Ahmet Eken
Macellan – Bir İnsan, Bir Yaşam
Stefan Zweig
Çeviren: Zehra Aksu Yılmazer
Can Yayınları, 5. basım, 2016
Denizler değil ama denizciler pek bir hareketli; 1500’lü yılların başlarındayız. Yüzyıllardır biraz ötesinin karanlık bir dünya olduğu düşünülen Akdeniz’in epey bir dışına çıkılmış, Hindistan’a ve Amerika’ya ulaşılmış. Şimdi daha ötesi zihinleri meşgul etmektedir. Başta Portekiz ve İspanya Kralları olmak üzere herkes, özellikle baharatın bol ve ucuz olduğu yerlere ulaşmak, güzergâhtaki yerleri egemenliği altına almak istemektedir.
Son yıllarda gerçekleşen iki büyük sefer, Vasco de Gama’nın (1469-1524) Hindistan’a ulaşması (1948) ve Kolomb’un (1451-1506) Amerika’nın kapısını açması (1492) ve tabii de Gama’nın Portekiz’e bol baharatla dönüşü rüyalara yeni bir canlılık getirmiştir.
Bu arada, 1494’te, bugün baktığımızda tuhaf karşılayacağımız bir olay yaşanır ve Doğu’nun fatihi (?) Portekiz ile Batı’nın yeni efendisi (?) İspanya kanlı bıçaklı olmasın diye Papalık, babasının malı gibi, dünyayı ikiye böler. Bundan böyle kimse kimsenin bölgesine girmeyecektir. Böylece, düz kabul edilen, Avrupa’nın daha doğusunun ve daha batısının hiçbir haritada görülmediği, Amerika’nın geçit vermediği düşünülen dünyamızda bir mesele halledilmiş olur.
Ancak tüm bu gelişmeler, defalarca Hindistan seferlerinde görev yapmış Portekizli bir asker ve denizci olan Macellan’ın (1480-1521) kafasındaki soruları cevaplamak için yeterli olmaz. Onca yıl uğraştan ve başarıdan sonra, üstelik sakatlanmış olarak dönen Macellan, ülkesinde aradığı ilgiyi görmez. Kendisine layık görülen sadece düşük bir maaştır. Zar zor görüşebildiği kral, onun Amerika kıtasından geçerek Hindistan’a ulaşılabileceği düşüncesini kabul etmez. Hiçbir haritacının, hiçbir seyyahın sözünü bile etmediği bir geçidin varlığı kimsenin aklına yatmaz. O da tüm bunların üzerine ülkesini terk ederek İspanya’ya gider.
Yeni ülkesinde Macellan’ın şansı döner, uzun uğraşlardan sonra kral, Atlas Okyanusu’ndan Pasifik Okyanusu’na bir geçit olduğu ve buradan geçilerek baharat cennetinin Portekizlilere ait olmayan kısmına ulaşılabileceği düşüncesini kabul eder.
Hazırlıklar başlar, beklenen veya beklenmeyen pek çok zorluk halledilir ve 20 Eylül 1519 günü beş gemi Sevilla limanından yola çıkar. Toplam personel sayısı 250 kişidir ve bu insanlar arasında mütevazi bir İtalyan genci de vardır: Antonio Pigafetta. Bu sessiz genç olup bitenleri kağıda geçirecek ve hiçbir zaman elinden düşürmediği kalemi ile bu olağanüstü yolculuğu sonraki kuşaklara aktaracaktır.
Penguenlerle denizaslanları
Güneybatı yönünde ilerleyen filo sonunda Brezilya kıyılarına ulaşır. Kısa bir süredir Portekiz egemenliğinde olan bu yerlerde durması yasaktır, ama onları engelleyecek herhangi bir güç yoktur. Sempatik yerliler misafirlerini, misafirler de onları sever. Yabancıların getirdiği aynalar, bıçaklar, kolyeler ahalinin büyük ilgisini çeker. Yerliler ellerindeki her şeyi, Avrupalılar da hediyelik diye taşıdıklarını verirler. Fakat aranan geçit burada değildir. Bir süre sonra bu cennet gibi kıyılardan ayrılırlar.
