Bekir Berat Özipek
“Göçmenler ekonomiye olumsuz etki yapar. Onlar bizim işimizi çalıyor. Ücretlerimizi düşürüyor…” “Bunların hiçbiri doğru değil” diyor Ben Powell. “Sığınmacılar Hakkında Üç Mit” başlıklı konuşmasında, göç olgusuna eleştirel bakan ekonomistlerin bile sığınmacıların katkısının pozitif olduğu konusunda “neredeyse evrensel bir fikir birliği içinde olduklarını” ifade ediyor.
‘Baby boom’ olarak bilinen İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD’de doğum patlamasının, kadınların ve göçmenlerin işgücü piyasasına girişinin, uzun dönemde bir işsizlik artışını beraberinde getirmediğinden söz ediyor ve şöyle ekliyor:
“Mesela, bir göçmen ülkemize geldiğinde, bir Amerikalı işçinin işini kaybettiğini gördüğümüzde bu bizim için açıktır, ama bizim görmediğimiz, o Amerikalı için başka bir işin yaratıldığıdır. Bundan dolayı, göçmenlerin gelişinden belirli bir süre sonra baktığımızda işsizlikte net bir yükseliş görmeyiz.”
Yük olmuyorlar, yük alıyorlar
Göçmenlerin ve sığınmacıların geldikleri ülkeye kattıklarını, kültürel çeşitlilikten ekonomik refaha, yemek kültüründen estetiğe kadar pek çok alanda görmek mümkün. Google, Apple, Facebook gibi dünyanın en değerli teknoloji şirketlerinin “bir nesil önce göçmen olan ailelerin çocukları tarafından kurulduğunu” hatırlatıyor Buğra Kalkan. ABD’de 1880-1940 yılları arasında inovasyon ve patent oranından bahseden Güneş Aşık ise, “göçmenlerin nüfus içindeki paylarının yüzde 2 olmasına rağmen patent alanlar arasındaki oranlarının yüzde 19,6 olduğunu” gösteriyor, “Bugün ise bu oran yüzde 30” diyor. Faik Tanrıkulu ise, “Almanya’da sadece göçmenlerin patent başvurusu 25.300, Amerika’da 194.600” bilgisini veriyor.
Bu niye böyle oluyor? Niye sığınmacılar ve göçmenler bu kadar başarılı oluyorlar gittikleri ülkede? Acaba onlar daha mı zeki? Çıktıkları ülkedekiler onların başarısını gördüklerinde “yazık olmuş, en parlak vatandaşlarımızı kaybetmişiz” diye hayıflanıyor belki. Ama durumun makul açıklaması bu değil. Gidenler başarılı olmak zorunda. ABD’de Hindistanlı bir göçmenin başarı motivasyonuyla orta sınıf bir Amerikalınınki aynı değil. Bu yüzden ekonomide de, inovasyonda da, sanatta da, akademide de göçmenler daha başarılı oluyor.
Pasta göçmenlerle beraber büyüyor
Ekonominin dinamik doğasını anlayamayanlar, sığınmacıların veya göçmenlerin gelmesiyle ülkenin ekonomik kayba uğrayacağını düşünür. Oysa gelenler aynı zamanda yeni ekonomik aktörlerdir ve onlar da üretim ve tüketim süreçlerine katılır.
“Genellikle göçmen karşıtı fikirler, ekonomiyi sıfır toplamlı bir oyun olarak görür. Sıfır toplamlı oyun ekonomiyi sabit bir pasta olarak algılar ve her yeni gelenin bu pastanın bir kısmını talep ederek öncekilere daha küçük bir pay bırakacağına inanır” diyor Buğra Kalkan ve ekliyor: “[Oysa] pasta yeni gelenlerin katkıları ile büyümeye devam eder ve toplumdaki herkes bu refah artışından faydalanır.”
Sığınmacıların işsizliğe sebep olduğu Türkiye bağlamında da doğru değil. Evet, onların gelişiyle Gaziantep ayakkabı imalat atölyelerinde bir grup işçinin, daha ucuza çalışmaya hazır göçmen işçilerin gelmesiyle işlerini kaybettiğini veya konut fiyatlarının geçici olarak yükseldiğini görüyoruz. Ama Ben Powell’ın başlangıçtaki tespiti burada da geçerli: Biz bunu görebiliyoruz, ama onların gelişi aynı zamanda yeni ihtiyaçlar, yeni üretim, yeni tüketim ve yeni istihdam kapasitesi demek; onların gelişiyle ekonominin hacmi de genişliyor; yeni iş alanları açılıyor ve biz bunu hemen, o an göremeyebiliyoruz.
