Roni Margulies
Londra’nın en güzel yağlı boya tablolarından pek çoğu 1870’i izleyen yıllarda yapılmıştır.
Niye mi?
Mülteciler sayesinde!
Fransa-Almanya savaşı
Fransız parlamentosu 16 Temmuz 1870 günü Prusya Krallığı’na savaş açma kararı verir ve üç gün sonra savaş başlar.
Prusya Şansölyesi Otto von Bismarck yönetimindeki Kuzey Alman Konfederasyonu Almanya’nın birliğini sağlamak, bağımsız güney Alman devletlerini (Baden, Württemberg, Bavarya ve Hesse-Darmstadt) dahil ederek birleşik Alman ulus-devletini yaratmak peşindeydi. III. Napolyon’un Fransa İmparatorluğu ise bu birleşmeyi önlemek, 1815 Viyana Kongresi’nden beri Avrupa’da mevcut olan güçler dengesinin bozulmasını engellemek istiyordu.
Savaşın başlamasıyla birlikte Prusya çok kısa sürede üstünlük sağlamaya başladı. Altı hafta içinde iki tarafın her biri 100.000 ölü verdi. Fransa’nın doğusunda bir dizi Prusya ve Alman zaferinin ardından Sedan Muharebesi’nde III. Napolyon’un esir düşmesiyle Fransa’nın yenilgisi kesinleşti.
Paris’te kurulan Ulusal Savunma Hükümeti 4 Eylül’de Üçüncü Cumhuriyet’i ilan etti ve savaşı beş ay boyunca sürdürdü. Peş peşe gelen Prusya zaferlerinin ardından, Paris üç aylık abluka sonrasında nihayet 28 Ocak 1871’de düştü. Abluka günlerinde gıda öylesine azalmıştı ki, Paris halkı ev hayvanlarını, hayvanat bahçesindeki hayvanları ve bulabildikleri sıçanları yemek zorunda kalmıştı.
Almanya, çok geç kalmış olarak, Prusya Kralı I. Wilhelm’in altında birleşik ulus-devletliğini ilan ederken, 10 Mayıs 1871’de Frankfurt anlaşmasıyla barış sağlandı ve Alsace-Lorraine bölgesi Fransa’dan Almanya’ya geçti. Fransa’nın bölgeyi geri alma ve Almanya’nın gecikmeli imparatorluk kurma çabaları, yeni bir Fransa-Almanya savaşı korkuları, İngiliz İmparatorluğu’nun bozulan dengelerle ilgili kaygıları hep Birinci Dünya Savaşı’nı hazırlayan nedenler arasında düşünülmelidir.
Bu arada, Paris’in emekçileri, yoksulları, ayak takımı devrimci bir ayaklanmayla şehri ve iktidarı ele geçirmiş, Paris Komünü’nü kurmuştu. Komün, iki ay varlığını sürdürdükten sonra Fransız ordusu tarafından Mayıs ayı sonunda kanlı bir vahşetle bastırıldı. “Kanlı Hafta” (la semaine sanglante) olarak bilinen günlerde 20.000 kişi öldürüldü.
Londra yolunu tutanlar
Birinci Dünya Savaşı’na giden yolun taşlarını döşemek ve Marx’la Engels’e işçi sınıfı iktidarının nasıl bir şey olabileceğini öğretmek dışında, 1870-71 Fransa-Prusya savaşının daha az önemli ama ilginç bir sonucu daha oldu.
Sanat eleştirmeni Théodore Duret 1871 Mayıs’ında ressam Camille Pissarro’ya yazdığı mektupta şöyle diyordu: “Korku ve dehşet hâlâ her yerde kol geziyor… Paris bomboş ve daha da boşalacak herhalde… Sanırsın ki Paris’te hiçbir zaman hiçbir sanatçı yaşamadı.”
Gerçekten de, Fransa tarihine “Korkunç Yıl” diye geçen dönem boyunca binlerce Fransız vatandaşı Londra’ya kaçmış ve Komün’ün bastırılmasıyla birlikte yaklaşık 3.300 Komün taraftarı aileleriyle beraber İngiltere’ye sığınmıştı.
İngiltere’nin kapıları tüm mültecilere ardına kadar açıktı. Siyasî mülteciler dahil olmak üzere, milliyeti ne olursa olsun herkes hiçbir sınırlama olmadan İngiltere’ye girebiliyor ve istediği kadar kalabiliyordu.
Mülteciler arasında, Théodore Duret’nin şikayetinden de anlaşıldığı gibi, çok sayıda ressam vardı: Claude Monet, Camille Pissarro, Alfred Sisley, André Derain, Charles François Daubigny, James Tissot, Alphonse Legros, heykeltıraş Jean-Baptiste Carpeaux, sanat galerisi sahibi Paul Durand-Ruel… Bunlar askere alınmamak için, Prusya istilasından kaçmak için, siyasî sürgün veya ekonomik göçmen olarak İngiltere’ye göçmüş ve resim yapmaya orada devam etmişti.
Geleceğin empresyonistleri
Londra’nın sanat piyasasından yararlanabilmek için 1860’larda iki kez şehri ziyaret etmiş olan Charles François Daubigny 1870 sonbaharında temelli olarak göç eder. Orada Durand-Ruel ile tanışır. O da bir ay önce göçmüş ve şehrin merkezinde (bugün de galerilerin bulunduğu New Bond Street’te) bir sanat galerisi açmıştır. Daubigny, Thames nehri kıyısında resim yaparken askerlik yapmamak için Londra’ya kaçmış olan 29 yaşındaki Claude Monet ile karşılaşır ve Durand-Ruel’i Monet’nin resimlerini satın almaya ikna eder. Aynı yılın sonlarında, Fransa’daki evine ahır olarak kullanmak üzere Prusyalılar tarafından el konulmuş olan Camille Pissarro da Londra’ya ulaşır. Monet ile zaten tanışıyordur.
Dört yıl sonra, evi Prusyalılar tarafından yıkılan ve ailesi Prusya savaşında her şeyini kaybetmiş olan Alfred Sisley, opera sanatçısı Jean-Baptiste Faure’nin yardımıyla Londra’ya kaçar. Faure, Durand-Ruel’in arkadaşı ve komşusudur.
Böylece, Monet, Pissarro ve Sisley, üç mülteci, 1870’ler ve 1880’ler boyunca Avrupa resim sanatında devrim yaratan empresyonizm akımının önde gelen üç ismi, Londra’da bir araya gelir. “Empresyonizm” adı henüz takılmamıştır, ama takılmak üzeredir. Sanat eleştirmeni Louis Leroy, Monet’nin Impression, soleil levant (İzlenim, güneş doğarken) adlı tablosuyla dalga geçmek, empresyonistlerin yeni ve devrimci tarzını küçümsemek amacıyla uyduracaktır empresyonizm adını!
Bugün Louis Leroy adını empresyonizmle ilgisi dışında hatırlayan yok. Empresyonistleri ise bilmeyen yok!
Mültecilere nefretle bakanlara, küçümseyen ve hakaret edenlere ufak bir uyarı!