, iklimi etkileyen birçok faktörün mevcut olduğu ve bunların arasında insanın da olduğu açıktır. İklim değişikliklerinin antropojenik (insandan kaynaklanan) nedenine odaklanıldığında sıklıkla insanların neden olduğu salınımların… tek faktör olduğuna ilişkin bir algı oluşmaktadır… belirleyici olan kimi etkilerin göz ardı edilmesine neden olmaktadır.²
Ve bir örnek veriyor: 1815 yılındaki Tambora Yanardağı’nın (Endonezya) patlaması. Patlama sonucu Kuzey yarımkürede yüzyıllardır görülmeyen bir kış yaşanmış. Yaz bir türlü gelmediği gibi günlerce süren yağmurlar, sel felaketleri olmuş ve tabii hasat olmadığı için kıtlık başlamış. Bunun tarihte münferit bir olay değil, her an tekrarı mümkün bir olay olduğunu hatırlatıyor.
Gerste, küresel ısınmanın gerçek ve nedeninin kısmen de olsa antropojenik olduğunu düşünen, hatta bundan ‘emin’ olan bir yazar. Ancak, konuya yaklaşırken tek bir faktöre saplanıp kalmayalım diyor.
Keyifle okunan ilginç bir çalışma.