Arife Köse
Avrupa’da yükselen sağ hareketler, Doğu Avrupa’da iktidara gelen milliyetçi hükümetler, Trump ile birlikte zirve noktasına ulaşan ve son olarak 24 Haziran seçimleri ile birlikte Türkiye’nin de etki alanı içine girmiş olduğu artık kesin olan milliyetçi akımı daha çok tartışacağımız açık. Bu yazının da amacı, bu tespitten yola çıkarak, milliyetçiliğin nasıl bir ideoloji olduğunu anlamaya yönelik bir çabayı ortaya koymak. Bir yandan bu konuda halen devam eden tartışmalara değinirken, diğer yandan bu tartışmaların özellikle Türkiye’de içinden geçtiğimiz sürece nasıl ışık tutabileceklerini görmeye çalışmak. Bu yazıyı yazmaya 24 Haziran seçimlerinden önce başlamıştım, ancak seçim sonuçları sanırım hepimizi milliyetçilik ve milliyetçilikle mücadele etmek üzerine daha da fazla düşünmemiz gerektiğine ikna etti.
İdeolojiyi, en genel anlamıyla, toplumsal ve politik düzenlemelere karşı çıkan ya da onları onaylayan ve destekleyen bir dizi pratiği de içeren politik fikirler, inançlar ve tutumlar olarak tanımlamak mümkün. Başka bir deyişle ideolojiler, ‘bir toplumdaki birey ve grupların, politik dünyalarını şekillendirme ve idrak etme yolları ile ilişkili gerçek ve karmaşık düşünce modelleridir’. Bu modeller bir takım politik pratikleri anlamamızı ve açıklamamızı sağlar.
Bütün ideolojiler, özgürlük, demokrasi, adalet, eşitlik gibi kavramlara ilişkin kendi bütünlüklü önerilerini ortaya koyar.
Ayrıca ideolojiler, toplumların meydana çıkardığı toplumsal çatışmaların çözümü, kaynakların dağılımı gibi sorunlara ilişkin kapsamlı yanıtlar üretir. Öyle yapmak zorundadırlar, çünkü sonuçta ideolojiler politik kavramların nasıl anlamlandırılması gerektiğine dair sürekli birbirleriyle rekabet halindedir ve bir politik dil ve söylem içindeki bütün kavramları kapsadıklarını iddia ederler.
Milliyetçilik
Peki, yukarıda ifade ettiğim ve bir ideolojide bulunan özellikleri içeren açıklamalar temelinde milliyetçilik için ne söyleyebiliriz? Örneğin milliyetçilik ekonomi politikalarına dair ne söyler? Bütün toplumların en temel tartışma konuları olan adalet, özgürlük, demokrasi, ekonomik refah, gelir dağılımı gibi konulara milliyetçilik nasıl yanıtlar üretir?
Sanırım bu soruların yanıtı açık: Milliyetçilik bütün ideolojilerin öyle ya da böyle yanıtlar ürettiği ve kapsadığı bu kavramların ve sorunların hiçbirine dair kendine özgü bir yanıta sahip değildir.
