Atilla Dirim
“Cumhuriyet Müesseseleri” Matbaacılık ve Neşriyat Türk Anonim Şirketi tarafından 1932 yılında İstanbul’da yayınlanan Hayat Ansiklopedisi’nin Ankara maddesi, başkentin Anadolu’ya taşınmasının nedeni ve bunun kimin fikri olduğuna dair şu bilgiyi verir: “Cihan harbini müteakip Osmanlı saltanatının yıkılması ve İstanbul’un müstevliler tarafından işgali üzerine, yeni neslin idealistlerini, çalışabilecek faziletli unsurlarını Anadolu yaylalarının açık havasına çıkarmak ve burada yeni devletin temellerini atmak lüzumunu hisseden, tatbik eden ve tahakkuk ettiren Büyük Reisimiz olmuştur.”
Bu bilgi Türkiye’de okula gitmiş olan hiç kimseye yabancı değildir. Daha ilkokuldan başlayarak Ankara’nın başkent yapılmasının sadece ve sadece Mustafa Kemal’in eseri olduğu, üstelik sadece Ankara’nın başkent yapılmasının değil, “yedi düvele” karşı verilen savaştan sonra “bağımsız Türk devletinin” kurulmasının tümüyle onun yetenekleri ve kararları sayesinde gerçekleştiği, bugün sahip olduğumuz her şeyi ona borçlu olduğumuz bıkıp usanmadan tekrar tekrar anlatılır.
Kemalist tek parti rejiminin bilhassa 1930 yılından sonra kurgulamaya başladığı ulusal kurtuluş mitolojisinin merkezinde Mustafa Kemal bulunmaktadır. Mustafa Kemal her şeyi tek başına başarmış bir deha, bir büyük önder, kahraman bir savaşçı, kendisini iyiliğe ve güzelliğe adamış bir ilerlemecidir. Zaten Nutuk‘ta “1919 senesi Mayısı’nın 19. günü Samsun’a çıktım” sözleriyle kendisi de bunun altını çizmektedir. O, tek olandır, bir şeyler başarmak sadece ona mahsustur. Diğer tarihsel figürler, güçlerini ve ışığını ondan alan figüranlardır. Bu bağlamda Ankara’yı başkent yapma fikri de elbette sadece ona aittir.
Almanların düşünceleri
Oysa gerçek tam olarak öyle değildi. Başkent’in İstanbul’dan Anadolu’ya kaydırılması fikri, 1800’lü yılların sonlarından itibaren yoğun bir şekilde tartışılıyordu. Osmanlı ordusunda yapılması planlanan reform kapsamında II. Abdülhamid tarafından Prusya’dan istenilen ve 1882’de gelen askerî heyetin komutanı Otto von Kähler’in ölümü üzerine, 1885 yılında bu heyetin başına getirilen Wilhelm Colmar von der Goltz, ya da bilinen ismiyle Goltz Paşa, başkentin Asya’ya taşınması konusunda görüş bildiren isimlerden biriydi. Goltz Paşa, 1895 yılına kadar askerî okullar müfettişliği vazifesinde bulundu. Seferberlik, ordu harekâtı, harekât planları ve askerî haritalar konusunda çalıştı. Alman harp okulları örneğinde ders programları hazırladı ve Berlin Harp Akademisi’ni örnek aldı. Sonraki yıllarda bazı kısımları bizzat kendi kaleminden çıkan ve toplam 4000 sayfaya ulaşan ders kitapları hazırladı. Ayrıca hizmet, sağlık, yemek vakitleri ve doğru beslenme, dayak yasağı alanlarında düzenlemelere girişti.
Goltz Paşa, tüm bunları yaparken ordunun silâh alımlarında Almanya’nın tercih edilmesinde etkili oldu. Bin adet ağır topun Krupp şirketine sipariş edilmesine, yüz binlerce mavzerin satın alınmasına, Boğazlar’ın savunması için Schichau Tersanesi’nde bir torpido gemisinin yapımına önayak oldu. Aynı zamanda konunun siyasî ayağına da el atarak, 1895 yılında yayınlanan “Osmanlı İmparatorluğu’nun Güçlü ve Zayıf Yönleri” başlıklı makalesinde Asya’da kalan topraklarının Osmanlı İmparatorluğu’nun çekirdeğini teşkil ettiği, bu bölgelerin daha fazla ihmal edilmemesi ve başkentin İstanbul’dan Asya’ya nakledilmesi gerektiği görüşünü ortaya koydu.
