Volkan Akyıldırım
Uluslararası sermayenin son küreselleşme dönemi bazıları tarafından kapitalizmin niteliksel olarak değişeceği yeni bir döneme geçiş olarak görülmüştü.
Sermayenin küresel entegrasyonu, özelleştirme, yeni kitle iletişim araçları ve dijitalleşme ile ortaya çıkan küresel toplumdaki eğilimlerin, patron ve işçi arasındaki çelişkileri silikleştireceği, kadın haklarına saygılı ve doğayı korumacı şirketlerin yön verdiği ılımlı bir kapitalizmin ortaya çıkışına yol açabileceği ileri sürülmüştü.
2001’de Dünya Ticaret Örgütü protestolarına destek vererek, küresel antikapitalist hareketin inşacısı olan marksistler, küreselleşme sürecine karşı ulus-devletin savunusunu reddederken, küresel eğilimler sonucunda kapitalizmin yeni bir aşamaya gireceği fikrini de desteklemediklerini erkenden göstermişti (örneğin, bkz. Küreselleşme ve Direniş, Chris Harman, Z Yayınları, 2001).
İçinde bulunduğumuz yılın başında yayınlanan bir dizi rapordaki veriler, sermayenin bu son küreselleşme sürecinin sonunda dünyanın nasıl bir yere dönüştüğünü ve küresel kapitalizmin önümüze getirdiği tehlikeli eğilimleri ortaya koyuyor.
Servet
Sermaye, mal ve hizmetlerin görülmemiş bir hızla dolaşıma sokulduğu, dünyanın en ücra köşelerinin küresel piyasaların birer parçası haline geldiği küreselleşme döneminin sonunda ortaya çıkan devasa servet az sayıda kişinin elinde toplandı.
İngiltere’de yoksulluk üzerine çalışmalarıyla bilinen yardım kuruluşu Oxfam’ın Kamu Yararı mı, Özel Servet mi? başlıklı yıllık raporuna göre, dünyanın en zengin 26 milyarderinin serveti, dünya nüfusunun en yoksul yüzde 50’sini oluşturan 3,8 milyar insanın toplam varlığına eşit.
Dünya çapında 2200 milyarderin serveti 2018’de 900 milyar dolar artmış, yani günde 2,5 milyar dolar artmış. En zenginlerin serveti yüzde 12 oranında artarken, dünya nüfusunun en yoksul yarısının varlığı yüzde 11 azalmış. Bu arada, 2008 küresel finans krizinden bu yana geçen on yılda milyarderlerin sayısı neredeyse iki katına çıkmış.
2016’da dünyanın en zengin 61 kişisi 3,8 milyar yoksulun varlığına eşdeğer servete sahipken, 2018’de zenginlerin daha da zenginleşmesi sonucunda, sadece 26 kişinin serveti yoksul yüzde 50’nin servetine eşit olmuş.
Dünyada erkeklerin toplam zenginlikten aldığı pay ise kadınlardan yüzde 50 daha fazla.
Türkiye’de de servet giderek daha az kişinin elinde toplanıyor. 2017’de memlekette 40 dolar milyarderi vardı. Bunlardan 20’sinin adı, Forbes dergisinin dünya dolar milyaderleri listesinde yer alıyor.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2018 yılı Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması’na göre en yüksek gelir grubunun toplam gelirden aldığı pay 2017 yılında yüzde 47,4 olmuş. 2018 borç krizi sonucu yüzde 40 oranındaki gelir kaybı ile başlayan yoksullaşma dalgasının bölüşümdeki bu adaletsizliği daha da artırmış olması beklenebilir.
Oxfam, zengin azınlıktan alınacak yüzde 1 oranındaki bir varlık vergisi ile 418 milyar dolar gelir sağlanabileceğini, bununla dünyada okula gidemeyen tüm çocukların eğitim masrafları ile sağlık ihtiyaçlarının karşılanabileceğini ve 3 milyon ölümün engellenebileceğini söylüyor.
Sermayenin merkezîleşmesi ve yoğunlaşması sonucu rekabetin de keskinleştiği, dünya ticareti ve ticaret yolları üzerine ‘ticaret savaşlarının’ başladığı günümüzde, işbaşına gelen otoriter yönetimlerin en önemli özelliği açıkça (kendi ulus-devletlerine dayanan) dev şirketlerin çıkarlarını savunmaları ve adil bir vergi politikasını baştan reddederek halkı vergilendirmeleri. Karşılarındaysa öfkeli halk kesimleri ve adaletsizliğe karşı çıkan yeni bir kuşak var.
Silahlanma
Şirketlerin küreselleşmesi, barışçıl bir dönemi getirmedi. Son küreselleşme döneminin başları ABD ve müttefiklerinin Irak (1991) ve Sırbistan (1995) askerî müdahalelerini gerçekleştirirken (ikisi de insanî gerekçelere dayandırılmıştı), ardından Afganistan, Irak, Suriye, Yemen ve Ukrayna savaşları geldi. Birçok bölgede “teröre karşı savaş” sürerken, birçok yerde yeni savaşların başlaması olasılığı var.
Sermaye küreselleşmiş olabilir, ama ulus-devletler ve sınırlarla bölünmüş küresel kapitalist düzende kıyasıya rekabet hâlindeki egemen sınıflar bir yandan gümrük duvarları örüyor, bir yandan da tepeden tırnağa silahlanıyor.
