Diren Cevahir Şen
Tüm Türkiye kadına yönelik erkek şiddetini, tacizi konuşuyor, bilhassa yaz başından beri. Her şey bir ana akım TV dizisinin erkek oyuncusunun (Talat Bulut), aynı dizideki set emekçisi tarafından cinsel taciz suçlamasıyla savcılığa şikâyet edilmesiyle başladı. Sonra erkek oyuncu hakkındaki şikâyet takipsizlikle sonuçlandı. Ancak ardından dizideki başka kadın oyuncuların açıklamaları geldi ve suçlanan erkek oyuncu rol arkadaşına tazminat davası açtı. Sosyal medyada etiketlerle eylemler yapıldı, kadına destek olanlar da oldu, saldıranlar da. Bilhassa erkeklerin çoğunluğu oluşturduğu bir kesim kadına hakaret etti, aşağıladı, onu bu olaydan nemalanmakla suçladı.
Kısa bir süre sonra bu kez bir internet dizisinin kadın oyuncusu, yine aynı dizideki erkek oyuncuyu cinsel taciz, fiziksel ve psikolojik şiddet suçlamalarıyla şikâyet etmiş ve sosyal medyada bu durum ‘susma bitsin’ etiketi ile gündem olmuş, tartışılmıştı. Burada da kadına karşı bir erkek dayanışması ve bu dayanışmanın ürünü olan saldırı, hakaret ve aşağılama vardı.
Erkek şiddeti
Son olarak, gündemde biraz daha farklı etkisi ve sonucu olan Sıla’nın Ahmet Kural tarafından dövülmesi, darp edilmesi olayı gerçekleşti. Şarkıcı Sıla, Ahmet Kural hakkında fiziksel şiddet sebebiyle hukuk yoluna başvurdu. Sıla’nın sosyal medya hesapları aracılığıyla öğrendiğimiz bu olay nedeniyle, twitter ortamında ‘Seninleyiz Sıla’ ve ‘Erkek şiddeti’ etiketleriyle bir tartışma başladı ve pek çok kadın Sıla’ya destek oldu. Hatta pek çok kadın takip eden anlarda kendi yaşadığı erkek şiddetini, cinsel taciz ve ayrımcılığı teşhir etmeye başladı.
Muhtemelen bu olaylar ‘ünlüler’ mahallesinde meydana geldiğinen, televizyon kanalları ve yazılı basın çokça ilgi gösterdi. Ama bu ilgi, olayı sulandırarak, magazinleştirerek, erkek şiddetini anlamaktan son derece uzak bir biçimde gösterildi. Kadınların neye maruz kaldığını izah etmek ile alakası dahi olmayan bir yerden, saatlerce ve günlerce kadınların isimleri ortalarda dolaştı. Olayların verilme biçimi oldukça ağdalıydı ve reyting kaygısı gözetiliyordu.
İnternet dizisindeki taciz olayında hem Oyuncular Sendikası, kadın örgütleri, kadınlar ve feministler tacize ve şiddete uğrayan kadına sahip çıkmış hem de ilk olaydan farklı olarak yapım şirketi kadın oyuncunun mağduriyetine karşı yanında olacağını belirtmişti. Ancak bu destek açıklamasından sonra dizinin prodüksiyon, koordinasyon, organizasyon ve reji ekibi adına yapılan açıklamada kadın oyuncu kınanıyordu. Hem de sektörü zora sokma ve kendilerini itibarsızlaştırma gerekçesiyle. Bu arada iktidara yakın olduğu belli olan çoğunluğu erkek pek çok kişi tacizle ve şiddetle suçlanan erkekten yana destek açıklamalarını sosyal medyada ‘susma bitsin’ etiketi altına yazıyordu.
