Esme Choonara
Sokaklarda binlerce işçi, isyan eden askerler, yanan karakollar, kapıları açılan hapishaneler… Bunlar, Rus Devrimi’nin kıvılcımını çakan Şubat 1917’nin olağanüstü olaylarından sahnelerdi.
Yazar ve gazeteci Arthur Ransome bu olaylar hakkında “Devrim, siyasal gelişimin durgun nehrini, en ufak bir eylemin bile doğrudan sonuçlarının olduğu bir taşkına çevirir” diye yazıyordu.
1917 yılının deprem yaratan olayları da, o yılın sonlarında belirleyici bir rol oynayacak olan Vladimir Lenin ve LeonTroçki gibi büyük Bolşevik önderleri tarafından değil, Dünya Kadınlar Günü’nde greve çıkan yüzlerce kadın tekstil işçisi tarafından başlatılmıştı. Kadın grevciler yukarıdan gelen greve gitmeme talimatlarını dinlememiş ve yakınlarındaki metal fabrikalarına temsilciler göndererek diğer işçileri de greve katılmaya çağırmıştı. Günün sonuna gelindiğinde Rusya’nın başkenti olan Petrograd’da 90.000 işçi grevdeydi.
O sırada hiç kimse bu eylemlerin sadece Rusya’nın değil, bütün dünyanın tarihini değiştirecek ve bir yüzyıl sonra bile takdir, kınama ve tartışma konusu olacak şaşırtıcı bir hareketin kıvılcımını çaktığını bilmiyordu.
Çarlık rejiminin çöküşü
23 Şubat’tan 27 Şubat’a kadar (bugünkü takvimdeki bu tarihler dönemin Rus takviminde Mart ayına denk geliyordu) Petrograd işçileri grevlerini fabrika fabrika yaydılar, sokakları zapt ettiler, korkunç ve umutsuz bir otokrasinin baskıcı gücüne karşı pek çok kez başkaldırdı. Eylemlerdeki işçilere aileleri, öğrenciler ve diğer gençler de katıldı, sayıları artmaya devam etti.
Devletin tepkisi silahlı polisleri ve ordunun bazı bölümlerini göstericilerin üzerine göndermek oldu, ama işçiler erlere seslenerek, onlara kitlelere ateş etmemeleri ve mücadeleye katılmalarını çağrısında bulundu. Dönemin polis raporlarında göstericilerin “askerî devriyelere şiddetle karşı koyduğundan ve dağılmaları istendiğinde askerlere taş ve caddelerden kazıp çıkardıkları buz parçalarını attıklarından” şikâyet ediliyordu.
Ordunun bazı kısımları kitlelerin eylemlerini görmezden gelmeye başladı, ardından asker grupları isyan etmeye ve devrimin desteğine koşmaya başladı. Ayaklanma yalnızca beş günde eski Çarlık rejiminin çöküşünü tetiklemiş ve yeni bir devrimci dönemi başlatmıştı. Grev ve gösteriler daha sonra Moskova’ya ve Rusya’nın diğer bölgelerine yayıldı, harekete binlerce kişi daha katıldı.
Şubat Devrimi’ni kimse beklemiyor olmasına rağmen –Lenin daha bir ay önce devrimi görmeyeceğini düşündüğünü söylemişti– devrime yol açan memnunsuzluğu anlamak kolaydı. Rusya’da zenginler düşkünleşmiş yaşam biçimleriyle on yıllardır gösteriş yaparken, Rus işçi ve köylüler artan yoksulluk ve açlıkla karşı karşıyaydı. Rus İmparatorluğu’nu 17. yüzyıldan beri yöneten Romanov ailesinden giderek daha fazla iğreniliyordu. Çarlık rejimi krizdeydi ve Sibiryalı bir papaz olan Rasputin’in mistik zırvalamalarına bel bağlayacak kadar düşmüştü.
Askerlerin kanının son damlasına kadar
Sınıflar arasındaki uçurum ve kitlelerin çektiği ıstıraplar Rusya’nın Birinci Dünya Savaşı’na girmesiyle muazzam ölçüde artmıştı. Savaş başlangıçta bir yurtseverlik dalgasıyla karşılandı, ama kitlesel katliamının gerçekliği açığa çıktıkça bu hava çok geçmeden dağıldı. Rus ordusu, modern Avrupa ordularının katıldığı bir savaş için yetersiz donatılmıştı. Pek çok feci yenilgiye uğradı, bu yenilgilerin de Rusya’nın kuşatılmış halkının üzerinden yıkıcı etkileri oldu. İhtiyatlı tahminlere göre çatışmalarda yaklaşık iki milyon Rus öldü, bunların pek çoğu sivildi. Binlerce kişi yaralandı veya esir düştü.
