Şenol Karakaş
Bekir Ağırdır’ın 31 Mart seçimlerinin ardından yaptığı analiz şöyleydi:
“Yerel meclis oylarında Cumhur İttifakı’nın toplamda 24 Haziran [2018] oylarından 5,1 puan oy kaybettiği hesaplanıyor. Fakat buna karşılık kaybedilen bu oyların Millet İttifakı’na yönelmediği, Millet İttifakı’nın 24 Haziran oylarını yalnızca 0,9 puan artırdığı anlaşılıyor. Azalan oyların yarıya yakını sandığa gitmemiş, diğer yarısı da diğer partilere gitmiş. Aynı hesaplamayı belediye başkanlıkları oyları ile 24 Haziran milletvekilliği oylarını karşılaştırarak yaptığımızda Cumhur İttifakı oylarında 5,8 puan kayıp olduğunu görüyoruz. Bu tablodan tespit etmemiz gereken üçüncü önemli dinamik ise iktidar bloku seçmeninin rahatsız olduğu, partilerini sorgulamaya başladığı, sıkıntısını sandığa gitmeyerek gösterdiği ama hâlâ muhalefet blokuna geçmekte tereddütlü olduğunu gösteriyor.”
24 Haziran genel seçimlerinde Erdoğan İstanbul’da 4.578.454 oy almıştı. Binali Yıldırım ise 31 Mart’ta 4.111.254 oy aldı. Bu, sadece İstanbul’da dokuz ay içinde yaklaşık yarım milyonluk bir oy kaybı anlamına geliyordu. Daha önce 7 Haziran 2015 seçimlerinde ve 16 Nisan referandumunda da ortaya çıkan bir gerçek bir kez daha kendisini ortaya koyuyordu. AKP’yi yenmenin yolu, partinin tabanındaki işçi ve emekçilerden bir bölümünün bu partiye oy vermekten vazgeçmesi ve giderek bu partiyle bir mücadele içerisine girmesidir.
31 Mart seçimleri, yerli-millî koalisyonun hamaset yüklü beka sorunu propagandasının iktidar açısından beklenen sonucu doğurmadığını kanıtlamıştı. 23 Haziran seçimleri bu sonucu kavrayamayanlara gerçeği çok daha sert bir şekilde gösterdi. Milyonlarca insan ekonomik fakirleşmeye, ağır hukuk ihlallerine, eşitsizliğe ve adaletsizliğe karşı tepkili. Bu tepki, 23 Haziran’da İstanbul’da sandıkta patladı. Sonuçlar AKP liderliğinin yaşanan siyasal gelişmeleri kavramaktan bütünüyle uzak olduğunu gösterdi. 31 Mart seçim sonuçlarını teknik bir sapma olarak gördüler, 23 Haziran ise sonuçların siyasal bir hava değişimi anlamına geldiğini kanıtladı.
Derin bir iç tartışmanın AKP saflarında başladığı çok açık. Hürriyet gazetesinden Abdulkadir Selvi “İstanbul tartışması sürüyor” başlıklı köşe yazısında 25 Haziran’da yapılan AKP MYK’sında şöyle bir tartışma yaşandığını aktarıyor:
“Recep Tayyip Erdoğan’ı Türk siyasetine kazandıran ve AK Parti’nin doğumuna neden olan İstanbul’da seçimler 9,5 puan farkla kaybedildiyse elbette ki bunun enine boyuna tartışılmasında yarar var. Eğer tartışılmıyorsa orada bir sorun var demektir. YSK’ya yapılan iptal başvurusunun doğru olmadığını savunanlardan ‘Parti politikaları partinin yetkili kurullarında görüşülmüyor’ diye bir kanaat var. ‘Partinin kararları MYK’da konuşulabilseydi bunlar olmazdı’ eleştirisi gelince Erdoğan, ‘Benim istişare ile karar almadığımı söylemek, şahsıma yapılmış bir hakarettir’ diye karşılık veriyor.”
Bunlar, aşağıda, derinlerde yaşanan bir değişimin parti merkezine yansıyan ifadeleri. Tıpkı Davutoğlu ya da Gül-Babacan merkezli parti kurma girişimlerinin de bu değişimin ifadeleri olması gibi. Kitlelerin ruh halinde, siyasal eğilimlerinde yaşanan bu değişim İmamoğlu’nda cisimleşiyor.
Solun geniş kesimlerinin de bir zorunluluktan değil doğru siyasal alternatif olduğu için İmamoğlu adı etrafında umut yaymaya başlaması, yeni bir siyasal fenomen olarak İmamoğlu’ndan değişen CHP’yi de sürükleyen bir “Ekremizm” çıkartılmaya çalışılması, başka bir alternatifin inşa edilmesi gerektiğini düşünenleri iki kere daha hızlı hareket etmeye zorlamalı.
İmamoğlu’nun “solculuğu”, en iyi ihtimalle seçim kazanmak için bir ölçüde demokratlık bir ölçüde de solculuk yapan bir politik hatta tekabül ediyor, ama bu “solculuk” sol Kemalist, sol milliyetçi bir çizgiden ileri gidemiyor, Kemalist ve popülist bir söylemden ibaret kalıyor. Hem azınlıkların bayramını kutlayan, hem seçilir seçilmez soluğu Anıtkabir’de alan ve Alpaslan Türkeş’i hayırla yad eden bir politikanın ciddiye alınması gereken bir değişim anlamına geldiğini düşünmek için şu iki olayın aynı anda yaşanması gerekiyordu: Birincisi, sağcılığın politik ortamı nefes alınamaz kılması; ikincisi, bu çaresizlik hissinin aşağıdan devrimci, özgürlükçü, antikapitalist bir alternatifin inşa edilmesini imkânsız kıldığı fikrinin yaygınlaştırması. OHAL koşulları bu iki şartı yerine getirdi.
Şimdi becerilmesi gereken, İmamoğlu’ndan bir efsane, bir “Ekremizm” yaratmak değil. AKP-MHP ittifakının çözülmesini sağlamak, bunu AKP tabanının emekçi, yoksul ve adaletsizliklerden rahatsız olan bölümünün AKP’den kopmasını sağlayarak başarmak ve bu başarıyı en azından bu kitlenin bir bölümünü yanına çekecek antikapitalist bir alternatifin inşa edilmesi süreciyle gerçekleştirmek.