Daha sonra, 1913 yılında Neue Freie Presse gazetesinde yayınlanan bir makalesinde bu görüşlerini tekrarladı: “Osmanlı başkentinin taşınması gerektiğini sık sık söylerim. Tabii ve siyasî durum onu gerektiriyor. Hükümet, İstanbul’da kaldığı sürece gözlerini hep Avrupa’ya çevirecektir. İstanbul, azimle ve gayretle çalışmaya elverişli bir yer değildir. Ilıman iklimi, olağanüstü doğal güzelliği ve Boğaz’ın iki yakasıyla körfeze [Haliç’e] serilmiş durumu ile insanları gevşetir. İnsanları egemenliği altına alır. Oysa hükümet, çevresine ve kendisine egemen olmak durumundadır. Merkezi İstanbul’da bulunan hiçbir hükümet uzun süre sağlıklı ve güçlü kalamadı. Aklıselim tarihçiler, Türk ihtişamının yıkılışının gizli başlangıcını Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’da kalmaya karar verdiği zamana götürüyor. Taşınmak gerçekten çok zor. Yöneticiler, büyükler, tacirler, diplomatlar ve parlamentonun büyük çoğunluğu ‘yeryüzünün cennetini’ terk etmemek, Halep ve Şam’a taşınmamak için direnebilir.”
Almanya’nın Türkiye büyükelçisi Wangenheim ise Goltz Paşa ile aynı görüşte değildi. Ona göre İstanbul bir Avrupa şehri olarak başkent sıfatını korumalı, ancak Asya’da ikinci bir merkez teşkil edilmeliydi: “İstanbul hâlâ bir Avrupa şehridir ve günümüzde Avrupa’nın dev siyasî ve ticarî hayatına telgraflar, demiryolları ve vapur bağlantılarıyla sımsıkı bağlıdır. Başkentin Asya kıtasına kaydırılması, Türkiye’ye olan ilgiyi derhal önemli ölçüde azaltacaktır ve İran, Fas seviyesine düşürecektir… İstanbul, imparatorluğun merkezi olarak kalmalı. Şüphesiz vatandaşlarına daha yakın olabilmek için Sultan’ın ara sıra gidebileceği, Asya’da ikinci bir merkez (başkent) oluşturulmalı. Buna, ilk anda Arap dünyasını etki alanına alabilmek için konumu müsait bulunan Halep aday görülebilir.”
Osmanlı cenahı
Osmanlı cenahında ise genel olarak başkentin İstanbul olarak kalması görüşü hakimdi. A. Ziver isminde bir yazar 1913 yılında Payitahtın Nakli Meselesi, En Can Alacak Nokta adlı bir kitap yayınladı. Ziver’in naklettiğine göre, İstanbul’da Ermenice yayınlanan Jamanak gazetesinde Goltz Paşa’nın başkentin İstanbul’dan taşınması konusunda söylediklerine şöyle cevap veriliyordu: “İstanbul başkent yapılmakla Osmanlı Devleti zayıflamamış, tersine güçlenmiştir. Bir ülkenin ucundan ziyade ortasından daha iyi yönetileceği düşüncesi sakat bir görüştür. Çünkü Avrupa’nın pek çok başkenti ülkelerin ortasından daha uzaklara kurulmuşlardır.”
Ancak sonradan Ankara Hükümeti’nde bakanlık da yapacak olan Ahmet Ferit (Tek) Bey gibi bazı isimler, yeni bir başkentin gerekli olduğunu söylüyordu. Ahmet Ferit Bey, İfham gazetesinde yayınlanan “Konstantiniye’den Osmaniye’ye” başlıklı yazısında şöyle diyordu: “Payitahtın İstanbul gibi bir şehirden uzaklaştırılması güç bir meseledir. Hisse, ananeye aykırı bir teşebbüs, fakat ne yapalım? Eğer bu nakil millet ve memleket selameti için lüzumlu ise. Payitahtın vatanın merkezine, milletin kalbine kurulması, yerleşmesi lazımdır. Payitaht bir devletin başı demektir. Düşmana baş uzatılmaz, baş saklanır, kollarla ayak onu müdafaa eder. Hudut bu kadar yaklaştıktan sonra İstanbul’da rahat oturmanın imkânı yoktur; idare merkezi bu gibi tehlikelerden masum olmak icap eder. Şimdiye kadar İstanbul’da tehlike yalnız Boğazlar cihetinden idi. Şimdi buna bir de karadan bir tehdit ilave olundu. Üç taraftan tehlikeye maruz bir noktada payitaht kurulamaz…”
Ahmet Ferit Bey, Osmanlı İmparatorluğu dağıldıktan sonra ortaya çıkan millî ülkenin; uçları Hopa, Kerkük, Rodos ve İstanbul’dan oluşacak dörtgenden kurulacağını söylüyordu. Yeni ülkenin başkentinin de bu dörtgenin ortasında Kayseri yakınlarında Osmaniye adıyla yeni kurulacak şehir olması gerektiğini söylüyordu.
