Atilla Dirim
Bir süre önce bir arkadaşımın[1] sosyal medyada yaptığı filatelik bir paylaşım dikkatimi çekmişti. Bu, bir Osmanlı pulunun resmiydi. Benim de eskiden beri bildiğim bir puldu; öyle anılmaya değecek bir özelliği olduğunu sanmıyordum. Posta ve Telgraf Nazırı Oskan Efendi (Mardikyan) döneminde, Londra’da Bradbury Wilkinson and Co. matbaasında Taydus usulü ile bastırılmıştı. 14 Ocak 1914 tarihinde tedavüle çıkan ve Birinci Londra Serisi olarak anılan pulların üzerinde görülen nakışlar Mimar Muzaffer ve yazılar Hattat Mehmet Beyler tarafından yapılmış ve yazılmıştı.[2]
Toplam 17 puldan oluşan bu serinin 10 paralık pulunda, Fenerbahçe semtindeki fener manzarası bulunuyor. Pulun sol üst köşesinde Latin harfleriyle yazılmış “Postes Ottomanes” (Osmanlı Postası) yazısının altında yer alan ve çıplak gözle ancak bir süsleme şeklinde görülebilen filigran büyütüldüğünde, bunun Ermeni harfleriyle yazılmış ve iki yerinde haç işareti olan bir yazının stilize edilmiş hali olduğu görülüyor.
Bu filigrana mercekle bakıldığında “Մարդիկ պիտի պաշտեն զԱստուած / Martik bidi bashden zAsdvatz” ibaresinin seçilmesi, benim için de ilginç bir sürpriz olmuştu. Bu ibare “Bütün insanlar tanrıya tapınacak” anlamına geliyor ve Eski Ahit’te yer alan Yeşaya 66:23 Ayeti’nden alınmış (“Yeni Ay’dan Yeni Ay’a, Şabat Günü’nden Şabat Günü’ne bütün insanlar önüme gelip bana tapınacaklar” diyor RAB). Aynı sürpriz söz konusu dönemde de yaşanmış ve ibarenin fark edilmesi tartışmalara yol açmış, ancak yine de pul kullanımdan kaldırılmamış. Ne var ki, 1920 yılında yapılan ve birinci serinin renkleri ve tuğraları değiştirilen dokuz pulundan oluşan ikinci baskıda, bu filigran çıkartılmış.
Posta ve Telgraf Nazırı Oskan Efendi
Pulun üzerine bu “korsan” ibarenin konulması, ilginç bir durum. Türk filatelisinin duayenlerinden Ali Nusret Pulhan’ın katalogunda verilen bilgide, pulların nakış ve yazılarının birer Müslüman tarafından yapıldığı kaydedilmektedir. Acaba Posta ve Telgraf Nezareti’nde görevli Ermeni memurlardan biri, yaklaşan felaketi sezinlediği için, tarihe bir işaret bırakmak maksadıyla bu sürprizi hazırlamış olabilir miydi? Ya da Ermeni Posta ve Telgraf Nazırı Oskan Efendi’nin bir müdahalesi mi söz konusuydu?