Stockholm Barış Enstitüsü’nün (SIPRI) 2019 raporuna göre, uluslararası büyük ölçekli silah transfer hacmi 2014-2018 döneminde bir önceki dört yıla kıyasla yüzde 7,8 artmış. Son dört yılda silah transfer hacmi 2004-2008’e kıyasla yüzde 23 oranında artış göstermiş.
2014-2018 döneminde dünyadaki büyük ölçekli silah ihracatının yüzde 75’i ABD, Rusya, Fransa, Almanya ve Çin tarafından yapılmış. Dünyanın en büyük silah üreticisi ABD, 2014-2018 döneminde önceki dört yıla oranla silah ihracatını yüzde 29 artırarak dünyadaki toplam silah ihracatının tek başına yüzde 36’sını yapmış.
2014-2018 yılları arasında 155 devlet büyük ölçekli silah ithalatı yapmış. Dünyada en fazla silah ithal eden beş devlet, Suudi Arabistan, Hindistan, Mısır, Avustralya ve Cezayir bu silahların yüzde 35’ini satın almış.
SIPRI raporu, son sekiz yılda Ortadoğu ülkelerinin büyük ölçekli silah ithalatında yüzde 87 artış yaşandını belirtiyor. Fakat silahlanma sadece buraya özgü değil. Asya ve Okyanusya bölgesi dünyadaki büyük ölçekli silahların yüzde 40’ını ithal etmiş.
Türkiye ise 2014-2018 döneminde, önceki dört yıla kıyasla, silah ihracatını yüzde 170 artırmış. Dünya silah ihraç eden devletlerin listesinde, İngiltere’nin ardından 14’üncü sırada yer alıyor
Türkiye, 2014-2018 döneminde yaptığı silah ihracatının yüzde 30’unu Birleşik Arap Emirlikleri’ne yaparken, bunu yüzde 23 ile Türkmenistan ve yüzde 10 ile Suudi Arabistan takip ediyor.
Küresel kapitalizmi bir piramide benzetirsek, tepedeki en güçlü devletler savunma harcamalarını artırırken, geri kalan devletlere aynısını yapmalarını söylüyor. En tepedekiler, kendi aralarında silahlanma yarışını başlatırken dünyanın geri kalanını da silahlandırıyor. Piramidin ortadasınkiler, bölgesel güç ya da alt-emperyalist olarak nitelenebilecek devletler, silahlama yarışının adeta lokomotifleri.
Müzakere ve diplomasinin yerini tehdit, yaptırım ve askerî müdahaleler alırken, yeni bir militarizm ve silahlanma dalgasıyla karşı karşıyayız. Küresel kapitalizmin bağrından doğan milliyetçiliklerin yükselişiyle birlikte militaristleşme dünyada savaş rüzgârları estiriyor.
Büyük çılgınlık
Küresel kapitalizm, iklim değişikliğine sebep olurken, devletler kendi yarattıkları iklim felaketine karşı gerçek önlemler almayı reddediyor.
Atmosferdeki karbondioksit oranının, sermayenin önceki küreselleşme dönemlerinden birini başlatan buharlı makinelerin icadı ve sanayi üretiminin doğuşuna kadar, milyonda 280 parça (ppm) olduğu tahmin ediliyor. Bu oran son 10 yılda 400 ppm’e çıkmış. 2018 Mayıs ayında yapılan ölçümlerde bu oran 414,7 ppm ile zirveye ulaşmış. 2019’da ise bu oranın ortalama 2,75 ppm artması bekleniyor. Sıcaklık artışının 1 dereceyle sınırlanması için bu oranının 350 ppm’de tutulması gerekiyordu. Fakat gerekli önlemleri içermeyen iklim anlaşmaları ve müzakerelerin Donald Trump tarafından çöpe atılmasıyla büyük bir çılgınlık başladı.
2014-2016 yılları arasında endüstri ve enerji üretiminden kaynaklanan karbon salımı, dünya ekonomisi az büyüdüğü için görece istikrarlıydı. Ancak 2017’de küresel ekonominin büyümesiyle, karbon salımı yüzde 1,2’ye yükselmiş.
Birleşmiş Milletler’e göre, sıcaklık artışını 1,5 derecede tutmak için, küresel karbon salım oranlarının 2030 itibariyle bugünkünden yüzde 55 daha az olması gerekiyor.
Beklenen ise, küresel karbon salımının yüzde 60’ını üreten (aralarında Türkiye’nin de bulunduğu) 57 devletin 2030 civarında devasa miktarda sera gazını atmosfere yollaması.
Her biri bir ulus-devlete dayanan sermayelerin uluslararası rekabetine dayanan küresel kapitalizm, insan ve canlı türlerinin yokolma tehdidini önlemek için hiçbir şey yapmıyor. Bugün her yerde kendini gösteren iklim felaketlerine karşı milyonlarca insanın korumasız bırakılması bunun sadece bir örneği.
Alternatif
Sürekli kabuk değiştiren fakat özünde değişmeyen kapitalizm kendi kendini ıslah edemez, tepeden reformlarla ıslah edilemez. Bugün en zenginlere yüzde 1 servet vergisi konulması ve bunun toplum yararına kullanılması gibi haklı ve gerçekçi bir talebin uygulanması bile devrimci kitle mücadelelerinin zaferine bağlı.
Sosyal adaletsizliğe, savaşlara, iklim değişikliğine, cinsiyetçiliğe karşı mücadele eden sosyalizm, daha iyi bir dünya isteyen işçiler ve ezilenlerin taleplerini kazanmasına yardımcı olarak yükselebilir.