Cemal Yardımcı
Her çağ kendi karabasanını yaratır.
Tarih kadar eski korkulardan, bilinçaltının derinliklerinden çıkan, efsane ve masal yaratıklarıyla doludur karabasanlar. Ama bu yaratıkların bazısı, dönemin hakiki ve hayalî endişeleriyle etkileşerek yeni çizgiler kazanıp yenilenir ve insanların zihnine musallat olur, yaygınlaşır, popüler kültürün parçası haline gelirler.
Yakıp yıkan, insanları parçalayan canavarlardı eski çağların korkunç yaratıkları. On dokuzuncu yüzyılda dehşet sahnesini kan emici vampirler, hortlaklar, hayaletler kapladı. Ardından uzaylıların istilası başladı. Bugünlerde robotlar korkutuyor insanları.
Ancak binlerce yıldır, belki en başından beri, tehlikenin en büyüğü, açık ve örtük şiddetin en önemli kaynağı yine insan. Dehşet figürleri de dışımızdaki doğadan çok insanın ve toplumun niteliklerini taşıyor. Bu yüzden hayvan kökenini en açık belli eden bir canavarın bile kimi insan-benzeri özellikleri vardır: Akıl yürütür, konuşur, öfkelenir. Canavarlarda da düşmanların en güçlü savaşçılarını, istilacıların komutanlarını ya da beylerin, ağaların, hüküdarların izlerini de görmek mümkündür.
Yalın kılıçlı savaşçılar, beyler ve krallar tarih sahnesinden çekilirken, pençeleri, dişleri, kaba kuvvetleri ile korku saçan canavarlar da çocuk masallarına ricat etti. Elle tutulamayan soyut toplumsal kuvvetlerin insan hayatına hükmetmeye başlaması karabasan yaratıklarının da bu yönde şekillenmesinin önünü açtı.
Komünist Manifesto‘nun ilk cümlesindeki Avrupa’nın üzerinde dolaşan hayalet, Kapital’deki vampirler, hortlaklar ve diğer fantastik unsurlar sadece hedefini bulan mecazlar değildir. Bunlar Marx’ın çağdaşlarıyla paylaştığı toplumsal muhayelenin ürünleri aynı zamanda. Hortlakların, hayaletlerin sanayi devrimi sonrasında yaygınlaşması ile piyasanın görünmez elinin toplum hayatını belirlemeye başlaması arasında bir ilişki var.
Şimdi zihinlerimizi ele geçirme sırası robotlarda. Denetiminden kurtulan yapay zekâ, mekanik ya da biyolojik robotlar, akıllı savaş makineleri kaygılandırıyor insanları. Meselenin karabasan boyutu için yapacak pek bir şey yok. Muhtemelen bir süre sonra, ekolojik felaketin işaretlerinin çoğalması ya da küresel nüfus hareketlerinin sosyal dokuları tahrip etmesi gibi gelişmelerle tahrik olan hayal gücünün yaratacağı yeni canavarlar robotların yerine geçecek.
Ama meselenin bir de gerçekliğin içinden geçen boyutu var: Robotlar gerçekten geliyor. Gerçekten işlerimizi elimizden alacak. Yapay zekâ uygulamaları gerçekten bizi daha sıkı gözetim ve denetim altına sokacak. “Akıllı” savaş makineleri gözlem ve hedef saptamaya yönelik kullanılmaya başladı bile. Kendi başına savaşacak muharip sınıftan robotlar araştırma-geliştirme aşamasında; yakında onlar da çatışma alanlarında boy gösterecek.
Yukardaki paragrafı gidişatın popüler kültürdeki izdüşümüne denk düşen ifadeler kullanarak yazdım. Sorun şu ki, bu ifadeler gerçek gidişatı gösterdiğinden çok perdeliyor. Esas noktanın, insan faktörünün karanlıkta kalmasına yol açıyor. İşlerimizi elimizden alacak olan robotlar değil, üretimin ve işin nasıl örgütleneceğine karar veren kapitalistler olacak. Bizi kameralar, bilgisayarlar, yapay zekâ uygulamaları değil, devletler denetleyecek. Merminin geleneksel bir tüfekten ya da bir özerk savaş robotundan çıkması esas sorumluyu değiştirmez; öldüren yine savaş kararını alan egemenler ve bu kararı uygulamaya sokan subaylar olacak.
Şimdi kötücül robotları bekliyoruz. Kavafis’in barbarları gibi, “onlar bir çeşit çözüm sorunlarımıza”.
Dünyanın bütün robotları, birleşin!