Oskan Mardikyan’ın yaptığı hizmetlerden, birçok Türk kaynağında takdir ve övgüyle söz ediliyor. Kendisi 1868 yılında Erzincan’da doğmuş. Babası, bezzaz esnafından Mardikyan Avadis Ağa’ymış. Ermeni okulunda Türkçe, Ermenice, Fransızca ve özel öğretmenden Arapça öğrenmiş. Erzincan Sancağı Tahrirat Kalemi Mülazımlığı ile başladığı memuriyet hayatı, 13 Mart 1905 tarihinden itibaren Dûyun-ı Umumiyye Müfettişi, 12 Mart 1906 tarihinden itibaren Rumeli Vilâyat-ı Selâsesi Maliye Komisyonu Müfettişi, 13 Eylül 1909 tarihinden itibaren Birinci Sınıf Maliye Müfettişi olarak devam etmiş ve 24 Ocak 1913 tarihinde Posta ve Telgraf ve Telefon Nazırlığına tayin edilerek zirvesine ulaşmış.[3]
Oskan Efendi, nazır olarak göreve başladığında memleketin posta ve telgraf hizmetleri felaket durumdaydı. Birinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde, uzun yıllardan beri kurulmaya çalışılan telgraf hatları ya kaybedilen topraklarda kalmış ya da saldırılarla büyük hasara uğramıştı. Ülkenin dört bir yanında artan huzursuzluk posta hizmetlerini de olumsuz etkiliyor, kış aylarında haberleşmedeki aksaklıklar, doğa şartları nedeniyle daha da artıyordu. Maddî olarak büyük güçlük çeken memurlardan sürekli fedakârlık bekleniyor, özellikle telgrafçılar imparatorluğun uzak köşelerine belirsiz bir süre için tayin ediliyordu.
Oskan Efendi, tüm bu olumsuzlukları yakından bilen biriydi. Uzun yıllar Osmanlı devlet dairelerinde en alt kademeden başlayarak memuriyetlerde bulunmuş, ülkenin ücra köşelerinde çalışmıştı. Göreve gelmesiyle birlikte telgraf ve posta altyapısını geliştirmek ve güçlendirmek için çalışmalara başlamış, posta arabalarının üzerinde ilerleyebileceği nitelikte yolların yapılmasını sağlamış, memurların çalışma şartlarını düzeltmiş, Beyrut’tan başlayarak imparatorluğun en uzak köşelerini bile gezerek telgraf ve posta hizmetlerini yerinde incelemiş, gerekli düzenlemelerin yapılmasını sağlamıştı. 27 Nisan 1914 tarihli Sabah gazetesinde yayınlanan “Postalara Dair, Oskan Efendi’nin Teftişleri” başlıklı makale, bir örnek teşkil etmesi bakımından çok ilginçtir:
“Posta nazırı muhteremi, Beyrut’tan başlayarak büyük bir devre-i teftişata çıktı. Dünkü Jön-Türk’de Nazır-ı muhtereme dair bir menkıbe anlatılmakta, her türlü icraatı bizzat görmek ve teftiş etmek merakında bulunduğu söylenilmekte idi. Posta Nazırı bir gün alessabah Boğaziçi posta ve telgraf merkezlerinden birinin önünde yalnızca isbat-ı vücut etmiş. Saat yedi buçuk, kimse yok, telgrafhane kapalı, çevrede bir kahvehanede suburane beklemiş. Telgrafhane açılmış, yine müracaat etmiş, biri telgrafhaneyi silip süpürüyor, telgraf memuru efendiyi sormuş, ‘Memur efendi saat onda gelir’ cevabını alınca yine beklemeye koyulmuş. ‘Müstacel bir telgrafım var, ne yapayım’ demiş. Nihayet memur gelmiş, kahvesini ısmarlamış, Nazır Efendi yaklaşmış ve demiş ki, ‘Her gün telgrafhane bu vakit mi açılır? Bu sabah pek müstacel bir telgrafım vardı.’ Memur efendi, ne zaman kendi gelirse telgrafhanenin o zaman açılacağı, sanatını başkasından öğrenmeye ihtiyacı olmadığı yolunda bir cevap vermiş. Nazır Efendi bir telgraf yazarak müstacel kaydıyla memura uzatmış. Şu zeminde, ‘Müdüriyet-i Umumiye-i Hümayun filan Telgraf merkezine bir memur gönderiniz. Buranın memurunu azlettim. Nazır.'”
