Séamus Ó Catháin
Gündelik söylemde “sömürü” kavramı genellikle ahlakî anlamda kullanılır. Aklımıza tehlikeli ve kötü koşullarda düşük ücretle sabahtan akşama kadar çalışan işçiler gelir. Bu tür olaylar, insan haklarının ihlal edildiği, Batı dünyasında yaşayan bizlerin sahip olduğu türden hakları yasaların teminat altına almadığı ülkelerde yaşanır. Aklımıza gelen en korkunç örnekler, Nike ve diğer çokuluslu şirketler tarafından Endonezya gibi ülkelerde işletilen berbat atölyelerdir.
Daha bilinçli olanlarımız sömürünün gerçekten hemen yanı başımızda gerçekleştiğini söyleyebilir ve çalışanlarına asgari ücretten bile daha az ücret ödeyen şirketlere ya da inşaat sektöründe akıl almaz koşullarda çalıştırılan göçmen işçilere dikkat çekebilir.
Karl Marx’ın sömürü analizi ille de bu koşullarla ilgili değildir. Marx’ın sömürü analizi, işçilerin, patronlarının kötü muamelesine maruz kalmasına odaklanan ahlakî bir tanımlama değil, patronların kârı işçilerinden nasıl çekip aldığını tanımlayan bilimsel bir yaklaşımdır. Sömürü, maaş düzeylerinden ya da çalışma saatlerinden bağımsız olarak bütün işçi sınıfı için geçerlidir. Bir işçi, hayatına devam edebilmek için diğer metalar (örneğin gıda maddeleri) ile değiş tokuş edilebilecek bir meta (örneğin diş macunu) üretmek zorundadır. Bir meta sadece emeğin ürünü olmaktan ibaret değildir; metayı tımlayan hem kullanım değeri hem değişim değeridir. Bir nesne, bir ihtiyacı karşılayan bir kullanım değerine sahip olabilir (örneğin, çekiç çivi çakma amacıyla kullanılır). Ancak bu nesnenin meta olabilmesi için pazarda satılması gerekir. Dolayısıyla metanın, “bir tür kullanım değerinin bir başka tür kullanım değeri ile değiş tokuş edildiği niceliksel ilişki, yani oran” olarak tanımlanan bir değişim değeri vardır.[1] Paranın amacı, bu metaların değiş tokuş edilebileceği bir ortak değer sistemi kurmaktır. Bu bizim, değişim değerini metanın fiyatı olarak anlamamızı sağlar. Meta, para karşılığında satılır ve edinilen bu para başka metaları almak için kullanılır.
Meta değiş tokuş sürecinin sömürüye nasıl yol açtığını anlamak için öncelikle kapitalist toplumdaki iki temel sınıfın öneminin farkında olmalıyız: üretim araçlarına sahip olanlar ve sadece çalışma yetisine sahip olanlar. İşçiler, tek başlarına meta üretemezler çünkü üretim araçlarına, yani meta yaratmak için kullanılabilecek teknolojiye ve araçlara sahip değillerdir. Üretim araçlarına sahip olan kapitalist sınıf da tek başına meta üretemez çünkü herhangi bir şey üretmek için üretim araçlarının işçiler tarafından işletilmesi gerekir. Dolayısıyla, üretimin meydana gelebilmesi için kapitalistin işçi çalıştırması gerekir.
İşçinin sahip olduğu tek meta emek gücü, yani çalışabilme yetisidir. Bu emek gücüne, bütün diğer metalarda olduğu gibi, patron tarafından bir değer (ya da fiyat) biçilir. Bu, bir işçinin verdiği hizmetler karşılığında aldığı ücret olarak anlaşılır. Belirli bir sürenin ardından bir ücret alınır ancak bu ücret, işçinin ürettiği şeyin değeri değil, kapitalist tarafından satın alınan emek gücünün karşılığıdır. Bu, gerçekte, ‘işçi tarafından kapitaliste faizsiz borç olarak verilen emek gücüdür’.[2] Marx nasıl, “işçinin emek gücünün kullanım değerini kapitaliste sunduğunu” ve böylece “işçinin kapitaliste kredi vermiş olduğunu” açıklar.[3] Bir metanın değeri, o metanın üretimine harcanan toplumsal olarak gerekli emek zamanı ile belirlenir. Bu, bir metanın üretilmesi için tipik olarak gerekli zaman miktarı anlamına gelir.