Dünyaya “robot” kelimesini R.U.R. oyunuyla Çek yazar Karl Čapek’in hediye ettiği bilinir. Oyuna ilişkin bilinenin genellikle bu bilgiden ibaret olması yazıktır, çünkü R.U.R. hem derinliği olan, hem de hoş ve ilginç bir hikâye anlatır. Üstelik anlatılan hikaye bugün yüz yıl önce yazıldığından daha günceldir: Kâr hırsıyla üretilen insansı robotları, robotların bilinçlenmesini, isyanını ve insanlığı ortadan kaldırmasını anlatır.
R.U.R. iki düzlemde okunabilir. İlki neredyse bütün robot klişelerinin kaynağıdır: Robot yapımını mümkün kılan buluşu yapan bilim adamı ve robotların ekonomik imkânlarını sezen gözünü kâr hırsı bürümüş yakını, fabrikada üretilen insan benzeri yapay yaratıklar, maliyetleri beşte bire düşürdükleri için fabrikalarda köle gibi çalıştırılan robotlar, robotlara özgürlük savunucuları, insan gibi olmak, insan olmak isteyen robotlar, robotların ayaklanarak insanları yok etmesi, duyguları, aşkı keşfeden ve yeni bir uygarlığın Adem ve Havva’sı olan robot çift, vs.
R.U.R. ikinci bir şekilde, bir işçi devrimi parodisi olarak da yorumlanabilir. Makinelere insan benzeri nitelikler atfetmek yerine, kapitalizmin büyük üretim makinesinin bir dişlisi haline soktuğu, insanlıklarını yok saydığı işçileri robotlar üzerinden anlatmak da mümkündür. Metaforu böyle tersine çevirerek baktığımızda R.U.R. yine anlamlı bir hikâye anlatır.
İki yorumdan da daha ilginç olan şey, böyle iki ters yorumun mümkün olması, metaforun iki yönde de işleyebilmesidir. Cem Yılmaz’ın esprisini biraz değiştirip, “robot da olsa, insan insandır,” diyebiliriz. İkinci durumda, kapitalist modern zamanlar işçisinin robotlarla simgelenmesi durumunda, yüzde 99 için özdeşleşme kendiliğinden olacak kadar kolay.
İlk durumda ise robotlar hissetme ve düşünme yetenekleri açısından bize benzer, bedensel özellikleri açısından farklı, “ötekiler” konumundadır. Eğer aile, sülale, soy, millet sınırlarını aşan, evrensel bir etik tutumu benimsiyorsak, bize ne kadar benzemese de “ötekine” kendimizi onun yerine koyarak, anlamaya çalışarak yaklaşmamız gerekir. Böyle yaptığımızda, bir kendilik bilinci geliştirmiş, düşünen robotlarda en alt sınıfı, insan yerine konmayanları, yok sayılanları, robota’ları yani zorla çalıştırılan köle-işçileri görmemek imkânsız.
Bu yüzden her iki yorumda da kıssadan çıkarılacak hisse, hikâyenin kahramanlarına yapılacak çağrı aynı: Dünyanın bütün robotları, birleşin!
Gerçek robotlar aramızda!
Yapay zekâ alanında ciddi ve heyecan verici çalışmalar yapılıyor. Ama Karl Čapek’in anlattığı türden robotlar henüz ufukta görünmüyor. Dolayısıyla birlikte yeni bir dünya kurma çağrısı yapacağımız robotlarla ancak bilim kurgu yapıtlarında karşılaşacağız şimdilik. Aynı şey dehşet saçan kötücül robotlar için de geçerli. Zekâ, bilinç, özerklik sahibi, mekanik ya da biyolojik bir robot yaratma işinin başlangıç noktasında bile değiliz. Üzerinde uzun uzun konuşabilecek durumda olsak da, daha bu kavramları uygulamada kullanabilecek şekilde tanımlayabilmiş, anlayabilmiş değiliz.
Zekâ ve bilinç sahibi robotlar henüz hayal ve kurgu âleminde yaşıyor. Buna karşılık robotlarla ilişkili kaygıların en azından bir bölümü somut ve hakiki toplumsal süreçlerden kaynaklanıyor.
Peki, maddî bir temele dayanan hangi hakiki endişeler robot suretine bürünüp karşımıza çıkıyor?
Aslında, insanın haddini aşarak bilmemesi gerekeni öğrendiği, denetim altında tutamayacağı bir süreci başlattığı, bir canavar yaratmakta olduğu kaygısı da maddî bir temele dayanıyor. Bilgisizlikten beslenen bir endişe bu, ama söz konusu cehalet eğitimsizlik kaynaklı bireysel bir durum değil. Kapitalizmin teknolojiyi baş döndürücü bir hızla dönüştürmesinin sonucu, gündelik hayatın vazgeçilmez unsurlarına ait bilgi az sayıda uzmanın tekelinde bulunuyor. Üstelik bir alanın uzmanı, bir başka alana ait bilgiye herhangi biri kadar uzak olabiliyor.