Rus askerlerinin çoğunluğunu zorla askere alınan köylüler oluşturuyordu; topraklarından koparılmış ve yeterli yiyecek, doğru düzgün teçhizat ve sağlam çizmeler verilmeden savaşa gönderilmişlerdi. Generaller askerlere dayak atarak, pek çok askerin başıbozukluğu ve giderek artan sayıda firarîyle başa çıkmaya çalışıyor, bu da askerler arasında daha büyük bir öfkeye neden oluyordu. Troçki siperlerdeki pek çok askerin “generallerin, askerlerin kanının son damlasına kadar savaşmaya hazır olduğunu” fark etmeye başladığını yazar. Başta emperyalist savaşa en başından beri karşı çıkmış Bolşevikler olmak üzere, ordudaki solcuların ve devrimcilerin söylediklerine erler giderek daha çok kulak vermeye başlar.
Savaş Rus toplumunun tümünü etkiledi. Savaşın bedelini en ağır şekilde ödeyenler ise askere alınan 15 milyon kişi ve aileleriydi. Askere alınan köylülerin sayısı gıda üretiminde de bir krize neden olmuştu. Savaş çabası, ulaşım ağları üzerinde de tekel kurmuştu, dolayısıyla var olan yiyecek de kasabalara ve şehirlere iletilemiyordu. Yiyecek sıkıntısıgiderek yaygınlaştı: Şubat Devrimi’nden önceki günlerde Petrograd’da binlerce kişi bir dilim ekmek alabilmek için saatlerce sıraya girmek zorunda kalıyordu. 1917’nin ilk haftalarında, sınıf çatışması artmış ve grevler ülkenin başkentini çoktan sarsmıştı.
Devrim bu mayadan patlak verdi; kitlelerin sefaletiyle birlikte yaşanan yöneticilerin krizi ve giderek daha açık hâle gelen sınıfsal bölünmeler. Devrimin sloganları sadece ekonomik talepleri içermiyor, ekmek ve ücretle birlikte savaşın sona ermesi ve monarşinin ortadan kaldırılması da isteniyordu.
Tahmin edileceği gibi, egemen sınıf devrimden hem nefret etti hem de aynı zamanda onu küçümsedi. Çar tahtı bırakmaya zorlanmadan saatler önce devrimcilere “çapulcu çeteleri” diyerek onları küçük görüyordu. Sağcı tarihçiler her zaman tarihsel olaylarda kitlelerin kendi eyleminin önemini küçümser, kitleleri ya başka güçler tarafından yönlendirilenler olarak görür veya tamamen görmezden gelir. Bu, günümüz yazınında çok yaygın olmakla birlikte, Rus Devrimi’nin ilk revizyonist anlatımları o dönemde yazılmıştı. Bu olağanüstü olaylar, bir darbeye veya cahil bir güruhun eylemine indirgenmeye çalışılıyordu.
İkili iktidar
Oysa Şubat Devrimi, gerçekte işçilerin ve diğer ezilen ve sömürülen kitlelerin kazanımlarını korumak için sürdürecekleri aralıksız bir mücadelenin başlangıç anıydı. Rusya’yı hangi güçlerin yöneteceğini bu mücadele belirleyecekti.
Şubat Devrimi’nin belirleyici olayları gelişirken, işçiler ve askerler daha önce 1905 Rus Devrimi’nde görülen doğrudan demokrasi organlarını –Sovyetleri– yeniden yarattılar. Bunlar, seçilmiş işçi ve asker temsilcilerinden oluşan çok partili konseylerdi. Devrimin çalışmalarını yönettiler ve hızlı bir şekilde Rusya’daki gerçek iktidar merkezleri haline geldiler.
Ancak devrim Çar’ı devirmiş olsa da, henüz iktidarı doğrudan işçilerin ellerine bırakabilecek kadar güçlü değildi. Sovyetler yasal iktidarı bir oylamayla, çok büyük oranda kapitalist sınıftan oluşan geçici bir hükümete bıraktı. Kapitalistler devrimde korkakça ve haince bir rol oynadı; eski rejimin çöktüğü kesinleşene kadar onu destekledi. Daha sonra ise devrimin ilerleyişini sınırlandırmak ve toplumun tam bir değişimini engellemek için devrim yandaşı bir retorik kullandı.