Burada denklemin, ‘toplumsal olarak gerekli’ kısmı önemli, çünkü teorik olarak bir işçi, diğer işçilerle karşılaştırıldığında bir nesneyi yapmak için iki kat daha fazla zaman harcayabilir. Ancak, metanın değeri aynı kalır çünkü önemli olan tipik olarak gerekli olan zaman miktarıdır. Örneğin, bir işçi diğer işçilerin beş saatte yaptığı sandalyenin aynısını on saatte yapıyor olabilir, ancak bu sandalye de pazarda diğer sandalyelerle aynı fiyata satılacaktır. Sonuç olarak, işçiler daha az üretken olabilir ve harcadıkları zaman miktarına rağmen çabaları için daha az para kazanabilirler.
Emek gücünü meta olarak anlarken, bu metanın nasıl yaratıldığını göz önünde bulundurmalıyız. Bir işçinin, emek gücünü etkin bir şekilde sunabilmesi için bu işçinin beslenmesi, barınması, giyinmesi, dinlenmesi ve sağlıklı olması gerekir. Marx’ın ifadesiyle: ‘emek gücünün değeri, bu gücün sahibinin kendisini devam ettirebilmesi için gerekli geçim araçlarının değeridir’.[4] Ücret, hem işçinin geçimini sağlayacak miktarda olmalıdır hem de işçilere, gelecek işçi kuşaklarını üretme olanağı tanımalıdır. Marx, kapitalistin gözünde bir işçinin kendi devamını sağlamasının anlamını makine ile karşılaştırır ve kapitalist, tıpkı bir makinenin yerine yenisini koyması gerektiği gibi, ‘işçi türünün kendini çoğaltmasını ve artık eskimiş işçilerin yerine yenilerinin geçmesini sağlamanın aracı olan üremenin maliyetini’ gözönünde bulundurmak zorundadır.[5] Dolayısıyla ücret, sadece işçinin kendisini devam ettirmesini sağlamaya yetmekle kalmamalı, aynı zamanda, hanehalkı üyelerinin bakımı için de yeterli olmalıdır. Diğer yandan, ücretler çok yüksek olmamalı ya da işçi mülk alıp artık emek gücünü satmak zorunda kalmayacağı bir seviyeye gelmemelidir. Heinrich’in uyardığı gibi: ‘eğer işçiler pazardan satın almak zorunda oldukları geçim araçlarının değerinden daha fazlasını alırlarsa, uzun vadede artık mülksüz olmayacaklar ve en azından kısmen emek güçlerini satma zorunluluğundan özgürleşeceklerdir’.[6]
Bunlar şunu gösterir: Bir işçinin kapitalistten aldığı ücret, ürettiği şeyin değerine denk düşmez. İşçi, ücretinin değerini kapsayan metaları üretmek için gerçekten de belirli bir zaman uzunluğunda çalışmak zorundadır. Ancak, işgünü bu zaman miktarına dayalı değildir ve her zaman ondan daha fazladır. Örneğin eğer bir işçinin ücreti günde 60 euro ise ve bu işçi bir saatte 20 euro değerinde meta üretiyorsa o zaman kendi ücretinin değerini üç saatte üretiyor demektir.
