Kadir Dağhan
Bir avluda, sokakta, mahallede kuşlar, güvercinler katledilirse dört yanı keneler, kırkayaklar, çıyanlar sarar.
Bir bahçede çiçekler koparılır, ağaçlar kesilirse bahçe zehirli otlarla dolar.
Tavuk gribi bahanesiyle tam bir vahşet gösterisine çevrilerek ne kadar tavuk varsa katledildiğinde, kenelerin sebep olduğu felaketler hafızalarda tazedir.
Bir tarlada toprak dostu yılanlar öldürülürse tarlayı fareler istila eder.
Her alanda olduğu gibi önyargılar yüzünden yılanların öldürülmeleri sonucu tarlaların fareler tarafından nasıl istila edildiğini ve nasıl zararlara neden olduklarını yaşayanlar iyi bilir.
Sanıyorum 2011 yılıydı, Ödemiş’in Yılanlı köyünde bilinçsiz ve bilgisizce kullanılan tarım ilaçları yüzünden tüm yılanların ölmesi üzerine tarlaları fareler basmıştı. Çaresiz kalan köylüler çevre köylerden yılan aramaya başlamışlardı.
Ancak ne yaptılarsa o yıl farelerin neden olduğu zararın önüne geçememişlerdi.
Adı Yılanlı olan bir köyde yılanların katledilmesi de bir başka ironiydi.
“İstemezük” sesleri
Denge böyle bir şeydir. İster doğa ister toplum, fark etmiyor. Dengelerle oynandığında bedeli ağır oluyor.
Nasıl ki doğa, üzerinde yaşayan canlılarıyla, bitki örtüsü ve iklimiyle her şeyin birbirine bağlı olduğu bir denge içindeyse, farklı kimlik ve kültürlerle bir arada yaşayan toplumlarda da böyledir. Bir kimlik, bir kültür bile öldürülürse, ölürse, o toplum çürümekten kurtulamaz.
Bu coğrafyada sürekli olarak dengelere müdahale edildi.
Son zamanlarda yine “İstemezük” sesleri kapladı her yanımızı. Hiç eksik olmadılar bu topraklarda. Hep varlardı.
Bir gün Suriyelileri, başka bir gün Afganlıları hedef gösterdikleri gibi. Daha önceleri de Kürtleri, Ermenileri, Rumları, Alevileri istemiyorlardı. Suriyelileri, Afganlıları istemediklerini haykırıyorlar son olarak.
Ne işleri varmış bunların ülkemizde? Her tarafı işgal etmişler, defolup gitsinlermiş.
Türkiye’den gidenlerin başka ülkelerde ne işleri varsa buraya gelenlerin de o işi var polemiğine girmeyeceğim. Biliyorum ki yararı olmayacak.
Ama şunu sormaya hakkım var.
Neden ülkemizin nüfusu kadar insanımız başka ülkelere gitti?
Oralarda her türlü zorluklarla hayata tutunmaya çalışan bu insanlar keyfinden mi gitti?
Bu coğrafyada zaman ve mekân tanımaksızın Kürt her gün linç edildi, yok sayıldı. Ermeni, Süryani, Rum ve daha birçok kadim halk en ağır hakaretlerle köklerinden koparıldı. Aleviler sürekli aşağılandı. Bu yüzden bu coğrafyanın dengesini, güzelliğini oluşturan insanların kalanları da fazla dayanamadı. Gitmek zorunda kaldılar. Gittiler.
Yüreklerini, anılarını, mülklerini ve geride büyük hüzünler bırakarak gittiler. Kimseye yük olmasın diye acılarını yanlarında götürdüler.
Hatırlıyorum. Çocukluğumda esnaf bir yere giderken komşusuna ayıp olur diye iş yerini kilitlemezdi. Komşusuna emanet ederdi. Şimdi ise bırakalım emanet etmeyi, kapısına içeriden, dışardan kat kat kilitler takıyorlar. Sevgi, saygı bitirilince güven de kalmıyor hâliyle.
Zenginliklerinin değerini bilemeyen bu toprakların üstündekiler aldığı nefesten bile şüphelenir, korkar hale geldi, getirildi.
Gidenlerin yerinde istemezük diyenler var.
İnsanî refleksler
Zamanında ses çıkarılabilseydi, bu günler yaşanmayacaktı.
İnsanların kimlik ve kültürleriyle, inanç
ve inançsızlıklarıyla kendileri olabilmesi, istediği gibi yaşaması doğuştan
gelen en doğal hakkı ve özgürlüğüdür.
Ancak çocukların, kadınların,
her yaştan insanın çok kolayca doğal hak ve özgürlüklerinden yoksun
bırakıldığını gördük, görüyoruz. Yaşadık, yaşattılar, biliyoruz. Sıradan bir talebin bile en
acımasız yöntemlerle nasıl bastırıldığına her gün tanık olduk ve oluyoruz.
Yasaların keyfî ve kişiye göre kullanıldığı bir iklimde başka türlüsü de olamaz zaten.
Ne var ki doğaya da, yaşama da, yasalara da aykırı olan bu keyfîlik karşısında insanî refleksler de doğal olarak tepki veriyor. Daha insanca, daha adil, daha özgür yaşamak için baskı ve şiddetin tonu ne olursa olsun inadına direniyor, inadına haykırıyor, bedel ödemeyi göze alıyor insanî refleksler.
Ve bu refleksler durup dururken ortaya çıkmıyor. Temel hak ve özgürlükler tırpanlanarak yok edildikçe, var olma refleksleri de aynı şiddetle kendisini gösteriyor.
Yok edenler mi, yoksa var etmek isteyenler mi kazanacak, bilemiyorum.
Ama biliyorum, var edenlerin kazanması gerekir.
Aksi taktirde sırf adı “Kürtler” diye bir caminin ismine bile tahammül edemeyip “Türkler “ diye değiştiren bir zihniyetin kazanması felaketler zincirinin uzamasından başka bir şeye yaramayacaktır. Bu güne kadar yaramadığı gibi.