Böylece Şubat Devrimi tüm cüret ve cesaretine rağmen iktidarı kapitalistlere verdi ve bu yüzden en başta yaşanan faaliyet patlamasına neden olan sorunları çözemedi. Nefret edilen savaş, yiyecek kesintileri, fabrikalardaki koşullar, yoksul köylülere toprakların açılması gibi sorunlar çözümsüz kaldı.
Amerikalı gazeteci John Reed durumu şöyle özetliyordu: “Mülk sahibi sınıflar yalnızca, iktidarı Çar’dan alıp kendilerine verecek olan siyasal bir devrim istiyor… Diğer taraftan halk kitleleri sanayide ve tarımda gerçek bir demokrasiyi arzuluyor.”
Asker sovyetleri
Devrim neden ona önderlik eden işçilerin iktidarı almasını sağlamadı? Lenin iki unsuru işaret etti: Devrimci güçlerin deneyimsizliği ve köylülerin Sovyetlerdeki orantısız etkisi. Devrim daha ilk günlerindeydi ve işçilerle diğer devrimcilerin çoğunluğu açısından, kapitalist sınıfa güvenilemeyeceği, yalnızca işçi iktidarının savaşa son verip sorunları çözebileceği henüz açıkça görülemiyordu.
İşçiler devrimin en örgütlü kesimleriydi ve sanayinin merkezinde yer alan kolektif bir sınıf olarak iktidara aday olabilecek bir konumdaydılar, ancak Sovyetlerde askerlerin temsilcilerine göre azınlıktaydılar. Askerler çoğunlukla köylülerden devşirilmişti ve sınıf mücadelesi içinde işçiler kadar çelikleşmemişlerdi. Sınıfsal konumları farklı bir bakışa sahip olmalarına neden oluyordu.
Şubat Devrimi’ne katılan tüm sol partilerin savundukları teori de iktidarın kapitalistlere geçeceğini öngörüyordu. Menşevikler ve Bolşevikler de dahil tüm partiler, o zamana kadar Rusya’nın Batı Avrupa’yı takip edeceğini ve önce kapitalist bir gelişme dönemini tesis edecek olan bir devrim yaşanacağını savunuyorlardı. Bir işçi devrimi umutları, bundan sonrası içindi.
Oysa Şubat’ta yaşananlar 1917’de Rusya’da kapitalistlerin devrimci bir sınıf olmadığını gösterdi. Aynı zamanda, o zaman sayısal olarak azınlık olmalarına rağmen işçilerin Rusya’da muazzam bir ekonomik ve toplumsal güce sahip olduğunu ve yeni, devrimci bir topluma temel oluşturabileceğini ortaya koydu. Ancak devrimin ilk günlerinde, Lenin Rusya’ya dönmeden önce sadece bir avuç eylemci, devrimin tüm iktidar işçilerin ve askerlerin eline geçene kadar ilerletilmesi gerektiğini savunuyordu.
Bu sınırlı yaklaşımlara rağmen, Şubat Devrimi’ni gerçekleştiren işçiler ve denizciler mücadelelerine yön veren konuları unutmak üzere de değillerdi. Sovyetler demokratik örgütlenme ve tartışma merkezi olmaya devam etti. Şubat’tan sonra Rusya’da gerçekte iki ayrı iktidar merkezi vardı: geçici hükümet ve Sovyetler. Ancak farklı sınıfsal bileşimleri ve farklı amaçları olan bu ikili iktidar doğası icabı istikrarsızdı ve sonsuza kadar süremezdi. Biri yerini diğerine bırakmak zorundaydı.
Devrimin üçüncü günü
Daha sonraki birkaç ayda gerçekleşen inişli çıkışlı olaylar işçilerin çoğunluğunun kendi güçlerini ve kapitalistlerin hainliğini anlamasını sağladı. Başta Lenin olmak üzere Bolşevik Parti’nin bilinçli müdahalesiyle birlikte ilerleyen bu süreç, sonunda çelişkilerin çözülmesine yol açacak ve devrimin ilerleyip işçilerin Ekim ayında iktidarı ele geçirmesiyle sonuçlanacaktı. Bu heyecanlı aylarda Bolşevikler Şubat ayında bir azınlık oldukları Sovyetlerde Ekim ayında çoğunluk haline geldi ve ayaklanmaya önderlik etti.