İttihat ve Terakki
Osmanlı İmparatorluğu’nu 1914 yılında Almanya saflarında savaşa sokan İttihat ve Terakki Cemiyeti, olası bir yenilgi durumunda neler yapılacağına dair planlar da yapıyordu. Bu işle Teşkilat-ı Mahsusa görevlendirilmişti. Başta Kuşçubaşı Eşref Bey’in Salihli’deki çiftliği olmak üzere, çeşitli merkezlere silah ve para depolanıyordu. İstanbul’un işgal edilmesi durumunda başkentin Ankara, Sivas, Konya veya Kayseri’ye nakli öngörülüyordu, hatta padişahın bile kaçırılarak Ankara’ya getirilmesi ve direnişin buradan sürdürülmesi hesaplanıyordu. Bu maksatla İstanbul’dan Ankara’ya silah ve insan kaçıracak birimler oluşturulur, ayrıca haberleşmenin sağlanması için İstanbul- Ankara arasında “Kuşçu Telgraf Hattı” olarak bilinen gizli bir telgraf hattı kurulur.
Ankara’da 1915 yılının savaş koşullarında yapımına başlanan İttihat ve Terakki Kulüp Binası da, bu planın bir parçası olarak kabul edilebilir. Bina, Enver Paşa’nın emriyle Evkaf (Vakıflar İdaresi) mimarı Salim Bey tarafından projelendirilmiş ve projeyi yürütme görevi, dönemin İttihat ve Terakki Fırkası Ankara temsilcisi Memduh Şevket (Esendal) Bey’e, proje yapım işi ise Kolorduda görevli olan askerî mimar Hasip Bey’e verilmişti. Enver Paşa temel atma törenine bizzat katılmıştı:
“Tanin gazetesinin özel muhabiri Mehmet Muhsin’in bildirdiğine göre Ankaralılar, Paşayı taşıyan özel trenin gelmesine daha üç saat varken Hükümet Konağı ile İstasyon arasındaki geniş alanı doldurmuşlardı. İstasyon önü o kadar kalabalıktı ki, muhabirin ifadesiyle ‘adeta şehirde insan kalmamış denecek kadar emsali gayr-ı meşhûd bir izdiham ile muhât idi’.
Karşılamada halkın yanı sıra şehirdeki askerî ve mülkî erkân, eşraf, memleketin muteberleri, ulema, dinî ve ruhanî reislerle birlikte bir bölük asker, polis, jandarma efradı, Mekteb-i Sultani, Darülmuallimin ve Ziraat Mektepleri talebeleri yer alıyordu. Bu arada Vali Bey, Paşa’yı Ankaralılardan önce karşılamak üzere Sincan’a gitmiş ve orada trene binerek Enver Paşa’ya ‘hoşgeldiniz’ demişti.
Törenden sonra istasyon dışına çıkan Paşa, ilk önce talimgâhı ziyaret etmek istemişti. Bu yüzden kendisi için hazırlanan özel ata binerek ve çevrede birikmiş halkı selamlayarak atının üzerinde hareket etti. Talimgâhın denetlenmesinden sonra vali ile birlikte hükümet konağına geçen paşaya ‘vazife-i hoş-amedî’ etmek üzere vilayetin önde gelen adlî, idarî, askerî, dinî görevliler ile eşraf da konağa geçmişlerdi.
Hükümet konağındaki törenden sonra Enver Paşa, Vali Mazhar Bey’in bağ konağına birlikte gittiler. Sonrasında ise aynı gün Kırşehir’e gitmek üzere hareket etmiştir.” (Tanin, 29 Nisan 1330, s. 3.)
Tam olarak bitirilemeyen İttihat ve Terakki Kulüp Binası’nın inşaatı Ankara Hükümeti tarafından tamamlandı ve bina 23 Nisan 1920 tarihinde Büyük Millet Meclisi, yani Birinci Meclis olarak kullanılmaya başlandı.
