Ahmet Eken
Veba Yılı Günlüğü
Daniel Defoe
İş Bankası Kültür Yayınları, 2016
Hesiodos (MÖ 700), İşler ve Günler – Tanrıların Doğuşu adlı kitabında Pandora’nın kutusundan söz ederken, kutu açıldıktan sonra, insanların salgın hastalıklardan bir türlü kurtulamadığını ifade eder. Doğrusu, salgın hastalıkların nedeninin kutunun kapağının açılması olduğluna dair kesin bir düşüncem yok ama, salgınların insanoğlunun yakasını bir türlü bırakmadığı konusunda şairle hemfikirim. Tarihin hangi dönemine bakarsak bakalım, yeryüzünün bir köşesi salgın hastalık sonucu perişan olmuş, daha da ötesi, belki adını henüz tarihe yazdırmış olanlarından olmasa da başka salgınlar tarafından tarumar edilmekte . Velhasıl, salgın hastalıklar başa bela.
Salgın hastalık denince akla hemen gelen veba, tarih boyunca içlerinde en korkunç olanlarından biri. Daha öncelerini bırakıp şu son 500 yıllık döneme bakarsak, çıkan veba salgınları Venedik, Napoli, Marsilya, Lizbon, Londra, İstanbul, Amsterdam, İskenderiye gibi özellikle liman şehirlerinde büyük yıkımlara sebebiyet vermiş. Bazılarında kent nüfusunun yarısı yaşamını yitirmiş, kitlesel göçler yaşanmış, ekonomik, sosyal hayat alt üst olmuş. Hatta, savaşlara bile ara vermek zorunda kalınmış. Tıp bilgsinin yetersizliği sonucu karşısında çaresiz kalınan veba, bir kâbus olarak hafızalardaki yerini almış.
Uluslararası ticaret ve veba
Tarihin uğursuzluklar sayfasına yazılmış salgıardan bir tanesi de 1665 yılında Londra’da yaşanmış ve 500 bin nüfuslu kentte 75 bin kişinin canını almış. Daniel Defoe (1660-1731),
kitabında bu salgının öyküsünü anlatıyor. Kitabın yayın tarihi 1722, yazarın olup biteni yaşamış gibi anlatmasına ve yayın tarihine bakıp bunu belki yadırgayabiliriz, ama yaşamı boyunca salgın hakkında anlatılanları duyduğunu ve 1720’de başlayan Marsilya salgınının Avrupa’yı tehdit ettiğini göz önüne alırsak, konunun yazar için aktüelliğini koruduğunu görürüz. Hayalî gözlemleri, resmî bilgileri, sayısal verileri ve yarattığı kahramanları bir araya getiren Defoe, usta bir yazar olarak o günleri anlatmış.
Öykü vebanın ortaya çıkışıyla başlıyor. Salgından bir süre önce halk, Hollanda’da vebanın yeniden ortaya çıktığından bahsetmeye başlar. Haberlerin kaynağı uluslararası ticaret yapan tüccarlardır. Rivayet, Doğu Akdeniz’den mal getiren gemiler hastalığı da taşımışlar ve ölümler başlamıştır. Söylentilerin başlamasından kısa bir süre sonra, 1664 yılının Aralık ayında Londra’da ilk ölümler görülür. Kentte kısa bir süre panik yaşanır, ancak ölüm haberlerinin arkası kesilince ortalık yatışır. Merkezde oturanlar hastalığın kenar semtlerle sınırlı kalacağını düşünmektedir. Bir başka neden ölüm vakalarının az oluşudur. 1865 yılının Mayıs ayının başlarına kadar süren bu sakin günler ölümlerin hızla çoğalmasıyla son bulur. Veba şehri teslim almıştır.
Hastalığın yaygınlaşmaya başladığını gören kent yöneticileri bir emirname yayınlar. Buna göre, her bölgeye durumu izleyecek yetkili müfettişler atanacak, hastalığın bulaştığı evlere
konan giriş çıkış yasağını kontrol edecek olan bekçiler görevlendirilecek, cerrahlar ve hemşireler hastaları ve hastalığın görüldüğü evlerde yaşayanları düzenli olarak gözetim altında tutup neticeleri ilgili yerlere bildirecektir. Ayrıca hastaların ziyaret edilmesi, cenaze törenleri, ölenin eşyasının satılması yasaklanır. İçki imalathaneleri, pazarda satılan yiyecekler kontrol altına alınır, “kentin her yerinde toplanan ve enfeksiyonun yayılmasının başlıca nedenlerinden biri olan başıboş serseri ve dilencilere” karşı sert önlemler alınır, “bütün oyunlar; ayı kızdırma, müsabaka düzenleme veya kalkan tokuşturma gibi insanların toplanmasına neden olan etkinlikler” iptal edilir. Yasaklardan içkili mekânlar ve halka açık eğlenceler de payını alır.
Zaman içerisinde bu yasaklardan bazıları büyük sorunlara yol açar, özellikle evlerine hapsedilenler kaçarak veya rüşvet vererek bundan kurtulmaya çalışır, hatta içlerinden bazıları bunu bekçiyi öldürmeye kadar götürür.
