Brezilya’da 2016’nın son aylarında erkeklerin toplu tecavüzüne uğrayan bir genç kadının ve Arjantin’de tecavüze uğrayan 12 yaşındaki bir kız çocuğunun haberi 2017’de verdiğimiz bütün mücadelelerin fitilini ateşleyen olaylar arasındaydı.
Bu haberlerin duyulmasının ardından Arjantin’de ve Brezilya’da binlerce kadın, kendilerine yönelen bu şiddete karşı, #NiUnaMenos (#NotOneLess – #BirKişiDahaEksilmeyeceğiz) sloganı altında birleşerek devlet aygıtının yaşananlardaki kabahatini yetkililerin gözüne sokmak adına sokaklara döküldü.
Polonya’da kadınlar kürtajı tamamen yasaklamaya kalkışan hükümetin yasa tasarısını protesto etmek için sokaklara çıktı. Polonya hükümeti yasayı geri çekmek zorunda kaldı. Polonyalı kadın hakları aktivisti Klementyna Suchanow, “Polonya’da kürtaj hakkı için ya da Güney Afrika’daki kadın intiharlarını protesto ettiğimizde bir devin yalnızca bir parmağıyla mücadele ediyoruz. Eğer bir şeyleri değiştirmek istiyorsak devin kendisini yenmek zorundayız” dedi.
İzlanda’da ise uzun yıllardır mücadelenin ana taleplerinden biri olan “Eşit işe eşit ücret” talebiyle kadınlar sokaklara çıktı ve bu talebi gerçekleştirmeyi amaçlayan bir tasarının parlamentoya girmesini sağladılar.
Hemen birkaç ay sonrasında “Kadınları vajinalarından tutmakla” övünen ırkçı, cinsiyetçi, lümpen bir herifin ABD Başkanı seçilmesini izledik. Seçildi seçilmesine, ama daha iktidara geldiği ilk günden kadınların liderlik ettiği devasa gösterilerle karşı karşıya kaldı. Çünkü ünlü aktivist Angela Davis’in Women’s March’ta yaptığı konuşmada söylediği gibi, biz kadınlar tarihin kolektif öznesi olduğumuzun farkındayız ve tarih internet sayfaları gibi silinemez.
Trump ve ‘Women’s March’ (Kadınların Yürüyüşü)
En az yirmi ülkede ve 700’den fazla noktada Trump’a karşı gösteriler düzenlendi. Sadece Londra’da 100 bin kişilik bir gösteri oldu. Tahminlere göre en az dört milyon kişi artık Trump kelimesiyle neredeyse eşanlamlı olan cinsiyetçiliğe karşı ve yıllar süren mücadeleler sonucu kazanılmış haklarını korumak için sokaklara döküldü.
Özellikle Amerika’daki gösteriler %99 İçin Feminizm söyleminin mükemmel bir yansıması gibiydi. Yürüyüşü organize eden aktivistlerden biri başörtülü bir Müslüman olan Linda Sarsour idi. Black Lives Matter hareketi bütün bileşenleriyle sokaklardaydı. Belgesel yapımcısı Michael Moore’dan Angela Davis’e kadar Amerika’da yaşayan farklı sosyal grupların neredeyse tamamının temsil edilebildiği bir alan yaratıldı. Davis’in yaptığı konuşmanın evrenselliği ve kapsayıcılığı ise Trump’a karşı sokağa dökülen milyonlarca insanın düşüncelerini yansıtıyordu:
“Kadın hakları tüm gezegende insan hakları demektir ve bu yüzden Filistin için özgürlük ve adalet diyoruz. Chelsea Manning’in serbest bırakılmasını kutluyoruz. Ve Oscar López Rivera’nın da. Ama aynı zamanda Leonard Peltier’i özgür bırakın diyoruz. Mumia Abu-Jamal’ı özgür bırakın. Assata Shakur’u özgür bırakın.
“Önümüzdeki aylar ve yıllarda, kırılgan haklarımızı savunurken daha militan bir hale gelmek adına toplumsal adalet taleplerimizi yoğunlaştırmamız beklenecektir. Hâlâ beyaz erkek hetero-patriyarkanın üstünlüğünü savunanlar kendine dikkat etse iyi olur.
“Trump yönetiminde geçecek önümüzdeki 1459 gün, 1459 günlük bir direniş olacak: Tabanda direniş, sınıflarda direniş, işyerlerinde direniş, sanatımızda ve müziğimizde direniş.
