Roni Margulies
Cumhuriyet Türkiye’sinin resmî ideolojisi seksen yıl boyunca Osmanlı’yı yok saydı. Hatta yok saymanın ötesinde, Kemalist ideoloji Osmanlı yüzyıllarını Türk’ün şanlı, müthiş ve mükemmel tarihinde bahtsız bir “uyku” ve gerilik dönemi olarak resmedip anlattı. Türk’ün büyüklüğünü, medeniyetini, askerî dehasını Orta Asya’ya dayandırdı. Zaman zaman bu açıdan bazı sorunlar yaşadı, çünkü Türklerin Asyalı değil Batılı (‘dolikosefal’ değil ‘brakisefal’) olduğunu da iddia etmek istiyordu, ama o kadarını pek beceremedi. Zaman zaman sadece Osmanlı yıllarını değil, İslam’a geçişten itibaren 1923’e kadarki tüm dönemi karanlık bir “kayıp dönem” olarak ifade etti, ama siyasî nedenlerle bunu da pek vurgulamadı.
Tüm ilerilik, kültür, kahramanlık ve “mutluluk” Türklükten geliyordu, İslam ve Osmanlı bu yüce özelliklerin önüne set çekmişti. Şimdi, Cumhuriyet’le birlikte, Türk’ün önünde hiçbir şey duramazdı.
Kemalizm’in başarısını azımsamamak gerekir. Müslüman, dindar, millî bilinçten tümüyle uzak bir toplumu Türklüğe ikna etti, Türk olmanın başlı başına bir gurur ve mutluluk nedeni olduğuna inandırdı. Toplumun önemli bir kesimi bu süreçte Müslümanlığa ve geleneksel değerlerine halel geldiği için rahatsız oldu, Kemalizm’in aşırılıklarından tedirginlik duydu, ama son tahlilde İslam kadar ve İslam’la birlikte Türklüğü de kutsamayı öğrendi, benimsedi.
Ama devlet hep Türklüğü vurgularken, toplum hep İslam’la Türklüğü birlikte vurguladı. Bu nedenledir ki, Necmettin Erbakan hükümetine kadar toplumun çok geniş kesimleri devleti ve tüm hükümetleri kendine uzak ve yabancı buldu.
Hem muhafazakâr hem mukaddesatçı (hem de, Nihal Atsız gibi sadece Türkçü olan bazı istisnalar haricinde, faşist) Türk sağı, ‘Türk-İslam sentezi’ 12 Eylül döneminde siyasî amaçlarla öne çıkarılmadan çok önce zaten özünde Türk-İslam sentezcisiydi. Türk, zaten Müslümandı, başka türlüsü düşünülemezdi. Osmanlı ise, bu sentezin şahikası, zirve noktasıydı.
Kısacası, Kemalist devletin Türk milliyetçiliği tabanın inançlarını yansıtmıyor, her zaman doğru ama (İslam’ı ve Osmanlı’yı azımsadığı için) eksik bulunuyordu.
Türk milliyetçiliğiyle muhafazakâr dindarlığın ittifakı
Erdoğan/AKP hükümetlerinin her şeye rağmen ve hâlâ yüzde 50 civarında oy almasının, halkın geniş kesimlerince “kendilerinden” olarak görülmesinin temel nedenlerinden biri bu: Resmî ideolojinin, halkın kafasındaki inançlar açısından eksik kalan yanını, İslam/Osmanlı unsurunu, tamamlamış olmaları.
Erdoğan ile devlet/Genelkurmay/Ergenekon arasındaki yerli-millî ittifak da bu temel üzerine kuruldu.
Erdoğan/AKP’nin Kemalist devletle sorunu (İslam’ın azımsanması/dışlanması haricinde) bir sorunu hiç olmamıştır. Bütün Türk sağı gibi, Erdoğan/AKP de Türk’ün devlet kurma “yeteneğiyle” övünür, Türk devletini kutsar.
Kemalist devlet ise, Çözüm Süreci’nin sona erdirilmesi, Gülen cemaatine savaş açılması ve Suriye’ye girilmesiyle birlikte Erdoğan/AKP hükümetinin işe yarar bir ortak olduğunun, üstelik geniş bir halk desteğine sahip olduğu için çok etkili bir ortak olduğunun farkına varmıştır.
Yerli ve millî ittifak, Kemalist devletle geniş halk kitlelerini temsil eden bir hükümeti Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir araya getirmiş gibi görünüyor. Dahası, devletle göbek bağını hiçbir koşulda kesemeyen ana muhalefet partisi de bu ittifakla arasına mesafe koymaya bir türlü yanaşamadığı için, Türk milliyetçiliğiyle muhafazakâr dindarlığın göz korkutucu yükselişi önlenemez gibi görünüyor. Kısacası, yerli ve millî ittifak Türk egemen sınıfının tüm sorunlarını çözmeye yatkın bir aday gibi görünüyor.
Yukarıdaki paragrafta üç kez “görünüyor” dedim. Dedim, çünkü her şey göründüğü gibi değil.
Evet, Kemalist devlet, İslamcı gelenekten gelen bir partiyi terkisine alarak, her zamankinden daha güçlü bir görünüm arz ediyor. Yerli ve millî (ve dindar nesillerden oluşan) bir ittifak ayaklarını sağlam yere basmış izlenimi yaratıyor. Ama gerçekte bu, bir istikrarsızlık ittifakı.
İstikrarsız bir dünyada, bu dünyanın en istikrarsız bölgesinde, savaşlara bulaşarak, kendi sınırları içinde kazanılması imkânsız bir savaşı sürdürerek, dünyanın tüm büyük güçleriyle dalaşarak, memleketi açık hava cezaevine çevirip uçan kuşu düşman ilan ederek, her an ekonomik kriz tehlikesiyle karşı karşıya yaşayan bir yönetim ne istikrar arayan egemen sınıfı, ne de huzur ve refah isteyen halkı tatmin edebilir. Böyle bir ihtimal yoktur.