Panikten para kazanmak
Salgının başlarında büyük bir panik yaşanır, insanlar astrologlara, falcılara, büyücülere başvurarak geleceklerini öğrenmeye çalışır. Kent her türden düzenbazla dolar .Yine aynı dönemde sahte doktorlar türer, vebaya karşı önleyici veya tedavi edici olduğunu söyledikleri ilaçlar satan bu düzenbazlar panikten para kazanır. Ne var ki, salgın kanıksanmaya başlayınca insanlar bu kişileri dikkate almayı bırakır.
Salgının büyümesiyle birlikte “zenginler, özellikle soylular ve eşraf yanlarına aileleriyle uşaklarını alıp” şehri terk etmeye başlar. Yazar da bir karar vermek zorundadır, önceleri tereddüt etse de, sonunda “Tanrı’nın onu yerleştirdiği yerde” kalmaya karar verir. Salgın bitene kadar şehirden ayrılmayacak, olup biteni izleyecektir. Başta kral ve maiyeti olmak üzere soyluların, zenginlerin, gidebilecek herkesin ayrılması sonucu şehir boşalır. Bu dönemde tuhaf bir durum ortaya çıkar: “İlk günlerin büyük kaygısı başlangıçta salgının sık sık kesintiye uğramasıyla yerini telaş ve sukûnet arasında gidip gelen bir ruh haline, ardından alışkanlığa” bırakır. İlk günlerin korku ve paniği kaybolmuştur.
Tahmin edilebileceği gibi salgından en çok zarar gören yoksullar olur. Londra’dan ayrılamayan, işlerini kaybeden, yaşamak için mezarcılık, hasta bakıcılık veya kapatılmış evlere bekçilik gibi tehlikeli işlerde çalışmak zorunda kalan yoksullar felakette büyük acılar yaşamışlar. Bunun yanında Defoe, “dindar yardımseverlerin, kilise yetkililerinin, belediyenin ve meclis üyelerinin” büyük yardımlar yaptıklarını ifade ediyor.
Kitapta yer alan dehşet manzaralarından bir tanesi de, ölümlerin artışı ile birlikte şehrin çeşitli yerlerinde naaşların topluca gömüldüğü çukurlar. Yazar, bir tanesinden şöyle bahsediyor: “Kazdıklarında bu çukurun en az bir ay idare edeceğini düşünüyorlardı… 6 Eylül’de ölüleri gömmeye başladılar ve yanlızca iki hafta sonra… cesetler yüzeye yaklaştığı için çukuru kapatmak zorunda kaldılar.”
Ekmek parası
Salgın ekonomik yaşamı alt üst eder. Fransa, Hollanda, İspanya ve İtalya’nın hiçbir limanı Londra’dan gelen gemileri kabul etmez. Ancak “Türkiye’de ve bir kısmı Türklere bir kısmı Venediklilere ait olan Yunan Adaları ile ticaret devam eder. Veba tamamen geçtikten sonra bile yasak koyan ülkelerle ticaret hemen eski haline gelmez. Bu ticaret yasağından kazançlı çıkanlar da olur. Flandreli ve özellikle Hollandalı tüccarlar, İngiltere’den aldıkları malları kendileri imal etmiş gibi İspanya ve İtalya’ya satarlar. Bu arada İngiltere ile Hollanda arasındaki savaş da inkıtaya uğrar. Veba kimsede savaşacak hal bırakmamıştır!
Yazar, vebanın ekonomik ve sosyal yaşama etkisini şöyle özetliyor: “İhracat durduğu veya en azından kesintiye uğradığı ve zorlukla yürütüldüğü için ihracata yönelik olan bütün imalathanelerde işler tamamen durdu… (Yerel tüketime yönelik mal imal edenler de öyle.) Kesinlikle vazgeçilmez olanlar dışında her iş kolunda çok sayıda ustabaşı ve işçi işten çıkarıldı. Bu durum Londra’daki çok sayıda bekâr insanın ekmek parasını çıkaramamasına neden olmamanın yanı sıra, aile reislerinin emeğiyle yaşayan aileleri de sefalete düşürdü.” Lakin kimse yokluktan ölmez. Bunun nedeni, “cömert insanların bağışlarıyla” ihtiyaç sahiplerinin yanında yer alıp onlara yardımcı olmasıdır.
Daniel Defoe, kitabını küçük öyküler üzerine inşa etmiş. Hayatın her alanında olup biteni bazen gözlemleri, bazen duydukları, bazen de resmî bilgi olarak aktarıyor. Bunun yanında yorumlarını, eleştirilerini, mistik ve metafizik görüşlerini de metne koymayı ihmal etmemiş. Gerçekçi, sorunlara teslim olmayan, tam tersine mücadele eden, akılcı çözümler arayan ama imanı bütün bir yazarın yazdıklarını okuyoruz.
Eylül ayının son günlerinden itibaren ölü sayısı giderek düşmeye başlar, arada bir rakamlar yükselse de melun hastalık etkisini azaltmaya başlamıştır ve 1666 yılının ilk ayında herkes kentin sağlığının düzeldiğine ikna olur. Bir salgın daha atlatılmıştır. Ancak, Londralıların sevinci uzun sürmeyecektir. Bu kez 1666 yılının Eylül ayında çıkan yangın hızla büyüyüp şehrin beşte dördünü kül edecek ve bir başka felaket yaşanacaktır.