Oskan Efendi, postane binalarına pul otomatları dahi ısmarlamıştır:
“Gişelerimizde ahalinin beklememesi, vaktini kaybetmemesi için postahanelerimize gelen ahalinin hüsnü muamele görmesi için tedabir-i mukteziyeye tevessül ettik. Hatta mühim merakizde (otomatik) bizatihilhareke makineler getiriyoruz. Herkes parasını atacak, pulunu alıp gidecek. Bunun daha ilerisine varacağız. Zaten ısmarlamış olduğum taahhütlü mekatib makineleri kariben gelecektir. Bunlara herkes mektubunu atacak ve aşağıdan mektubuna karşı taahhüdü havi mektubunu alıp gidecektir.”
Bunun yanı sıra, postanelerin birer hafiye merkezi olmaktan çıkacağı vaadinde de bulunmuştu:
“Zira bu fırsatla şunu arz ediyorum ki, postanelerimiz artık eskisi gibi hafiye merkezi değildir ve olmayacaktır. Postahanelerimizden artık mektup tecessüsatı kalkmıştır. Mektupların kimden gelip gittiğine artık bakılmaz ve bakılmayacaktır. Postahanelerimize mektup verilip alındığı vakit, bunu herkes görmeli ve görecektir. İşte bu haller, postalarımıza, herkesin emniyetini caliptir ve bu emniyetin gün be gün tezayyüd ettiğini, varidatımızın artmasıyla ve hatta merkezlerimizin sabahtan akşama kadar karıncalar gibi ecnebiler ve yerli ahalimizin dolması ile sabittir. Varidat ve hasılat cetvellerimiz bunu tamamen gösterir.”
Lanetli Yıllar
Oskan Efendi posta ve telgraf hizmetlerini iyileştirmek ve modernleştirmek için gayret gösterirken, bir yandan yaklaşan savaşı ve beraberinde getireceği tehlikeleri endişeyle takip ediyordu. Bu endişeler hakkında Lanetli Yıllar adlı kitabında Yervant Odyan[4] bilgi veriyor:
“Hükümet de aynı zamanda tarafsızlığını ilan etmiş ve silah başı çağrısı konusunda da kısmî seferberliğin ülkenin güvenliği ve tarafsızlığı için gerekli olduğunu açıklamıştı.
O vakitler bir gün caddede Posta Nazırı Oskan Efendi’yle karşılaşmıştım. Konuşmamız doğal olarak günün olaylarına kaymıştı. Oskan Efendi’yi çok kötümser bulmuştum. ‘Bu adamlar Almanlarla birlik olup savaşa girecekler’ demişti.
‘Ama bu tam bir aptallık olur’ deyince
‘Aptallık ya da değil, ama gerçek olan bu’ diye karşılık vermişti.
‘Bunun sonucu ne olur?’
‘Çok kötü olacak. Çünkü Almanya kesinlikle yenilecek.’
Her Ermeni gibi Oskan Efendi de aynı kaygıyı taşıyordu.
‘Biz de çok tehlikeli bir zamandan geçeceğiz. Umalım ki uzun sürmesin.'”
1914 yılının 2 Ağustos gününde seferberliğin ilan edilmesiyle, savaşa girmek artık kaçınılmaz olmuştu. Nazır Oskan Efendi, savaşın ilk aylarında göreve devam etmekle birlikte, 4 Kasım 1914’te istifa etti. Altı ay sonra, 24 Nisan’da İstanbul’da Ermeni aydınlarının ve ileri gelenlerinin evleri basıldı ve 240 kadarı tutuklandı. Bunlar başta Ayaş olmak üzere ülkenin çeşitli yerlerine gönderildiler, bir kısmı yollarda öldü veya öldürüldü, sadece birkaçı İstanbul’a dönmeyi başarabildi. Yervant Odyan, 24 Nisan’dan sonra, Hınçak üyesi 20 Ermeni devrimcinin idam edildiği 15 Haziran’dan hemen önce, Oskan Efendi ile bir karşılaşmasını şöyle anlatır:
“O günlerdeydi sanırım, bir sabah Taksim’den gelirken Oskan Mardikyan Efendi’yle burun buruna geldim. Görevinden istifa ettiğini ve Avrupa’ya gitmek için hazırlıklar yaptığını duymuştum. Ayrıca tavırlarının bakanlıkta memnuniyetsizlik ve kuşku yarattığı da kulağıma çalınmıştı. Bu koşullarda benim gibi tehlikeli biriyle karşılaşmasının onun için iyi olmayacağını düşünerek, bir yabancı gibi selam vermeden yanından geçtim.