Robotların insanların işlerini ele geçirip onları işlevsizleştireceği endişesi ise çok daha dolaysız ve somut. Bir eşik geçilince başlayacak bir süreç değil sözkonusu olan, çoktan başlamış olan otomasyon sürecinin devamı niteliğinde, kapitalizmin bütün temel özellikleriyle uyumlu, neredeyse kaçınılmaz bir süreç. “Genel zekâ” tasarlamanın çok uzağında olabiliriz. Ama belirlenmiş işleri giderek daha iyi yapan makineler tasarlayabiliyoruz. Bu belirlenmiş işler geleneksel olarak zekâyla özdeşleştirilen, “ancak insanların yapabileceği türden” şeklinde sınıflandırılan işler de olabiliyor. Böyle robotlar var. Her geçen gün çoğalıyor, daha becerikli hâle geliyor ve yeni alanlara el atıyorlar.
Şöförsüz taksiler, doktorsuz muayenehaneler, robot askerler ve robot araştırmacılar… Robotlar aramızda. Henüz biraz acemi olabilirler, ama ustalaşacaklar ve kalıcı olacaklar.
Robotlar ve muhafazakâr devrimciler
Geçmişte ideal bir sosyalizmin ipuçlarını bulmak ve geleceği bu geçmişi canlandırma hayali üzerine kurmaya çalışmak ile şekillenen bir köylü sosyalizmi hep varoldu. Köyler ve köylülük yok oluyor ama köylü sosyalizmi kendini yenileyerek varlığını sürdürüyor. Bu şaşırtıcı değil: Köy güzeldir, herkesin birbirini tanıdığı küçük cemaat dayanışması iyidir, birkaç yüz kişiyi aşmayan topluluklarda yaşamak insanların doğal eğilimlerine uygundur. Ama geleceği geçip gitmiş ya da geçmekte olan üzerine kurmak mümkün değildir.
Önümüzdeki dönemi belirleyecek olan temel eğilimler yeni teknolojilerin yükselmesi, otomasyonun derinleşmesi, üretkenliğin artması, üretken faaliyetlerde çalışan işçilerin azalması, işsizliğin yaygınlaşması ve nüfus hareketlerinin ortaya çıkması, bütün bu süreçlerin eşi görülmedik bir hızla, sarsıcı bir şiddetle gerçekleşmesi olacak. Bütün bu süreçler bugünden başlamış durumda.
Köylü sosyalizmi benzeri bir “muhafazakâr sosyalizm” bu gelişmeler karşısında radikal muhalefetin ilk tepkisi olacak gibi gözüküyor maalesef. Kapitalizmin çehresini bir kere daha değiştirecek dönüşümlere, (reformist-sosyal demokrat ve devrimci-komünist iki kanadıyla) 20. yüzyıl solunun kavramlarını ve yöntemlerini kullanarak cevap vermeye çalışacak bu muhafazakâr sosyalizmin başarı şansı hiç yok. Ama özellikle ilk aşamada, toplumsal muhalefete rengini vermesi pek muhtemel.
Muhafazakâr sosyalizmin fikrî konforunu korumak ve alışageldiği muhalefet üslubunu sürdürebilmek için takınacağı tavrın birkaç çizgisi bugünden belli. Birincisi “robotların yükselişine” karşı körlük. (Robotlar mı? Hani nerede? Hiç robotlar insanın yerini tutabilir mi?) İkincisi “insanî dokunuşun” idealizasyonu (Ne kahvemi bir robot hazırlasın isterim, ne ameliyatımı bir robotun yapmasını kabul ederim. İnsanın sıktığı cıvatayla robotun sıktığı bir olur mu?) Üçüncüsü eski aktörlerin çekilip yerini yenilerine bırakmasını anlamamak. (Elbette elinde balyozuyla mavi tulumlu demirci, şort giymiş, mor saçlı çağrı merkezi çalışanından daha işçidir…)
Yapılması gereken elbette bugünün dinamiklerini anlamak, yeni kavramlar, yeni yöntemler yaratmak, önümüzdeki dönemin yeni “tehlikeli fikirlerini” bulup geliştirmek. Basit ve açık bir saptama, ama yine de vurgulamak gerekli, çünkü fikir tembelliği muhafazakâr sosyalizmin tuzaklarına takılıp kalmaya yol açıyor. Bu ise içinde bulunduğumuz şiddetli dönüşümler çağında hızla kendimizin karikatürü haline getirir bizi.