Sıla’nın yaşadıklarını sosyal medya hesapları aracılığıyla paylaşmasıysa çok daha büyük bir etki yarattı. Herkes onun şiddete uğradığı yönündeki beyanını, şiddetin faili hakkındaki açıklamasını, ertesi gün adliyeye giderek suç duyurusunda bulunup 6284 sayılı yasa aracılığıyla şiddetin faili Ahmet Kural hakkında aldığı uzaklaştırma kararını konuşuyordu. Tabii hem 6284 bir kere daha gündem oldu hem de kadınlar için nasıl bir koruma getirdiği. Kadınlar Sıla’nın güçlü tavrı ve itirazıyla birlikte öyle bir ses çıkarttılar ki, hem adamı reklamlarında oynatan banka onunla olan sözleşmesini tek taraflı sonlandırdı hem de aynı adam olayın hemen ardından yaptığı “Ben de şikayetçi olacağım” açıklamasından birkaç gün sonra “Tüm kadınlardan özür dilerim” diyen yeni bir açıklama yapmak zorunda kaldı. Gerçi yeni açıklamasında “itişme kakışma olayıyla bile anılmamalıydım” diyerek, raporlarla da sabit olan şiddeti, darpları inkâr etmeye devam ediyor.
Ama’lı, fakat’lı cümleler
Bu arada her cenahtan erkek ama’lı, fakat’lı cümleler kurmayı sürdürüyor, “Bir de karşı tarafı dinlemek lazım” diyordu. Ama bu erkeklerin solcu, halktan ve emekten yana olanlarının, mesele Kürt meselesi, mesele işçi sınıfı meselesi olduğunda, “Bir de karşı tarafı dinlemek lazım” denmesine karşı olduklarının da altını çizelim. Erkek şiddeti söz konusu olunca neden böyle tavır aldıkları açık değil mi? Çünkü erkekler egemen ve iktidar. Egemen olan da egemenliğinden kendi iradesi ile vazgeçmek niyetinde değil. O nedenle kadın dayanışması ve feminist mücadele önemli ve kadınların tek kurtuluş yolu.
Solcu, sosyalist, yurtsever, demokrat, devrimci, yeşil, anarşist erkekler erkek egemenliğinden vazgeçmiyorlar, evet. Kendileri “Buyurun vazgeçiyoruz, sizinle her biçimde eşit bir hayatı arzu ediyoruz, kimliğimizin avantajlarının farkındayız, sokakta, hayatın içinde başka kimliklerimizden bağımsız, erkek olduğumuz için size göre daha güven içinde bir yaşam sürüyoruz, siz sokaklarda dolaşamıyorken biz istediğimiz saatlerde sokağa çıkabiliyoruz ve erkek olduğumuz için güvenlik endişemiz yok, biz erkek olduğumuz için dayak yemiyoruz ama siz kadın olduğunuz için erkekler tarafından şiddete maruz bırakılıyorsunuz, aynı eğitime ya da meslekî deneyime sahip olmamıza rağmen bizden daha düşük ücret ile çalıştırılıyorsunuz, eşit işe eşit ücret talebinizi sahipleniyoruz ve sizinle eşitlenmek için biz kendi mahallemizde elimizden geleni yapacağız” diyorlar mı?
Bunu diyenler iki elin parmağını geçmediği gibi, pratiğe dökenler maalesef bir elin parmağı kadardır. Somut durum bu maalesef. “Bizim öyle bir sorunumuz yok” cümlesi hâlâ kurulabiliyor. Örgütlerde, siyasal topluluklarda ya da ortamlarda, “Biz kadınlarla eşitiz zaten ve eşitsiz bir durum yaşamıyoruz” cümleleri havalarda uçuşurken, pek politik adamların hayat arkadaşlarının neden o politik ortamlara gelemediğinin cevabı hâlâ verilemedi ya da o kadınların kendilerine ait bir hayatlarının, yani ailenin, o evin, o adamın dışında da bir hayatının, sosyalliğinin olup olmadığının. Sonuç ortada. Sokakta güven içinde olamayan kadınlar. Erkekler ise birer erkek olarak tüm hayata sahip. İşçisi de, emekçisi de, patronu da, orta sınıfı da, genci de, yaşlısı da erkek olmanın avantajlarından yararlanıyor ve örneğin sokakta yürürken kim orama burama bakıyor endişesini hissetmiyor. Ya da başka bir arkadaşıyla bir mekâna oturmaya, iki yudum bir şeyler içmeye giden bir erkek, yan masadaki başka gözlerin tacizi ile tedirgin olmuyor. Hangi erkeğin giysisinin orasını burasını çekiştirip, ‘Nerem görünüyor acaba, birileri taciz eder mi acaba’ diye düşündüğünü duyduk? Milyonlarca kadın bu endişeleri yaşıyor. Hatta çok azı yaşamıyor demek doğru olanı.