Gaziantep Ticaret Odası’nın 2015 tarihli raporu, bu ilk bakışta görülmeyeni gösteriyor. Suriye’den gelen insanları sadece birer tüketici ve yardım bekleyen insanlar olarak kabul etmenin yanlışlığına işaret ediyor ve Gaziantep başta olmak üzere sığınmacıların “değişik kriter ve ölçüde yüksek iktisadî girdi” sağladığı tespitini yapıyor.
“Çalışmadığımız işlerde çalışıyorlar”
Öte yandan, kitlesel olarak yeni gelenlerin eskilerin işlerini aldıkları da doğru değil. “Göçmen işçiler ikame edici [başkasının yerini alıcı] olmaktan çok tamamlayıcı işlev görüyor” diyor Alex Nowrasteh. Bu, Suriyeli sığınmacılar için de aynı şekilde geçerli.
“Onlar aslında daha çok bizim kullanmadığımız eşyaları kullanıyor; çalışmadığımız, çalışmak istemediğimiz, çalışmayı kabul etmediğimiz alanlarda çalışıyor. Bunu bize yük olmadıklarını vurgulamak için söylüyorum” diyor, Gaziantep’ten genç öğretmen M. Sadık Subaşı. Zeytin, mısır üretenlerin “Suriyeliler gelmeselerdi mahsullerimiz tarlada kalacaktı” dediğini aktarıyor ve ekliyor: “Ülkemizde ekonomik seviye biraz daha yükseldi, insanlar çocuklarını okutuyorlar. Kimse çocuğunu araba tamircisine götürmüyor ya da tarımda ağır tarım işçiliğinde çalıştırmıyor.”
Aynı gözlemi Arda Akçiçek de Hatay için yapıyor. “Hatay’a araştırmaya gittiğimde bir pamuk fabrikasına gittik. Orada ‘Hatay’da pamuk yetiştiriciliği sona ermişti, çünkü işçi bulamıyorduk’ dediler. Suriyeliler Hatay’da üretimi arttırıcı bir faktöre dönüştü” şeklinde aktarıyor gözlemini. Kısacası, Suriyeli işçiler başka işçilerin yerini almıyor; artık bir tık yukarı çıkanların yerini dolduruyor.
Bu anlamda Nowrasteh’in dediği gibi “yerini alıcı” değil “tamamlayıcı” bir işlev görüyorlar. Bu tamamlama da sadece işgücü olarak değil, iş kuran, yatırım yapan ve istihdam sağlayan yeni ekonomik aktörler anlamına geliyor. Bu yüzdendir ki “Suriyeliler yatırımlarıyla Türkiye ekonomisine katkı sağlıyor” başlıklı bir analize yer veren Financial Times, 2011’den bu yana Türkiye’de Suriyeliler ve Türkiyeli ortağı olan Suriyeliler tarafından açılan şirket sayısının 2016 itibarıyla 4000 civarında olduğu bilgisini veriyor. Aynı doğrultuda S & P Global Ratings raporu (Madrid, 2016) da “Suriyeli Sığınmacı Akışı, Türkiye’nin Ekonomik Büyümesini Kamçılıyor” tespitini yapıyor ve “mülteci krizinin Türkiye GSMH’sine katkısının yılda yüzde 0,2-0,3 olduğunu” ifade ediyor. Bu rakamın gerçekte daha büyük olduğunu söyleyenler de var.
Çarkı döndürmenin ekonomi politiği
Göçmenlerin, sığınmacıların ekonomiye pozitif etkisinin farkında olan ülkeler, ülkelerinde yükselişte olan bütün yabancı düşmanı, ırkçı, ayrımcı dalgaya rağmen o kaynaktan yararlanmanın yollarını arıyor. Bu anlamda Almanya’nın 900.000’i Suriyeli olmak üzere 1 milyon sığınmacıyı kabul etmesi de sadece insanî duyarlılık meselesi değil. Faik Tanrıkulu, Almanya Ticaret Odası’nın Merkel’e sığınmacıları alması ve hatta ufak tefek suçlara karışanları hemen sınırdışı etmemesi konusunda baskı yapmasının iktisadî gerekçesine şöyle işaret ediyor:
“Şu an belki de Batı’nın iç siyasette yaşadığı en büyük tartışmalardan biri de bu: Genç nüfus azalıyor, dolayısıyla göçmene ihtiyaç var. Almanya’da doğum oranı 0,6, Türkiye’de 2.1 doğurganlık oranı, Türkiye’ninki 3’tü, 2,1’e düşüyor. Yani Türkiye’de aslında yaşlanan bir nüfus oluşmaya başladı, 8,5 milyon yaşlı bir nüfus var. Genç nüfusun olmadığı yerde sosyal güvenlik sisteminin dönüşüm sağlaması imkânsız, çark dönmüyor. Şu an Almanya’da veya Avrupa’da yoğunluklu olarak bu tartışılıyor. Aslında bugün Merkel’e iç kamuoyunda çok tepki var, ama ben onun realist davrandığını düşünüyorum.”