“Bu daha başlangıç ve Ella Baker’ın sözleriyle ‘Biz özgürlüğe inananlar, ona sahip olmadan huzur bulmayız.’”
Bu konuşmanın üzerinden birkaç ay geçmeden Trump’ın başının altından çıkan ve Müslüman yasağı olarak adlandırılan tasarıyı protesto etmek için aynı insanlar sokaklara döküldü. İklim değişikliğini bir yalan olarak nitelendirmesinden sonra insanlar sokaklardaydı. Geldiği günden itibaren sıradan insanların haklarına saldırmaktan bir gün olsun geri durmadı, ancak insanlar da Trump’ın bu saldırılarını hiçbir şekilde karşılıksız bırakmadı.
Küresel Kadın Grevi ve 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü
Türkiye’de 8 Mart OHAL koşullarında gerçekleştirilen en büyük protestoya sahne oldu. İstismar Yasası’nı bir gecede geri çektirmeyi ve ilk defa OHAL yasaklarını delmeyi başaran Türkiyeli kadınların hareketi, kapsayıcı talepler etrafında birleşildiğinde ne kadar güçlü olunabileceğini bir kez daha gösterdi. Feminist Gece Yürüyüşü’ne katılmak için İstiklal Caddesi’nde bir araya gelen on binlerce kadın Türkiye’de gerçekleştirilen en büyük 8 Martlardan birini gerçekleştirdi.
Geçen yıl Türkiye’de gerçekleştirilen 8 Mart’ın o kadar kalabalık geçmesinin elbette birçok sebebi vardı. OHAL koşullarının herkesin canına yetmiş olmasına rağmen siyasî söylemde bulunmanın çok zorlaştırılmış olması bu sebeplerden biriydi. Farklı arka planlardan binlerce kadın da, içinde yaşadıkları baskı koşullarına ses çıkarabilecekleri bir alan olması nedeniyle büyük bir iştahla 8 Mart yürüyüşüne geldi.
Bir başka sebepse Amerika’da Kadınların Yürüyüşü’nü örgütleyen kadınlarla işbirliği içinde örgütlenen Küresel Kadın Grevi’nin bütün dünyada kadınları heyecanlandıran bir atmosfer yaratmasıydı. Elliden fazla ülkede kadınlar haklarını aramak için 8 Mart’tan önceki günlerde küresel bir kadın grevi örgütledi. “Bir aradayız, enternasyonalız ve her yerdeyiz” diyerek greve çıkan kadınların yarattığı bu atmosfer 8 Mart’ta gerçekleştirilen eylemlerin belkemiğini oluşturdu.
Küresel Kadın Grevi kapsamında Amerika’da Virginia ve North Carolina’da birçok öğretmen okula gitmedi. İngiltere’de “Kadınlar olmadan bir gün” sloganıyla iş bırakma eylemleri yapıldı. Brezilya’da kadın intiharlarını odağına alan gösteriler gerçekleştirildi. Peru’da kadınlar kendilerine yönelik her türlü şiddete karşı sokaklara çıktı. Kenya’da ücretsiz HIV ve rahim kanseri testi taleplerinin insanlara duyurulması için forumlar ve gösteriler düzenlendi.
“Müftülük Yasası”
Torba yasalar, hiçbir toplumsal mutabakata dayanmayan, sonuçlarından etkilenecek olan hiçbir tarafın kaygılarını gidermeyen uygulamaları içeren ve çok farklı alanlarda düzenlemeler içerdiği için de “torba” olarak adlandırdığımız yasa tasarılarıdır. “Müftülük Yasası” olarak anılan Nüfus Hizmetleri Kanunu’na dair değişiklikler içeren yasa tasarısı da böyle bir tasarıydı. Dolayısıyla bu yasalar böyle geçemezdi.
Bu yasanın içeriğindeki bir sorun, nikâh kıydırmayı tercih eden insanların, müftüye nikâh kıydırmayı istememesi halinde – Müslüman dahi olsa – daha az “makbul” Müslüman olarak yaftalanmasına sebep olabileceğiydi. Türkiye’de Çözüm Süreci rafa kaldırılıp, masa devrildiğinden beri toplumdaki eski ve yeni kutuplaşmalar her eksende gündelik hayatta kendine yer buldu. Bu yasa tasarısının bu eksenlerden biri olan “dindar-laik” kutuplaşma zemininin hâlihazırda olduğundan çok daha fazla derinleşmesine sebep olabileceği açıktı. Sadece dindar-laik kutuplaşması ekseninden değil Türkiye’de yaşayan gayrimüslimler açısından da gündelik hayatlarında maruz kaldıkları bir dizi soruna eklemlenecek bir başka soruna yol açacak türden bir yasaydı.
