Şenol Karakaş
Seçim sonuçları ne olursa olsun, 31 Mart yerel seçimlerinin kampanya dönemi, muhtemelen en sağcı seçim dönemi olarak tarihe yazılacak. Bu haftaların bu kadar sağcı, kutuplaştırıcı, düzeysiz ve hamaset yüklü olmasının ilk sorumlusu, başta AKP-MHP liderliği olmak üzere bu partilerin her düzeyde yöneticileri.
Hükümet ve Erdoğan, sürekli bir korku atmosferi yaratmaya çalışıyor. Korku büyüdükçe, korkuya karşı tedbirler ve gerçek sorunların ertelenmesine sessizce onay verme eğilimi güçlenir. Önce korkutup sonra bir beka sorunu anlatısı geliştirip sonunda beka sorunuyla baş etmenin yolunun AKP iktidarını güçlendirmek olduğunu anlatmanın yöntemi, öfke, hamaset, sağcılık ve tehdit dolu bir seçim kampanyası yürütmektir.
Yeni Zelanda’da gerçekleştirilen ırkçı katliama Türkiye hükümet yetkililerinin verdiği tepkiyi hatırlamak ya da Erdoğan’ın Ayasofya’nın gerekirse cami olarak adlandırılabileceğini söylemesi, Binali Yıldırım’ın Suriyelileri gerekirse kulaklarından tutup yollayabilmekten söz edebilmesi inanılır gibi değil.
Bu açıklamalar seçim yarışmasının ne kadar sağ bir iklim yarattığını göstermeye yetiyor, ama bu gerçeğe işaret eden başka gelişmeler de var. Bunların başında solun, sağcılıkla dertlerinin azalması, sağcılarla kol kola seçim kampanyası yapacak hâle gelmesi, sağa karşı sağa destek vermesi ve bunu ateşli bir şekilde savunabilmesi geliyor.
Müteahhit, zengin, sağcı, ırkçı
Solcuların oy vermesi istenen adayların pek çoğu müteahhit, zengin, sağcı ya da, daha vahimi, ırkçı ya da ırkçılarla kurulan ittifakların adayları iken, sık duyduğumuz iddialardan biri “oy vermek nikâhlanmak gibi değildir, verirsin oyunu, olur biter” çıkışıydı. Oy vermek nikâh kıymaya benzemez, ama bu bir solcunun, bir demokratın bir ırkçıya oy verebileceği anlamına gelmez.
Seçim süreci başlı başına sağcı bir iklimde başlamıştı zaten, ama süreç başlangıçtan çok daha sağa savurdu siyasetin eksenini. Bu, AKP-MHP koalisyonunda Devlet Bahçeli’nin rolüyle CHP-İYİ Parti ittifakında Meral Akşener’in rolünün ağırlığını kavradığımızda anlaşılır olan bir gelişme. Erdoğan, sadece seçim kazanmak için değil, yasaların onaylanması için de MHP’nin desteğini almak zorunda. Üstelik bu desteği seçmeninin azımsanmayacak bir kesimini MHP’ye kaptırmasına rağmen sürekli kazanmak zorunda.
Yerli-millî koalisyon, 15 Temmuz darbe girişimine karşı oluşan tepkiyi devletin yeniden organize edilmesi, tüm demokratik hakların sırayla budanabilmesi ve iç ve dış politikada Kürt sorunuyla ilgili gelişmelerin baskılanması için şekillenen sağcı bir müdahalenin ürünü olduğu için, başlı başına OHAL uygulamalarının tüm sağcılığıyla damgalanmış durumda. MHP, bu koalisyondaki belirleyici varlığıyla, siyasetin, daha da sağa, ırkçı ve milliyetçi bir temele oturmasında, AKP’nin zaten gönüllü bir şekilde geldiği bu çizgide sabit kalmasında ve demokratik her kazanımın budanmasında belirleyici bir rol oynuyor. AKP liderliği, kendi elleriyle faşist hareketin kadrolarını ve kitlesel hareketini merkeze taşıyor, olağanlaştırıyor ve gücünü pekiştirmesine yardımcı oluyor.
CHP ise liderliği ırkçılığın kitabını her gün yeniden yazan İYİ Parti’yi merkeze taşıyor. Bu, apaçık bir seçim ittifakının kurulması ve İYİ Parti’nin ırkçı, militarist yaklaşımlarının gözardı edilmesine, örneğin Suriyelilere yönelik nefret saçan kadroların hareketinin muteber bir hareketin temsilcileri gibi siyasetin merkezine kaymasına, olağanlaşmasına neden oluyor.
Siyasal alternatif
Seçim sonrası hem sağcı iklimle, hem siyasetin merkezine çöken ve neredeyse tüm demokratik muhalefet tarafından normalleştirilen faşistlerin pozisyonuyla, ırkçılığın ve milliyetçiliğin daha yoğun kullanılmasıyla baş başa kalacağız. Buna en çok işçi sınıfı muhatap kalacak. Bütün bu kutuplaşma en çok işçi sınıfını bölüyor.
İşçi sınıfının hükümeti demokratik bir kitle hareketiyle geriletebilmesi için bu kutuplaşmayı aşması, sağın sağındaki tehlikelere, ırkçılığa, göçmen düşmanlığına ve her fırsatta şişirilen Türk milliyetçiliğinin etkilerine karşı birleşebilmesi bir zorunluluk. Son altı ayda yaşanan fakirleşmenin boyutları ve adaletsizliklerin gizlenemez hale gelmesi, işçi sınıfının tüm örgütlerinin bir araya gelmek zorunda kalabileceği bir zemin oluşturuyor. 1 Mayıs gösterileri bu yönde ne kadar adım atıldığının ve sadece sağ ve sağın sağının değil, sağın sağıyla ittifak kurmanın muteber bir yol olduğunu düşünenlerin ve seçim kampanyasında bu düşünceyle sol siyasete egemen olanların dışında bir siyasal alternatifin inşa edilmeye başlanıp başlanmadığının da ilk test alanı olacak.