Hatta Micheal Freeden gibi bazı siyaset bilimciler milliyetçiliğin tam da bu nedenle bir ideoloji olarak bile tanımlanamayacağını ya da en iyi ihtimalle ‘zayıf merkezli ideoloji’ olarak adlandırılabileceğini söylüyor:
“Milliyetçilik kapsamlı bir ideoloji olma kriterlerini karşılamıyor. Kavramsal yapısı, toplumsal adalet, kaynakların dağılımı ve çatışma yönetimi gibi konulara doyurucu yanıtlar veremiyor. Milliyetçilik teorileri toplumun yeniden yapılandırılmasına temel oluşturmuyor fakat onu etkiliyor. Milliyetçilik, zayıf merkezli bir ideoloji olmakla var olan ideolojilerin bir bileşeni olmak arasında salınıyor.”[1]
Andrew Vincent ise aynı konuyu şu şekilde dile getiriyor:
“Milliyetçilik, 19. yüzyılda Avrupa’nın politik sözcük dağarcığına girdiği günden 2000’lere kadar sürekli bir parazit gibi diğer ideolojilere yapışarak ilerledi. Milliyetçilik, tek başına, herhangi bir önemli politik soruna yanıt üretemez. Bu yanıtları üretecek donanıma sahip değildir. Dünyada var olmaya ve eylemeye dair bu tür yanıtları üretenler diğer düşünce formlarıdır (muhafazakârlık, liberalizm, sosyalizm ve faşizm). Dolayısıyla milliyetçiliğin özünü anlamak için bakmamız gereken bu birleşimlerdir.”[2]
Bu açıklamalara göre, milliyetçilik her zaman başka ideolojilere eklemlenerek kendisini üretir. Milliyetçiliğin, sosyalizmden faşizme kadar ideolojiler yelpazesinin her noktasında kendisine bir yer bulabilmesinin nedeni bu özelliğidir. Böylece karşımıza sol milliyetçilik, muhafazakâr milliyetçilik, İslamcı milliyetçilik, liberal milliyetçilik, otoriter milliyetçilik gibi onlarca ideolojik akım ve bunların birbirleriyle olan rekabeti çıkar. Türkiye’de de böyle değil mi? Ulusalcılıktan Atatürk milliyetçiliğine, Türk-İslam sentezi olarak adlandırılan bir milliyetçilik türünden MHP’nin temsil ettiği radikal milliyetçiliğe veya sola sirayet etmiş olan milliyetçiliğe kadar çok sayıda milliyetçilik her gün karşımıza en doğallaştırılmış halleriyle her yerde çıkar.
Milliyetçilik hiçbir zaman sadece kendisini milliyetçi olarak tanımlayan hareketlerle sınırlı değildir; kendisini milliyetçi olarak tanımlamayan, hatta milliyetçi olmadıklarını iddia eden hareketler de milliyetçi unsurlar barındırıyor olabilir. Hatta bazı hareketler, 1970’lerde Türkiye solunun yaptığı gibi, ‘yabancı kökenli olma’, ‘millî olmama’ eleştirilerine karşı kendilerini korumak ve kendilerine toplumsal meşruluk kazandırmak için milliyetçiliği içerebilir.
Milliyetçiliğin temel özellikleri
Milliyetçilik diğer ideolojiler gibi kapsamlı yanıtlar üreten bir ideoloji değilse ve hatta bir ideoloji olup olmadığı bile tartışmalıysa, ne söyler?
Bu konuda yapılan çalışmalar yukarıdaki soruyu genellikle şu beş başlık altında yanıtlıyor:
1) Belirli bir grubun üstün kılınması: İnsanlık farklı gruplara bölünmüştür. Burada sözü edilen grup millettir. Her bir milletin kendi tarihsel, geleneksel ve dilsel sürekliliğine sahip olduğu iddia edilir. Ve her millet en üstün olandır.
2) Bir kişi ya da grubun bağlı olduğu millete değer biçme: Kişinin kimliği millet ile ilişkilendirilir. Dolayısıyla her bir insan millî kimliği vasıtasıyla tanımlanır.
3) İlk iki maddeye politik-kurumsal ifade verme isteği: Bu, devlet olma isteğini ifade eder. Her millet bir ulus-devlete dayanmak ister.
4) Her millet bir toprak parçası, yer ve belirli sınırlar ve tarih ve dil ile birlikte tanımlanır.
5) Duygu ve duygusallığın önemli bir rol oynadığı bir aidiyet duygusu: Bütün ideolojiler belirli kavramsal düzenlemelere ilişkin duygusal bağlılıklara sahiptir, ancak milliyetçiliğin duygu boyutu diğer ideolojilere göre biraz daha belirleyicidir. Milliyetçilik duyguları, motive eden bir politik güç olarak kurumsallaştırır ve meşrulaştırır. Milliyetçilik duyguları bilinçli olarak öne çıkarır.