Diyanet İşleri Başkanlığı Türkiye’deki gayrimüslim azınlıkları asla temsil edemez. Bırakın gayrimüslim azınlıkları temsil edebilecek kadar geniş bir spektruma sahip olmasını, Türkiye’deki farklı Müslümanlık eğilimlerini bile temsil edemez. Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı memurlar olan müftülere nikâh kıyma yetkisi verilirken diğer bütün dinlerin pratiklerinin dışarıda bırakılması “Tek makbul inanç biçimi Diyanet İşleri Başkanlığı’nın dayattığıdır” demenin bir yoluydu.
Ancak bu yasaya karşı verilen mücadelenin örgütlenme yöntemi ve tartışmaların dindar-laik kutuplaşmasını derinleştirecek bir sığlıkla yürütülmesi, bu mücadelenin kaybedilmesine sebep oldu. 2017’de ve öncesinde Türkiye’de birçok alanda verilen mücadeleler içinde büyük siyasî hareketlere evrilebilen hareketlerin başarısı her zaman toplumsal mutabakata dayalı ve kapsayıcı talepleri ifade edebilen bir eksende yürütülmesiyle ilgiliydi. Bu şekilde ifade edilen talepler çerçevesinde inşa edilen mücadeleler uzun süre akıllardan çıkmayacak başarılar elde etti.
Harvey Weinstein ve şahsında vücut bulan “Hollywood taciz geleneğinin” ifşası
Asia Argento’nun, Harvey Weinstein’ın kendisini taciz ettiğini ifade eden açıklamasından sonra Weinstein ile bir şekilde yolları kesişmiş olan neredeyse bütün kadınların #MeToo diyerek Argento’ya destek veren ve kendi tecrübelerini aktaran açıklamalar yapması, Hollywood’da yıllar öncesinde kaldığını sandığımız bir “geleneğin” ipliğinin pazara dökülmesini sağladı.
Weinstein’ın tacizine uğrayan kadınların cesur açıklamaları bütün dünyada kadınlara cesaret verdi. Böylece internet üzerinden yaygınlaşan, cinsel şiddet ve tacizden hayatta kalan kadınların hikâyelerini anlattıkları #MeToo etiketiyle milyonlarca tweet atıldı ve #MeToo kampanyası başlamış oldu. Uğradıkları tacizi anlatan milyonlarca kadın günümüzde de erkeklerin kadınları ezmeye çalıştığını, hatta onları insan olarak görmekte dahi zorlandıklarını açık bir şekilde ortaya koydu. Tacize uğrayan ve hayatta kalan kadınların hikâyeleri ise devasa direnişlerinin bir göstergesiydi ve insanlara umut verdi.
#MeToo kampanyası gösterdi ki durumun kendisi Hollywood’da yaşananlardan çok daha öte. Cinsel taciz ve şiddet neredeyse bütün kadınların ortak bir sorunu. Bu tarz kampanyaların internette bu kadar yaygınlaşması elbette harikulade bir olay. Ancak sokağa taşınmayan mücadelelerin kalıcı bir başarı elde etmesi çok zor.
Erkeklerin bu yıl da bu suçları işlemesine izin verecek miyiz?
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre, 2017 yılında erkekler 409 kadını öldürdü, 387 çocuğa istismarda bulundu ve 332 kadına cinsel şiddet uyguladı. Bu verilere göre geçtiğimiz her gün ortalama bir kadın öldürülüyor, bir çocuk istismara uğruyor ve bir kadına cinsel şiddet uygulanıyor.
Bu tablo yalnız Türkiye’de değil dünyanın neredeyse her yerinde yüzleşmek zorunda olduğumuz bir gerçeklik. Bütün bu sayılar ve tablolar içimizde haykırarak ağlama isteği uyandırırsa da, biz kadınlar ne hayattan geçiyoruz ne de mücadele etmekten. İçinde yaşadığımız toplum yapısının yarattığı, gündelik hayatta maruz kaldığımız sistematik sorunlara ve her gün aklımıza bile gelmeyen çeşitleriyle maruz kaldığımız cinsiyetçiliğe rağmen vazgeçmiyoruz hem de.
2017’de de böyle oldu, 2018’de de böyle olacak.