Oskan Efendi beni durdurdu. ‘Niçin selam vermeden geçip gidiyorsun?’ diye sordu.
‘Daha iyi olacağını düşünmüştüm’ diyerek cevap verdim.
‘Gerçekten durum bu mu? Yolda karşılaşan iki Ermeni bundan sonra birbirini selamlayamayacak mı?’
‘Bilmiyorum…’
‘Nereye gidiyorsun?’
‘Yazı işlerine.’
‘Vaktin varsa benimle gel de biraz sohbet edelim.’
‘Sizi rahatsız etmeyeceksem, memnuniyetle…’ Onunla birlikte yeniden Taksim’e döndüm.
Konuşmamızın dönüp dolaşıp günün gelişmeleri ve özellikle de bizim yaşadığımız sorunlara gelmesi kaçınılmazdı. Oskan Efendi, ‘Bu adamların hedefi bizi hem entelektüel olarak hem de maddî olarak yok etmek. İlkini bütün bilinen aydınlarımızı sürgüne göndererek başardılar…’ dedi.
‘Sürgün imha değildir’ diyerek sözünü kestim.
Oskan Efendi başını üzgün bir şekilde sallayarak konuşmasına devam etti: ‘Evet, ancak eğer geri dönmek mümkünse.’
‘Bir kısmı geri döndü.’
‘Önemsiz bir grup. Dahası, gerçeği söyleyecek olursam, nasıl geri dönebildikleri konusunda şaşkınlığım hâlâ gitmedi.’
Ardından konuşmayı bana getirerek, ‘Bereket versin ki sen kolayca kaçmayı başardın’ dedi.
‘Evet, şans eseri öyle oldu. Sizce artık tehlikede değil miyim?’
‘Değilsin, aydınlara takibat, zulüm sona erdi. Sıra dükkân sahipleri ve tüccarlara geldi… Ermenilerin mal ve mülklerine el koyacaklar. Bunu yaparken ne tür araçlara başvuracaklar bilmiyorum, ama bu insanların her şeyi… her şeyi yapabileceklerine eminim. Anlıyor musun?’ Bu sözcükleri Oskan Efendi’nin ağzından duymak ürkütücüydü.
Bir kaç gün sonra Posta ve Telgraf Nezareti eski nazırı İstanbul’u terk edecekti.”
Hizmetlerin karşılığı nasıl ödendi?
Oskan Efendi’nin endişelerinde ne kadar haklı olduğu o günlerde ortaya çıkacaktı. Nitekim, 27 Mayıs 1915’te kabul edilen ve 1 Haziran’da dönemin resmî gazetesi Takvim-i Vekayi‘de yayınlanarak yürürlüğe giren iki maddelik Tehcir Kanunu uygulanmaya başlanmıştı:
– Vakt-i seferde ordu ve kolordu ve fırka (tümen) kumandanları ve bunların vekilleri ve müstakil mevki kumandanları ahâli tarafından herhangi bir suretle evamir-i hükûmete (hükûmetin emirlerine) ve müdafaa-i memlekete ve muhafaza-i asayişe müteallik (ilişkin) icraat ve tertibata karşı muhalefet ve silâhla tecavüz mukavemet görürlerse, derakap (hemen) kuvve-i askeriye ile en şiddetli surette te’dibat yapmağa (akıllarını başlarına getirmeye) ve tecavüz ve mukavemeti esasından imha etmeye mezun (görevli) ve mecburdurlar.