Ancak iş günü bu üç saatten sonra sona ermez, işçiler sekiz saatlik işgününü bitirinceye kadar çalışmaya devam etmek zorundadır. Ek beş saatte 100 euro değerinde daha meta üretilir fakat işçi bunların hiçbirini görmez. Bu ek 100 euro doğrudan kapitalistin cebine gider. İlk üç saatlik çalışma ücretli emek, fakat sonraki beş saat ücretsiz emektir. Ücreti ödenmeyen saatlerde işçi tarafından üretilen değer, gündelik dilde kâr olarak bilinen artı değerdir. Bu sistematik kâr etme yöntemi Marx’ın sömürü olarak adlandırdığı şeydir. Ücret sistemi sömürüyü eşit değiş tokuş kisvesi altında gizler.
Teknolojik yenilikler işçinin üretkenliğini artırır ve daha hızlı çalışarak daha fazla meta ve böylece daha fazla değer yaratmasını sağlar. Sömürünün doğası, bunun işçinin yararına olmaması ve yaratılan bütün bu ek değerin sadece artı değer olması anlamına gelir. Teknoloji, işçinin değil kapitalistin yararına işler. Bu da şu anlama gelir: Teknoloji, işçinin üretkenliğini artırarak onun sömürülme oranını da artırmış olur. Daha yüksek kâr, kapitalistin daha yüksek ücretler ödeyebileceği anlamına gelir, ancak bunu yapmak zorunda olduğu ya da yapacağı anlamına gelmez. Kapitalistin, kendi çıkarlarına ters biçimde davranması, yani kârı mümkün olan en yüksek düzeye çıkartmaya çalışmaması beklenemez; dolayısıyla emek gücünün değeri (bir işçinin aldığı ücret) sömürülen sınıfın sömürenlerle çatışması sonucunda sınıf mücadelesi tarafından belirlenir. Demek ki işçilerin mücadelesi sömürü oranını azaltmaya (tamamen ortadan kaldıramasa da) çalışır. Tarihte, sosyalistlerin ve sendikaların önemli mücadeleleri, sekiz saatlik işgününün ve haftasonu tatilinin yürürlüğe girmesini sağladı. İşyerinde bir günde geçirilen zaman miktarının azalması doğal olarak bir işçiden sömürülen ücretsiz emek miktarının azalması anlamına gelir. Daha yüksek ücret talepleri ayrıca kapitalistin kârının azalacağı anlamına gelir. Dolayısıyla işçinin talepleriyle kapitalistin çıkarları doğrudan birbirine zıttır ve uzlaştırılamaz. Marx, ‘sermayenin çıkarlarıyla ücretli emeğin çıkarları birbirlerine tamamen karşıttır’ der.[7]
Sömürünün son bulması ancak ücret sisteminin ve nihaî olarak sınıflı toplumun son bulmasıyla mümkün olabilir. O zaman işçiler üretim araçlarına sahip olabilecek ve emeklerinin ürünlerinin hedefi acımasızca ve savurganca kâr peşinde koşmak değil toplumun ihtiyaçlarını karşılamak olacak. Kâr güdüsünün ortadan kalkmasıyla artık şirket ortaklarının cebini doldurmak için çalışmaya devam etme zorunluluğu ortadan kalkacak ve işgününün sadece birkaç saatten oluştuğu bir senaryoyu hayal edebileceğiz.
Çeviren: Arife Köse
[1] Karl Marx, alıntılayan Alex Callinicos, The Revolutionary Ideas of Karl Marx, Bookmarks, 2004, s. 65.
[2] Gary Lapon, What do you mean by exploitation?, Socialist Worker, https://socialistworker.org/2011/09/28/what-do-we-mean-exploitation
[3] a.g.e.
[4] Alıntılayan Micheal Heinrich, An Introduction to the Three Volumes of Karl Marx’s Capital, çeviren Alexander Locascio, Monthly Review Press, 2004, s. 95.
[5] Karl Marx, By what are wages determined? Wage Labour and Capital
https:// www.marxists.org/archive/marx/works/1847/wage-labour/ch04.htm
[6] Michael Heinrich, yukarıda adı geçen yazı, Monthly Review Press, 2004, s. 95.
[7]Alıntılayan John Molyneux, The Point is to Change It: An Introduction to Marxist Philosophy, Bookmarks, 2012, s. 21.