Zamanın İçinden Zamanın Dışından
Besim F. Dellaloğlu
Heretik Yayınları, 2017
Her yazının bir zamanı, her kitabın bir uzamı, her sözün içerisi ve bir dışarısı vardır. Besim Dellaloğlu’nun Frankfurt Okulu’yla başlayıp Walter Benjamin’de hayat bulan, Ahmet Hamdi Tanpınar ile hemhal olup Fernando Pessoa ile nihayete eren felsefî serüveninin bir özeti oldu Zamanın İçinden ve Zamanın Dışından kitabı. Anıların, hatıraların, utancın, serzenişlerin, isyanların içeriden başlayıp dışarıyı kuşattığı bu kitap, Dellaloğlu’nun felsefî, siyasî, akademik serüvenini anlatmakla kalmadı. Kitap aslında akademik serencamını derslerinden asla önde tutmayışıyla bilinen bir hocanın, öğrencileriyle her daim iletişim içerisinde olma çabasıyla ortaya çıktı. Fikir bir başka öğrenci arkadaşımıza ait olsa da, derlemesi bana nasip oldu. Bu süreç Besim Dellaloğlu’nun ilk tezini teslim ettiği 1994 yılından bugüne ulaşan tavrını ve tarzını anlatıyor.
“Babam’ın Persol’u”
Yazarların doğuşu, hayata temasları ile başlar. Kimi camı, pencereyi kapatmadan yazamaz, kimi en iyi yazılarını hastane bahçesinde yazar, kimi ayağının altına buz dolu bir kova yerleştirir, öyle yazar. Her yazım süreci belirli bir oranda hayata temasa etse de, Besim Dellaloğlu’nun kaleminde melankoliyle yoğrulan ve gündelik yaşamında deneyimlediği, kendisine ait hikâyeleri her an bulmak mümkün. Bu hikâye, bağlılığın ve kopuşun hikâyesi, doğunun ve batının hikâyesi, ilerlemenin ve gerilemenin hikâyesi, içerinin ve dışarının hikâyesi, utancın ve gururun hikâyesi, isyanın ve uzlaşının hikâyesi, fetişizmin ve sıradanlığın hikâyesidir. İşte bu kitapla bir araya gelebilen yegâne şey, tüm bu hikâyeleri üç yüz küsur sayfada buluşturabilmek oldu.
Ne var bu üç yüz küsur sayfada… Mesela “Felsefe ve Sanat” bölümü var. Dellaloğlu’nun aykırı akademik ve yazın insanı oluşunu simgeleyen bir metinle başlayan bu bölüm, “Babam’ın Persol’u” yazısıyla açılıyor. “Babam’ın Persol’u”, Dellaloğlu’nun nesne ile kurduğu ilişkinin, geleneğin ve modernliğin öyküsüne gelişinin, belki de o çok sevdiği “fetişizm” kavramının bir öyküsü. O sebeple “Felsefe” üst başlığının girişi bu yazı oldu. İnceleme yazısının yazıldığı günlerde, babalar gününe denk gelen saatlerde, şu satırları paylaşma gereği haiz oluyor:
“Elime aldığım her Persol bana babamın Persol’ünü hatırlatacak yine. Ve ben de böylece ellerimdeki, gözlerimdeki her Persol ile babama dokunmaya, onu yaşatmaya devam edeceğim. Dünyaya onun gözlüğünden bakmaya devam edeceğim. Değişeceğim belki ama devam edeceğim.”
Pasajın bitiş cümlesinin manası, aslında kitabın geneli için ipucunu da barındırıyor. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “değişerek devam etmek, devam ederken değişmek” sözüyle ifade ettiği kültürel birikim ve modernleşme anlayışı, Dellaloğlu’nun bir gözlük ile kurduğu ilişkiyle kelimelere dökülüyor. Bu metin yazarın geçmişi ve geleceğinden, yaşam felsefesinden, Türkiye’nin modernleşme tarihine dair görüşlerinden örnekler sunuyor.
“Filozof nedensiz düşünür. Melankolik de. Melankoli filozofun alın yazısıdır. Bir arkadaşımın bana bir gün şöyle dediğini hatırlıyorum: ‘Su içerken bile su içtiğimin bilincindeyim.’ Böylesi bir kişi ya bir filozoftur ya da bir melankolik. Belki de ikisi birden.”
Gündelik yaşamdan kopmamayı şiar edinen bir felsefe
Su içerken bile su içtiğinin bilincinde olmak… Felsefenin en temel sorununu, yokluğun ve varlığın derin çelişkisini ifade edebilen bir cümle. Kitabı düzenlerken beni en çok etkileyen cümlelerden biridir bu. Yıllar önce bir araştırma sebebiyle bulunduğum İzmir’de, Alsancak sokaklarında pantomim sergileyen İlker Kılıçer ile bir mülakat yapmıştık. İlker, pantomime ilk başladığı günlerden bahsettiğinde, “ben bunu yapacağım” dediğinde işe ayna karşısına geçip, su içiyormuş gibi yapmakla başlamış. Elinde bardak olmadan bir bardak imgelemi yaratıp şişede su olduğunu düşünmüş, sonra şişeyi bir bardağa boşaltmış ve sonra da tüm gerçekliğiyle o bardaktaki suyu ağzına götürüp içmiş. İlker’in pantomimle başlayan macerası bir bardak suyla düşünceye ulaşıp “Pantomim dedim bu, yok ama aslında var” felsefesine varıyor. Yukarıdaki alıntı, pantomim izlerken kapıldığımız melankoli hissinin en belirgin ifadesidir ve bu hissi açıklayabilmenin yolu felsefe bilmekle mümkündür.
Nitekim yazmakla bitmeyecek derinlikte bir kitap çıktı ortaya. Her bölümünde ayrı bir hikâyeye, ayrı bir felsefeye, ayrı bir melankoliye sahip bu kitap; “Modernlik ve Muhafazakârlık”, “Sosyoloji Yazıları”, “Üniversite ve Akademi Üzerine”, “Tanpınar Üzerine”, “Türkiye ve Sol” üst başlıklarıyla bir araya geldi. Her makalede geleneği, geleceği, melankoliyi ve umudu bir arada barındıran, anlamanın ve yorumlamanın gündelik yaşamdan kopmamayı şiar edinen bir felsefenin samimi ve bütünlüklü bir özeti oldu.