“Devrimler ezilenlerin ve sömürülenlerin festivalidir. Başka hiçbir zaman, halk kitleleri, devrim anlarında olduğu kadar yeni bir toplumsal düzenin yaratıcıları olarak etkin bir biçimde öne atılacak durumda olmazlar.”
Lenin
Devrim kavramı 2011’de Tunus’ta başlayıp tüm Ortadoğu ülkelerine yayılan kitle hareketleri ile birlikte gündemimize tekrar girmişti. Onyıllardır her türlü örgütlenme ve siyasete dahil olma hakkı ellerinden alınmış kitleler siyasete zorla dahil oldular. Büyük çoğunluğunu işçilerin, işsizlerin ve gençlerin oluşturduğu eylemler büyük kentlerin meydanlarının işgal edilerek politik taleplerin dile getirilmesi şeklinde gelişti. Özellikle Mısır’da işçi sınıfının daha güçlü ve daha örgütlü olmasının bir sonucu olarak hareket genel grev dalgasına da yol açtı. Bu nedenle diktatörlüğün devrilmesi daha kolay oldu. Ancak diğer ülkelerde hareket ya rejim veya karşı devrim tarafından ezildi, ya diktatörlükler bazı reformlar gerçekleştirerek kitleleri evlerine gönderebildi ya da Libya ve Suriye’de olduğu gibi iç savaşlar ortaya çıktı.
Ortadoğu devrimleri, devrim kelimesini kullanmaktan özellikle kaçınan liberal basın tarafından “Arap Baharı” olarak isimlendirildi. Dünya solunda ise büyük bir tartışmaya yol açtı. Çünkü Stalinizm’in hâlâ etkili olduğu Ortadoğu ülkeleri ve Güney Avrupa ülkelerinde sosyalist hareketler yaşananları devrim olarak değil “emperyalist ABD’nin bölgeye müdahalesi” olarak gördü. Troçkist hareketlerin büyükçe bir kısmı ise yaşananları devrim olarak tanımladı.
Aynı olaya karşı sosyalistler arasında bu kadar büyük bir görüş farklılığı nasıl olabilir? Bu sorunun cevabı bu yazının konusu olan ‘aşağıdan devrim’ ile ‘yukarıdan devrim’ anlayışları arasındaki farktır.
Devrim nedir?
Tarih boyunca gerçekleşmiş olan devrimlerin ikiye ayrıldığını görebiliriz. Bunlar, politik ve sosyal devrimlerdir. Politik devrimler tarihte daha çok görülen bir devrim türüdür. Gerçekleştiklerinde sosyal ilişkileri radikal bir biçimde değiştirmezler. Daha çok egemen sınıfın farklı unsurları arasında bir değişim olur. Ortadoğu’da 2011’de yaşanan devrimler politik devrimlerdir. Üretim ilişkilerinde radikal bir değişiklik olmaz. Devrimin en ileri gittiği Mısır’da diktatör Mübarek’in devrilmesi sonucu 60 yıl aradan sonra ilk kez seçimler yapıldı ve Müslüman Kardeşler seçimleri kazandı. Ezilenler kendi yönetim organlarını kurmadıkları ve bu organlar aracılığıyla yönetimi kendi ellerine almadıkları için onları temsil ettiği iddiasında olan bir başka toplumsal kesim iktidar oldu. Kapitalist üretim ilişkilerinde herhangi bir değişim olmadı. Ancak yine de milyonların örgütlülük düzeyi ve politik bilinci 60 yılda olmadığı kadar büyük bir sıçrama yaşadı.
Sosyal devrimler ise hem sosyal ilişkilerin hem de sınıflar arası güç ilişkilerinin radikal bir biçimde değiştiği devrimlerdir. Bu tarz devrimler tarihte çok daha azdır. Fransız devrimi ve Sovyet devrimi bu tarz devrimlere birer örnektir.
Bu devrimlerin gerçekleşme yöntemleri söz konusu olduğunda, aşağıdan ve yukarıdan devrimlerden söz etmeye başlıyoruz. Yukarıdan devrimler, siyasal rejimin bir azınlık grubu tarafından devrildiği devrim türleridir. Dolayısıyla yukarıdan devrim aynı zamanda ikameci bir anlayışın sonucudur, yani işçi sınıfının kendi mücadelesi sonucu iktidar olmasını değil, gerillanın veya partinin iktidarı aldığı bir devrim türüdür; dar ve elit bir grubu işçi sınıfının yerine ikame eder. Örneğin bir gerilla grubu tarafından gerçekleştirilen Küba devrimi veya Cumhuriyet’i kuran Kemalist (eski İttihatçılar) devrim bu tarz devrimler arasındadır.