– Ordu ve müstakil kolordu ve fırka kumandanları, icabat-i askeriyeye (askerliğin gerektirdiği kurallara) mebnî (dayanarak) veya casusluk ve hıyanetlerini hissettikleri kurâ (köyler) ve kasabat (kasabalar) ahâlisini münferiden (tek olarak) veya müctemi’an (toplu olarak) diğer mahallere sevk ve iskân ettirebilirler.
Oskan Efendi 1,5 milyon Ermeni’nin yok edilmesiyle sona eren soykırımdan, vaktinde Avrupa’ya kaçabilmesi sayesinde kurtulabilmişti. Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle birlikte savaş dönemi hükümet üyeleriyle birlikte Divan-ı Harb-ı Örfî’de gıyabında yargılanmış, beraat ettikten sonra Tevfik Paşa Hükümeti tarafından yeniden Posta ve Telgraf Nazırı olması için davet almış, ancak bu görevi reddetmişti.
Osmanlı haberleşme
tarihinde atılım yaptığı ve cumhuriyet haberleşmesinin temelini attığı mevcut
kaynaklar tarafından övgüyle dile getirilen Oskan Mardikyan, bu hizmetlerinin
karşılığını, İstiklal Harbi’ne katılmadığı gerekçesiyle vatandaşlıktan
çıkartılarak ve malları müsadere edilerek aldı. Bu mallar, 31 Mayıs
1926 tarih ve 882 numaralı kanunla Ermeni soykırımını gerçekleştiren kadroların
varislerine verildi.[5] Oskan Efendi, 7 Temmuz
1947 tarihinde Kahire’de öldü.
[1] Ira Tzouru’ya teşekkür ederim.
[2] Pulhan Türk Pulları Kataloğu, Ali Nusret Pulhan, Apa Ofset, Aralık 1977, İstanbul.
[3] http://www.akademiktarih.com/tarih-anabilim-dal/2040-osmanl-aratrmalar/osmanlbasaberleulave-glik-/6039-osmanli-haberlee-tarde-atilim-demve-ptt-naziri-oskan-efend.html
[4] Yervant Odyan, 19 Eylül 1869’da İstanbul’da Yenikapı’da doğdu. On dokuzuncu yüzyıl başında, Kayseri’nin Muncusun köyünden genç yaşta İstanbul’a gelip K. Balyan’ın yanında saray mimarlığına dek yükselen Boğos Odyan’ın adıyla anılıp ünlenen bir aileye mensuptu. Ermeni Milleti Nizamnamesi (1863) olarak bilinen Osmanlı’daki ilk anayasa örneğinin hazırlayıcılarından Kirkor Odyan’ın (1834–1887) yeğeniydi. İstanbul’da iyi bir öğrenim gördü, 1896 yılında yaşanan Osmanlı Bankası işgalinin ardından Ermenilere yönelik saldırılar sırasında İstanbul’u terk etti, Atina, Paris, Londra, Bombay, Kahire gibi şehirlerde dergiler çıkardı. II. Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’a döndü, Püzantion [Bizans], Jamanak [Vakit] ve Azadamard [Özgürlük Kavgası] gazetelerine yazılar yazdı. Inger Pançuni [Yoldaş Pançuni] diye bilinen eseri, Püzantion‘da “Arakelutyun mı i Dzabılvar” [Dzabılvar Misyonu] adıyla yayınlandı. Mayıs 1915’te tutuklanıp Dair Ez-Zor’a (Der Zor) tehcir edildi, ağır koşullarda mucize eseri sağ kaldı. İstanbul’a 1918’de geri döndü. Çeşitli yayın faaliyetlerini yürüttükten sonra, İstanbul’u 1922’de terk edip Bükreş’e geçti. 3 Ekim 1926’da Kahire’de öldü. Anidzyal Dariner / Lanetli Yıllar: Sürgünüm ve Der Zor’dan Geri Dönüşüm, 1914-1919 başlıklı eseri, Pencere Yayınları tarafından yayınlanacaktır.
[5] “Gayrimüslim Cemaat Vakıfları: Müsaderenin Son Nesnesi”, Sait Çetinoğlu.