Brezilya kıyılarını izleyerek güneye doğru ilerleyen Macellan, Martin Behaim’in (1459-1507) haritasında yer alan geçidi aramayı sürdürür ve sonunda kanal olduğu düşünülen yere ulaşır. Görünüşte böyle bir yer olduğu izlenimi veren bu körfez, gerçekte La Pista nehrinin denize döküldüğü yerden başka bir yer değildir. Ancak kaptanın bundan emin olabilmesi için defalarca küçük gemilerini batıya ve güneye göndermesi gerekecek, zaman kaybedecektir. Bu çabanın yegâne faydası Behaim’in haritasının yanlış olduğunun kanıtlanmasıdır.
Donanmada derin bir hayal kırıklığı yaşanır. Geri dönmek isteyenlerin sayısı biraz daha çoğalır. Lakin kaptan rüyasından vazgeçmez ve rotasını değiştirmez.
Güneye doğru ilerledikçe kıyı giderek sevimsizleşir, gökyüzü giderek kararır, doğa kasvetlenir. Brezilya’nın güzel doğası geride kalmıştır. Kıyılarda penguenler, denizaslanları ve arada bir görünüp kaçan, Eskimolar gibi giyinmiş, iri yarı insanlardan başka canlı görünmez. İspanyol denizciler özellikle bu insanların ayaklarının büyüklüğüne şaşar ve onlara “büyük ayaklar” adını verir.
Baharatın bol, iklimin muhteşem olduğu yerlere doğru yola çıkıp kendilerini kasvetli sahillerde bulan denizciler nihayet isyan eder. Soğuk, kısıtlı yiyecek ve her şeyin ötesinde geleceğin belirsizliği tayfaları ayağa kaldırır. Fakat geri adım atmaya niyeti olmayan Macellan, ustaca manevralarla ayaklanmayı boşa çıkarır. Donanma inatla San Julian Körfezi’nde kışın sona ermesini bekleyecektir.
“Mutsuzluk Adası”
Baharla birlikte, ilk keşif gezileri başlar, gemiler yeniden güneye doğru yola çıkar ve günlerden bir gün, “tuhaf bir biçimde girintili bir kıyıda beyaz kayalardan oluşan bir burun… Ardından kapkara suların aktığı derin bir körfez görünür. Gemiler biraz daha yanaşır. Ne haşmetli ne haşindir manzara: Yalçın tepeler düzensiz, parça parçadır ve az ötede karlarla kaplı yüksek doruklar vardır. Ama bu engin manzara ne kadar da ölüdür: Etrafta insan görünmez, tek tük ağaç ve çalılık vardır, ürkütücü derecede ıssız körfezin katı suskunluğunu yalnızca rüzgârın uğultusu bozar.” Kılavuzlar birkaç araştırmadan sonra burasının sadece bir körfez olduğunu daha ileriye gitmenin gereksiz olduğunu söyler. Fakat Macellan inadında vazgeçmez. Günler süren bir çabadan sonra, nihayet irili ufaklı adaların arasında Pasifik Okyanusu’na ulaşan kanal bulunur. İnatçı kaptan “Todos Ios Santos” (Tüm Azizler) adını verir, ama dünya buraya “Macellan Boğazı” diyecektir.
Ancak zaten yetersiz olan kumanya daha da azalmıştır. Kaptan deponun mevcut hâlinden söz edilmesini yasaklar. Gemilerden biri kaçar, ama bunlara rağmen yola devam etme kararından vazgeçilmez. Bayraklar çekilir ve üç küçük yalnız gemi, gümbür gümbür top atışlarıyla bu yabancı okyanusu saygıyla selamlayıp batıya doğru yola çıkar. Takvimler 28 Kasım 1520’yi göstermektedir.
Açlık ve yokluk çekmiş denizcilerin boşluğa doğru başlattıkları yolculuk koşullar ağırlaşarak devam eder, yakaladıkları balıklar dışında yegâne besinleri içi kurt kaynayan peksimetlerdir. Kalan son peksimetlerine saldıran sıçanlar bir süre sonra rağbet görmeye başlar. Bütün haritalar, ölçüler geçerliliğini yitirmiştir. Gemiler bu hâlde, iki ay boyunca yol alır. Hiçbir kara parçasına rastlamazlar. Açlıktan ve hastalıktan ölümler olur ve nihayet üç ay yirmi gün sonra, “Mutsuzluk Adası” adını verecekleri adaya ulaşırlar. Kimsenin yaşamadığı bu adada su bile yoktur. Ancak talihleri dönmeye başlamıştır. Kısa bir süre sonra Filipinler’e ulaşacaklardır. Filipinler’in küçük adalarından biri olan Massava’da demirleyen filo, burada gayet güzel karşılanır, hatta yerliler din değiştirip vaftiz bile olurlar.