Anadolu Hükümeti
Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’ndan mağlup olarak çıkmasından sonra, Mustafa Kemal önderliğinde Ankara’da yeni bir örgütlenmeye gidildi. Bu çabaların daha önce yapılan planlara uygun şekilde yürütüldüğü düşünülebilir. İstanbul ise işgal edilmişti ve özellikle İngiliz tarafı, İstanbul’un artık başkent olarak kalamayacağını ve başkentin Anadolu’ya taşınması gerektiğini ifade ediyordu.
Heyeti Temsiliye Başkanı Mustafa Kemal, bu duruma tepki göstererek, 8 Ocak 1920 günü Ankara’dan Üçüncü Kolordu Komutanlığı’na şu şifreli telgrafı gönderdi: “İngiltere Hükümeti Başbakanı Lloyd George’un, İstanbul ve Boğazlar’ın milletlerarası hâle getirileceği, Türk Hükümeti’nin yeni merkezinin Anadolu’da olacağı ve İstanbul’un yalnız halifelik merkezi ve dinî bir başkent olarak kalacağı yolunda barış konferansına teklifte bulunacağı gazetelerde görüldü. Millî geleneklerimize ve dinimize aykırı olan böyle bir kararın milletimizce asla kabul edilmeyeceği doğaldır. Yabancı temsilcilere bu yolda sert protestolarda bulunulması ve gönderilecek protestoların bir örneğinin de bilgi için Heyeti Temsiliye’ye tellenmesi rica olunur”.
Ancak 1921 yılından itibaren Büyük Millet Meclisi’nde başkentin taşınmasıyla ilgili tartışmalar yaşanmaya başlamıştı. 31 Ocak tarihinde hükümet, Meclis’e bir başkent komisyonu kurulması önerisinde bulundu ve İstanbul’un artık siyasî başkent olarak düşünülmediği anlamına gelen bir kararname sundu. Kararname oy çokluğuyla reddedilince, 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda başkent ile ilgili bir hüküm yer almadı.
Yine aynı günlerde Ankara’ya gelen Amerikalı gazeteci Clarence K. Streit, Mustafa Kemal ile yaptığı mülakatta başkent tartışmaları hakkında da sorular sormuştu. Daha çok kısa bir süre öncesine kadar başkentin taşınmasını “millî geleneklere ve dine aykırı” gören Mustafa Kemal’in cevabı, bu defa farklı olmuştu: “İstanbul bizim geleneksel başkentimizdir ve öyle kalmalıdır. Ama dünya savaşı bize bir ders verdi ve tecrübe kazandırdı; saltanat ve halifelik İstanbul’da kalacaksa da gerçek hükümetin, millî hükümetin merkezi Anadolu’da olacak; yani İstanbul’dan daha iyi korunan yurdun orta yerinde bulunacaktır. Meclis elbette zaman zaman İstanbul’a gidebilir. Ama sürekli hükümet merkezi İstanbul’da olmayacaktır. Henüz kesin karar verilmiş değildir, konu görüşülmektedir. Başkent olabilecek yerler arasında Kayseri, Sivas ve Yozgat aklımızdan geçiyor. Başkentimizi kurmak amacıyla bir komisyon bu merkezî bölgeyi inceleyecektir. Başkent olarak seçilecek yerin ormanı, akarsuyu, kısacası doğal güzelliği olacaktır.”
Yeni başkent: Ankara
Gelişen olaylarla birlikte Lozan Antlaşması’nın TBMM tarafından onaylanmasından sonra, İstanbul 23 Eylül 1923’ten itibaren tahliye edilmeye başlandı. 6 Ekim 1923’te İstanbul’un işgal kuvvetleri tarafından boşaltılması tamamlandı. İşgal kuvvetlerinin İstanbul’dan ayrılması, hükümet merkezinin neresi olacağı konusunun daha da alevlenmesine neden oldu. Nihayetinde İsmet Paşa (İnönü) hükümet üyesi olmakla beraber, Ankara’nın başkent oluşunu öngören önergeyi 9 Ekim 1923’te on dört arkadaşı ile birlikte, Malatya Milletvekili olarak Meclis’e sundu. Uzun görüşme ve tartışmalardan sonra, 13 Ekim’de tek maddelik kanun teklifi kabul edildi: Türkiye Devleti’nin başkenti Ankara’dır.
Görüldüğü üzere, başkentin Anadolu’ya taşınması ihtiyacını hisseden, kabul ettiren ve uygulayan tek başına Mustafa Kemal değildir. Mesele on yıllar boyunca sert bir şekilde tartışıldıktan sonra karara bağlanmış ve güçlü bir muhalefete rağmen Ankara yeni devletin başkenti olmuştur.