Yine de, milliyetçiliği temel unsurlarını oluşturan bu karakteristik özellikler kendi başlarına bir anlam oluşturamayacak kadar belirsizdir. Örneğin millet, üstün kılınan grup olarak ortaya çıksa da neredeyse dünyadaki millet sayısı kadar millet tanımı yapılabilir ve üstelik bunların hepsi de zaman içinde değişebilir. Devlet olma arzusu bütün milliyetçiliklerde bulunabilir, ancak bu federatif devlet, merkezî devlet, konfederal devlet gibi onlarca farklı biçimde olabilir ve hepsi kendisine milliyetçilik içinde yer bulabilir.
Siyasetin alanının daralması ve milliyetçilik
Tarih boyunca büyük sorulara büyük yanıtlar arayan insanlığın bu sorulara en az yanıt veren ideolojiye bu kadar prim vermesi ilginçtir. Öyle ya, bir ideoloji insanlığın en temel sorunlarına dair yanıtlar üretemiyorsa ve kendine has olarak nitelendirilebilecek özellikleri dünyadaki insan sayısı kadar farklı şekilde anlamlandırılabilecek kadar genelse, geriye düşünsel hırstan başkane kalır ki?
Nitekim Tanıl Bora da, kendisiyle yapılan bir söyleşide Türk milliyetçiliğini tarif ederken şöyle diyor:
“İdeolojiden de öte, bir zihniyet kalıbıdır. Siyasetin alanı daralınca, neredeyse her somut mesele, politik çözüm alternatiflerinin tartışılamayacağı bir tabuya, bir ‘millî politika’ hükmüne dönüşünce, bakiye kalan tek meşru siyaset lisanı milliyetçiliğinki oluyor. Türkiye’de milliyetçilik, bu bakımdan, siyasetin alabildiğine soluksuzlaştırılmasıdır aynı zamanda.”
Özellikle Çözüm Süreci’nin sona ermesinden bu yana yaşadıklarımızı düşününce Bora’ya hak vermemek mümkün değil. Temmuz 2015’te Çözüm Süreci’nin resmen bitirilmesi ve savaşın yeniden başlaması, Temmuz 2016’da yaşadığımız darbe girişimi ve ardından başlayan OHAL süreci Türkiye’de siyasal alanın alabildiğine daralmasına, hemen hemen her meselenin sadece beka sorunu çerçevesinde değerlendirilmesine, başka türlü yaklaşımların ve çözüm önerilerinin şiddetle cezalandırılmasına neden oldu. Yurtiçinde yaşanan bu gelişmelere ek olarak, gerek Suriye gerek Batı ile ilişkiler konusunda da temel belirleyici çerçevenin ‘dört bir yanımızı kuşatan düşmanlar ve onların karşısında hayatta kalma mücadelesi’ olması, yani dış politikanın da yine beka sorununa yanıt verecek şekilde belirlenmesi, siyasette neredeyse her alana güvenlikçi politikaların ve bu politikaların bir numaralı savunucusu milliyetçiliğin hakim olmasına neden oldu. Milliyetçiliğin bütün oksijeni tükettiği bir ortamda bizler daha zor nefes alır hâle geldik.
Sonuç
Bu kadar akışkan, her konjonktüre bir şekilde eklemlenip orada kendine yer edinmeyi ve hatta zaman zaman günümüzde olduğu gibi, siyasetin alanının iyice daraldığı dönemlerde her şeye iyice hakim olmayı başarabilen bir ‘şey’ olan milliyetçiliğin sadece milliyetçi hareketlerden ibaret olmadığının, sandığımızdan çok daha fazla şekillerde hemen hemen her ideolojinin bir yerlerine sızmış olarak karşımıza çıkabildiğinin farkında olmamız, tabiri caizse, ona karşı uyanık olmamız gerek.
Bu ‘düşünsel hırs’ın, ‘sahip olduğun
tek şey çekiçse her şeyi çivi olarak görmeye başlarsın’ hesabı, her şeyi bir
millî varoluş ve beka sorunu olarak dayatmasına ve böylece siyasetin alanını
alabildiğine daraltmasına itiraz etmemiz gerek.
[1] Freeden, Michael, “Is Nationalism a Distinct Ideology?” Political Studies, XLVI, 1998.
[2] Vincent, Andrew, Nationalism, Oxford Handbook Online, 2013.