Almanya’nın duyduğu ihtiyaç diğer Avrupa ülkeleri için de geçerli. İngiltere ve Fransa gibi ülkeler ihtiyaç duydukları taze kanı eski sömürgelerinden yavaş yavaş alırken, sömürge sahibi olmayan Almanya doğrudan alıyor. Çalışma izni olmadığı halde çalışmakta olan “kaçak” işçiye göz yummaları da bu yüzden. İngiltere’de çalışma izni olmayan bir tanıdığımızın pizzacıda veya benzer bir işte çalıştığını mutlaka duymuşuzdur. Bizim duyduğumuzu İngiltere devleti de duymuştur; ama göz yumar.
Peki ya diğer Avrupa ülkeleri? Onların nüfusu yaşlanmıyor mu? Onların da “taze kana” ihtiyacı yok mu?
Var. Ama ayrımcılık, Müslüman düşmanlığı, ırkçılık ve milliyetçilik körlük yaptığı için, insanî olanla birlikte çıkarlarına olanı da heba ediyorlar. “Yaşlı Avrupa sığınmacıların potansiyelini gözardı ediyor” diyor AB Haber Brüksel’deki bir analiz. Dünyada 65 yaşın üzerindekilerin çoğunlukta olduğu 30 ülkeden 27’sinin Avrupa’da olduğu bilgisini veriyor. Aynı rapor İtalya, Yunanistan, Almanya, Portekiz, Finlandiya ve Bulgaristan’da nüfusun beşte birinden fazlasının 65 yaşın üzerinde olduğunu, bu ekonomilerin geleceğinin neredeyse tamamen göçmenlerin katkısına bağlı olduğunu, Avrupa’ya ulaşan sığınmacıların yaklaşık yüzde 80’inin ise 35 yaşın altında olduğunu vurguluyor. Çözüm belli ama göremiyorlar:
“Her ne kadar bazı uzmanlar Avrupa’nın sığınmacı krizini yaşlanan nüfusunu yenilemek için bir fırsata dönüştürmesinin mümkün olduğunu belirtse de, Avrupa ülkeleri sığınmacılar karşısında içe kapanma eğilimini sürdürüyor. Örneğin Macaristan, Slovakya gibi ülkeler sığınmacıların ekonomilere sunabileceği potansiyel katkıyı görmezden gelerek, ‘kültürel ve dinî nedenleri’ öne sürüyorlar.”
Son söz
Sığınmacılar hak sahibi bireylerdir ve onların ekonomiye katkı yapıp yapmamaları, ayrımcılığa uğramama hakkı başta olmak üzere diğer tüm haklarını eksiksiz biçimde tanımaya engel değil. Can havliyle sınırı geçen insanları fayda/maliyet analizine tabi tutmak da yanlıştır elbet.
Ama sığınmacılara yönelik ayrımcı önyargının en önemli kaynaklarından biri ekonomiyse, yani birileri onları ekonomiye yük olarak görme ve gösterme gayreti içindeyse ve bu onlara yönelik hak ihlallerini kolaylaştırıcı bir durumu ifade ediyorsa, bunu konuşmalıyız. Konuyu mercek altına alıp genel yargıların ötesindeki gerçekliğe, göçmenlerin, sığınmacıların geldikleri ülkeyi ekonomik anlamda da zenginleştirdiği gerçeğine ışık tutmalıyız.
Ciddi bir dezenformasyon sağanağı altında olduğumuz bir gerçek. Hükümet bilgilendirme sorumluluğunu yerine getirmiyor, muhalefet sığınmacının yediği bir lokma ekmeği emeklilere şikâyet ediyor ve sonuçta meydan ayrımcı önyargıya kalıyor.
Ama doğruların gücü diye bir şey de var ve onları dile getirmenin etkisine güvenmek, insanların akıl ve vicdan sahibi olduklarını unutmamak gerek.
Not: Bu yazıda atıf yapılan kişilere ve çalışmalara dair referansları, Suriyeli Sığınmacılar ve Türkiye Ekonomisi: Evrensel Tecrübe Işığında Bir Etkiyi Konuşmak (UTESAV, 2018) başlıklı raporda bulabilirsiniz. Raporun tamamına http://www.utesav.org.tr/dosyalar/web_dosya/Suriyeli-Siginmacilar-ve-Turkiye-Ekonomisi-Raporu.pdf adresinden ulaşmak mümkün.