Yolculuğun bu iyi günleri uzun sürmez. Dost edindikleri yerli kabilesiyle bir başka kabile arasında yapılan savaşta, öne geçen Macellan öldürülür. Bu mistik güçleri olduğuna inanılan kişinin ölümü, yerlilerin İspanyollara bütün bakışını değiştirir, artık istenmeyen kişiler haline gelirler.
Geriye kalan iki gemiden bir tanesinin 47 denizciyle birlikte hareket etmesiyle dönüş başlar. Bir o kadar insan dönmeme kararı almıştır. Adada kalanlar arasında 26 Nisan 1521 günü öldürülen Macellan’ın naaşı da vardır. Öldürenler kaptanın bedenini geri vermeyi kabul etmemiştir.
Denizciler yolun bundan sonraki kısmını biliyorlardır. Yüzyılın başından bu yana Portekiz gemileri buralarda mekik dokumaktadır. Lakin Portekiz kralı, Macellan ve adamlarını yasadışı ilan etmiş, tutuklanmalarını istemektedir. Özet olarak, Portekiz’in egemenliği altında olan herhangi bir limanda konaklamaları mümkün değildir. Onlar da hiçbir yere uğramazlar ve arada bir unutmuş olsalar da iyi tanıdıkları açlıkla yeniden başbaşa kalırlar. Giderek azalan kumanya, kokan su ve başlayan ölümler. Hatta içlerinden Portekizlilere teslim olmayı önerenler bile çıkar. Ancak kaptan, Macellan’ın zaferinin mirasına ihanet etmez.
Macellan’ın rüyası
Baştan aşağı mucizelerle dolu yolculukta görülen ve mevcut kabul edilmiş anlayışları altüst eden olaylardan bir tanesi de, yerkürenin uzayda sabit durmadığının, düzenli bir ritimle kendi ekseninde döndüğünün ispatı olur. İlerleyen yıllarda bu tespitin doğruluğunu savunun pek çok kişinin başını belaya sokacak olan bu buluşun öyküsünü yazar şöyle anlatıyor: “Acar vakanüvisimiz Pigafetta, uğruna yola çıktığı mucizelerden biriyle son anda, Verde Burnu’ndaki o kısacık mola esnasında nihayet karşılaşır… Gıda maddesi almak için kıyıya giden mürettebat, gemiye döndüğünde şaşırtıcı bir haber getirir: Kıyıda günlerden perşembedir, oysa gemide onlara o günün Çarşamba olduğu söylenmiştir. Pigafetta çok şaşırır, zira üç yıldır hiç aksatmadan her gün günlük tutmuştur. Unuttuğu bir gün mü vardır yoksa? Gemi kılavuzu Alvo’ya sorar, o da her gün seyir defterine kayıt düşmektedir ve onun defterine göre de o gün henüz çarşambadır: sürekli batıya giden dünya gezginlerinin takviminden bir gün açıklanamaz bir biçimde uçup gitmişe benzer. Pigafetta bu garip olguyu anlattığında, tüm uygar dünya şaşıracaktır. Yunan bilginlerin tahmin bile edemediği sır ancak Macellan’ın seferi sayesinde açıklığa kavuşur. Pontoslu Heraklatios’un milattan önce 400 civarında kurduğu hipotezin doğruluğu, kesin bir gözlemle kanıtlanmıştır artık: Yerküre uzayda sabit durmaz, düzenli bir ritimle kendi ekseninde döner, yerkürenin sürekli batıya giderek onun dönmesini izleyen biri, sonsuzluktan zaman kazanabilir. Dünyanın çeşitli bölgelerinde zaman ve saatin farklı olduğuna dair bu yeni bilgi bugün izafiyet teorisi dünyamızı nasıl heyecanlandırıyorsa on altıncı yüzyılın hümanistlerini de o kadar heyecanlandırır.”
Ve günlerden bir gün, 6 Eylül 1522 günü, denizcilik tarihinin bu muhteşem seferini bitirmeyi başaran 18 kişi Sevilla’ya ulaşır. Cılız, yorgun, hastalıklı bu insanları Sevillalılar hayranlık ve coşku ile karşılar. Macellan’ın rüyası gerçek olmuştur.