Şiddetsiz, tacizsiz ve tecavüzsüz bir hayat
Yakın geçmişte sosyalist örgütlerde ya da sendikalarda yaşanan cinsel tacizler unutulmadı. Ardı ardına gelen ve erkekleri kollayan açıklamalar da. Ancak, mesele Kürt düşmanlığı, Ermeni düşmanlığı, islamafobi, işçinin ve emekçinin yanında değil de patrondan yana tavır almak ya da işçiyi yeterince gözetmemek olduğunda kıyametler koparanlar, kadınlar partide, sendikada, dernekte ya da evinde dövülürken, sendika genel sekreteri ya da parti genel başkan yardımcısı tarafından tacize uğrarken en iyi ihtimalle sustular. Yoksa tacizci adamı partiye geri çağıranları da, ardından ‘taciz yok teklif var’ diyenleri de, sendikada tacize uğrayan kadının peşine silahlı külahlı adamlar takanları ve kadını tehdit ettirenleri de, meseleyi sonra Kürt meselesine bağlayanları da kadınlar unutmadı. Bu adamlar hayatlarına bir biçimi ile devam ediyorlar. Ve hâlâ hiç utanma duymadıklarını herkes biliyor.
Bununla birlikte bu adamlar bizim gönül verdiğimiz, oy verdiğimiz partinin genel merkezlerinde herkesten gizli gizli danışman olarak da çalıştırılabiliyor. Şimdi mesela ırkçı olduğu bilinen bir adamı ya da kadını ya da emek sömüren bir patronu, sermayedarı aynı şekilde ihya etsek, tüm bu davranışlarını kamufle etsek ne olur? Başta erkekler olmak üzere pek çok kişi ayağa fırlar, demediğini, etmediğini bırakmaz. Ancak erkek egemenliği öyle manipülatif ki, siz bir tacizciye itiraz ettiğinizde, onu teşhir ettiğinizde onun etnik kimliği gündeme geliverir hemen mesela. O adam Kürt olduğu, Ermeni olduğu, Alevi olduğu için ayrımcılığa uğradığını iddia eder ya da bunlardan biri değil de sadece ‘solcu’ ise sermayenin medyasına kendisini, örgütünü malzeme etmekle suçlar veya “Devletin yargısından mı medet umuluyor” denilir. Yani erkeklik asla yenilmez, hep üste çıkar, katiyen suç kabul etmez, hiç hicap duymaz.
Ünlüler mahallesinde yazının ilk kısımlarında anlatılanlar yaşanırken, yani erkek şiddeti oraları da es geçmiyorken, solcuların alanlarında ve arka mahallelerde de yıllardır kıyametler kopuyor. O politik ortamlar ve evler ile arka mahalleler kadınların işkencehaneleriyle dolu. Her sınıftan, kimlikten, inançtan, siyasal görüşten erkek, yine her sınıftan, kimlikten, inançtan ve siyasal görüşten kadına şiddet uygulamaya devam ediyor, şiddet uygulamayı kendine hak görüyor. Elbette bunu erkek egemenliğinden ve iktidardan aldığı güçle ve de bu sebeple başına bir şey gelmeyeceğine olan güven ile yapıyor. Yani tüm erkekler devletin, sistemin desteğini arkasına alıyor. Bu erkeklerin başına bir şey gelmesi ise kadınların dayanışmasına, bir araya gelerek güçlenmesine ve şiddete karşı ses çıkarmalarına bağlı. O nedenle daha çok kadının örgütlenmesi, bir araya gelmesi gerek. En ayrımsız, en birleştirici, en renkli, birbirinin hassasiyetine, inancına, hayata bakışına en çok önem veren, en empatili hareket kadın hareketi. Sınırları en kolay kaldıran da kadınlar. Sınır bile erkek icadı üstelik. Erkek şiddetinin faili belli. Maruz kalanı ise herkes. Şiddeti tüketmek, yok etmek, şiddetsiz, tacizsiz ve tecavüzsüz bir hayat için tek çare kadın dayanışması.