Aşağıdan sosyalizm geleneğinin devrim tanımı
Marx ve Engels 1846 yılında Marksizm’in temellerini attıkları Alman İdeolojisi çalışmasında devrim için şunları yazar:
“Yığın içinde bu komünist bilincin yaratılması için ve gene bu işin kendisinin de iyi bir sonuca götürülebilmesi için insanların yığınsal bir değişikliğe uğraması zorunlu olarak kendini ortaya koyar, böyle bir biçim değişikliği ise ancak pratikteki bir hareketle, bir devrimle yapılabilir; bu devrim, demek ki, yalnızca egemen sınıfı devirmenin tek yolu olduğu için zorunlu kılınmamıştır, ötekini deviren sınıfa, çağların pisliklerinden arınmak ve toplumu yeni temeller üzerine kurmak için de gereklidir.”
Uluslararası işçi sınıfı hareketinin programını ilan ettikleri Komünist Manifesto’da da net bir şekilde “sosyalizm işçi sınıfının kendi eseri olacaktır” derler. Dolayısıyla devrimin bugüne kıyasla, okuma-yazma oranı çok daha düşük olan, dinî grupların çok daha fazla etkisi altında olan ve örgütlülük düzeyleri çok daha düşük olan işçiler tarafından gerçekleştirilmesi gerektiğini, çünkü ancak bu şekilde işçi sınıfının “çağların pisliği” dedikleri egemen sınıfın fikirlerinden kurtularak aşağıdan yeni bir toplumu kurabileceğini söylerler. İşçi sınıfı adına iktidarı devirerek işçileri “özgürleştirecek” bir eylem biçimini (yukarıdan devrimi) savunmazlar.
Sovyet devriminin Lenin’den sonra en büyük ismi olan Troçki ise Rus Devrim Tarihi kitabında devrimi şöyle tanımlar: “Devrimin en tartışma götürmez özelliği kitlelerin tarihsel olaylara doğrudan müdahalesidir… Devrimin tarihi, her şeyden önce, kendi kaderlerinin karara bağlandığı sahaya kitlelerin aniden dalmalarının öyküsüdür.” Sonrasında aynı Alman İdeolojisi’ndeki gibi işçilerin çağların pisliğinden nasıl arındığını anlatır. Toplumun, üstünde taşıdığı devlet ve hükümet gibi kurumları daima olagelmiş ve olacak olan şeyler gibi gördüğünü belirttikten sonra şu cümlelerle devam eder: “Fikirler ve toplumsal ilişkiler, bir tufan gibi kopup gelene kadar, yeni nesnel koşulların tarihsel bakımından gerisinde kaldığından, devrim sırasında sıçrama yapan fikirler ve coşkular, polis kafasıyla bakıldığında, basitçe ‘demagogların’ın işi gibi görünür.” Bu satırlar gerçek bir işçi devriminin önderlerinden birinin aşağıdan devrim anlayışını en iyi açıklayan cümleleridir. Kitlelerin devrim sürecinde nasıl bir bilinç sıçraması yaşadığını anlatır. Burada “polis kafasıyla bakanlar” dediği, devrimi terör ve kaos olarak görenlerdir. Onlar kitlelerin kendi başlarına harekete geçemeyeceğini, ancak bir merkez tarafından yönlendirilebileceklerini düşünür. Benzer bir görüş, sadece devrim karşıtlarına özgü değil, yukarıdan devrim anlayışına sahip olanlarda da vardır.
Kitleler siyasete zorla dahil olduklarında, bir anda zaman hızlanır, onyıllar ve yüzyıllar boyunca sürmüş iktidarlar birkaç gün veya hafta içerisinde yerle bir olur. Ancak devrim, iktidarın elde edildiği bir ayaklanma anından ibaret değildir, bir süreçtir. Kitleler zincirlerinden boşalarak iktidarı çok hızlı bir şekilde devirse de, aşağıdan yeni bir yönetim organını oluşturmaları ve yeni bir toplumu kurmaları uzun zaman alacaktır. Marx kolektif bir mücadele sürecinde kitlelerin değişmesi gerektiğini Alman Komünist Birliği içinde kendisine bağlı grupla diğer grup arasındaki farkı anlatırken çok daha net açıklar:
“Biz, işçilere şunu söylüyoruz: 15, 20, 50 yıllık bir iç savaştan ve ulusal mücadeleden geçeceksiniz ve bu yalnızca toplumda bir değişim yaratmakla kalmayacak, fakat aynı zamanda sizi de değiştirecek ve sizleri siyasî iktidarı kullanmaya hazırlayacak.”