Peki, Bolşevikler Şubat’ta neredeydi? Lenin’in de içlerinde olduğu pek çoğu yurtdışında sürgündeydi. Ekim Devrimi’nin liderlerinden biri olacak olan Troçki de yurtdışındaydı, Temmuz 1917’ye kadar Bolşevik Parti’ye resmen katılmamıştı. Pek çok Bolşevik hapiste veya çalışma kamplarındaydı. Şubat Devrimi’nin ilk günlerinde partinin Petrograd’daki resmî liderliği tutuklanmıştı.
Gerçekte Bolşevikler tıpkı diğer partiler gibi Şubat Devrimi’nde resmî olarak ya hiç rol oynamamış ya da çok az rol oynamıştı. İşçi sınıfının ayaklanması onları gafil avlamıştı. Devrimin üçüncü günü gelip nihayet genel grev çağrısı yapan bir bildiri çıkarabildiklerinde Petrograd’daki kitle grevi zaten silahlı bir ayaklanmaya dönüşme sürecine girmişti bile!
Yine de, Bolşeviklerin yıllardır yürüttüğü ajitasyonun ve devrimci çalışmanın bir etkisi olmuştu. Troçki bu noktayı muhteşem kitabı Rus Devriminin Tarihi’nde vurgular ve pek çok kişinin devrimin kendiliğindenliğinden bahsetmesine rağmen gerçekte ona geçmiş mücadelelerin deneyimlerini taşıyan, liderlik edebilen, tartışan, olayları yorumlayan ve diğerlerini ikna edebilen işçilerin liderlik ettiğini anlatır. Troçki bu organik liderlerin “çoğunlukla Lenin’in partisi tarafından eğitilen bilinçli ve kararlı işçiler” olduğunu belirtir.
Bugün dünya elbette Şubat 1917’de Rusya’da olduğundan çok daha farklı görünüyor. En azından Avrupa’da diktatöryel bir monarşi, üç yıldır süren kitlesel bir savaş veya ekmek ayaklanmaları yok. Ancak bizler de sınıfsal olarak keskin bir şekilde bölünmmüş, krizin ve istikrarsızlığın damga vurduğu bir dünyada yaşıyoruz.
Bir yüzyıl önce Rusya’da gerçekleşenlerden alabileceğimiz çok ders var. İlki kitlesel mücadelenin ilham verici esnekliği ve yaratıcılığı olmalı. İkincisi de, işçilerin yalnızca hep birlikte direnirken değil, daha demokratik ve eşitlikçi bir topluma temel oluştururken de ortaya çıkan gücü.
Rus Devrimi’nin beklenmeyen yolu aynı zamanda, tarihin bazı öngörülebilir tedrici gelişmelerin sonucu olmadığını, çatışmalar, mücadeleler, gerilemeler ve yalpalamalarla ilerlediğini gösteriyor. Şubat Devrimi’nde Rusya John Reed’in sözleriyle “bir sıçrayışta Ortaçağ’dan 20. yüzyıla geçmişti.”
Önceden belirlenmiş değil
Son olarak, devrimci olsun veya olmasın mücadelelerin devrimciler tarafından davet edilmediğini, habersiz ve çoğu zaman beklenmeyen bir şekilde patlak verdiklerini hatırlamalıyız. Her mücadele, nasıl ilerleneceği, kimse güvenileceği, hangi taktiklerin kullanılıp hangi taleplerin öne sürüleceği tartışmalarını gündeme getirir. Devrimci bir partide örgütlenen ve işçi sınıfı içinde kökleri olan sosyalistler bu tartışmalarda yer alabilir. Böylesi tartışmalara örneğin suçun göçmenlerde değil, egemenlerde olduğunu savunarak müdahale ederler ve mücadeleleri ilerletmeye çalışırken diğer yandan onları karşılaştığımız daha kapsamlı sorunları göstermek için kullanırlar.
Eşitsizlik, sömürü ve baskı dolu bir dünyada yaşamanın kaçınılmaz sonucu olarak mücadeleler patlak verecektir. Ancak bu mücadelelerin nasıl sonuçlanacağı ve nereye evrileceği önceden belirlenmiş değildir. Yüz yıl önce devrimci Rusya’daki olaylar kapitalizmin sefaletinden ve yıkımından kurtulmanın kestirme bir yolu olmadığını gösteriyor.
Çeviren: Onur Devrim Üçbaş
Lev Troçki, Rus Devriminin Tarihi, Cilt 1 – Şubat Devrimi: Çarlığın Devrilmesi, Yazın Yayınları, 1998.