Elbette devrimlerin patlama anları ve 1917 Ekim’inde olduğu gibi organize bir ayaklanma anı olabilir, ancak kitlelerin siyaset sahnesine aniden zorla dahil olmasından, devrimin taleplerini gerçekleştirdiği zafer anına veya tam anlamıyla yenilme anına kadar geçen süreçtir devrim. 1848 devrimleri, 1917-1919 İtalyan devrimi, 1919-1923 Alman devrimi diye tarihe geçen süreçler, sonunda ezilmiş olsalar da, bu nedenle devrim olarak kabul edilir.
Devrimler ve devrimciler
Sıradan insanların bin çeşit muhafazakâr ve geri fikirden sıyrıldığı, aile geçindirmek ve hayatta kalmak gibi temel kaygılarını daha büyük bir amaç için geri planda bırakabildikleri özgürleştirici süreçlerdir devrimler. “İnsanlar devrimi de savaş yaptıkları gibi istemeye istemeye yapar” der Troçki. Ama bir farkla: Savaşta zorlama vardır, devrimde ise zorlayan tek şey koşullardır. Yani devrimler başka bir yol kalmadığında meydana gelir. Dolayısıyla her devrim aslında bir evrimin sonucudur. Rusya’da devrim; savaş, ekonomik sıkıntı, işsizlik gibi koşulların yıllar süren baskısının işçi sınıfını patlama noktasına getirmesinin bir sonucuydu. Ancak işçi sınıfının 1905 devriminde kurduğu Sovyetler deneyimi ve 1917 Şubat devrimine kadar geçen inişli çıkışlı mücadele döneminde kendisini politik ve örgütsel olarak da geliştirdiğini unutmamak gerekir.
Ortadoğu’da 2011’de patlak veren devrimler ise 2008 ekonomik krizi sonucu Batı’ya ekonomik olarak bağımlı çevre ülkelerde gıda fiyatlarındaki ve işsizlikteki radikal artışın yanı sıra onyıllardır diktatörlükler altında ezilmenin verdiği öfke sonucu yaşandı. Ancak bu devrimlerin tarihte başarılı olmuş devrimlerden bir eksiği vardı: Net fikirlere sahip devrimci örgütler.
İngiliz devriminde Cromwell ve yeni ordusu, Fransız devriminde Jakobenler, 1917 Rus devriminde Bolşevikler koşulların devrime zorladığı kitleleri net bir program etrafında bir araya getirmeyi başardı. Bu sayede, açığa çıkan devrimci enerjinin buhar olup uçmamasını sağladılar. Devrimler gerçekten festivallerde olduğu gibi coşkulu kitlelerin bin bir çeşit fikir öne sürdüğü ve aynı zamanda devletlerin ve karşı devrimcilerin hareketi ezmek için köşede bekledikleri süreçlerdir. Geçmiş mücadelelerin hafızasını tutan, zafer ve yenilgilerin derslerini çıkarmış olan devrimci partiler açığa çıkan devrimci enerjiyi somut bir hedefe yöneltmek için kitleler içerisinde hegemonya mücadelesi verir. Ortadoğu devrimlerinde meydanları tutan, genel grev örgütleyen ve hatta meydanlarda duran insanların ihtiyaçlarını temin etmek için çeşitli koordinasyonlar oluşturan milyonların iktidarı kendi ellerine almak yerine seçimlere gidilecek olmasını kabul edip evlerine dönmelerinin nedeni etkili devrimci örgütlerin eksikliğidir.
Her şeye rağmen devrimler yenilseler dahi geride büyük deneyimler bırakır. Bir kez devrimin mümkün olduğunu deneyimlemiş olan kitlelerin devrimci enerjisi elbet bir zaman yeniden patlayacaktır. Ancak bu kez yenilginin derslerini çıkaran sosyalistlerin yapması gereken, böyle anlarda etkili olabilecek büyüklükte devrimci partileri şimdiden inşa etmektir.