Roni Margulies
Öyle bir el çabukluğu marifet ile karşılaştık ki, anayasa filan tartışmadık. Toplum olarak, sadece başkanlık tartıştık. Hatta başkanlığı bile değil, sadece Tayyip Erdoğan’ın başkanlığını tartıştık.
Oysa, daha birkaç sene önce, yeni ve farklı bir anayasa ihtiyacı yaygın bir kabul görüyordu. AKP üye ve kurmayları ve hatta Tayyip Erdoğan da bu kabulü paylaşıyor ve hatta sık sık gündeme getiriyordu.
Değişmesi gerektiği en açık olan kısımların başında ünlü “ilk dört madde” geliyordu (ve geliyor). Hani “değiştirilmesi teklif edilemez” olan dört madde. Bunları herkesin bildiği varsayılır hep, ama ben yine de hatırlatayım:
“Madde 1.– Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.
Madde 2.– Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.
Madde 3.– Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Millî marşı ‘İstiklal Marşı’dır. Başkenti Ankara‘dır.
Madde 4.– Anayasanın 1inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.”
Son cümledeki “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez” saçmalığını bir kenara bırakalım. İnsan toplumları değişken, dinamik ve hareketlidir; toplumsal olan her şey değişir ve değiştirilebilir. Üç beş tane generalin “değiştirilemez” demesi hiçbir şeyi etkilemez.
Teklif edilememesi ise iyice komik. İşte buyrun, bakın, ben şu anda teklif ettim! Bu anlamsız komiklik dışında, rahatsız edici iki nokta var bu maddelerde.
Biri, Atatürk milliyetçiliğine bağlı olma kavramı. Biri de, dilin Türkçe olması. Dikkat ederseniz, tam da bu iki konu Türkiye toplumunun en azından on yıldır harala gürele tartıştığı konular. Önemli değişikliklerin teklif edildiği konular. Teklif ne kelime? Kıyısından köşesinden değişikliklerin gerçekten yapılmaya başlandığı konular.
Atatürk milliyetçiliği söz konusuysa, “Andımız” kaldırıldı, her okulda 19 Mayıs törenleri yapma adeti kaldırıldı. Dil söz konusuysa, anadilde eğitim konusu gündemin önemli bir maddesi haline geldi, TRT Kürtçe yayına başladı, Kürtçe dersleri uygulanır oldu.
Yanlış anlaşılmasın; “Ve sorunlar çözüldü” demiyorum. Diyorum ki, ilk dört maddedeki sorunlu iki konu bu toplum tarafından uzun uzun tartışıldı ve sorunun çözülmesi doğrultusunda ufacık da olsa adımlar atılabildi.
“Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti”
Bu küçük adımlar AKP hükümetleri tarafından atıldı. Adım atmak bir yana, Anayasa’nın değiştirilmesi ve bizzat ilk dört maddede değişiklik yapılması gündeme AKP kurmayları tarafından getirildi. AKP’nin açtığı bu tartışmadan fena halde rahatsız olan Sözcü gazetesinin tam dört yıl önce 15 Mart 2013 tarihli haberinden okuyalım:
“AKP, anayasadaki başlangıç kısmının ve ‘Atatürk milliyetçiliğinin’ çıkarılmasını isteyecek. Anayasada, ‘Değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez’ madde olmamasını isteyen AKP…“
“AKP, anayasanın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddeleri arasında sayılan ‘Türkiye Devleti bir cumhuriyettir’ hükmünü düzenleyen 1. maddenin aynen kalmasına sıcak bakıyor. Ancak 2. maddede köklü bir değişiklik istiyor. AKP, ikinci maddeden başta ‘Atatürk milliyetçiliği’ olmak üzere çok sayıda ifadenin çıkarılmasını öneriyor. Maddenin, ‘Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına dayalı, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir’ şeklinde olması görüşü öne çıkıyor.“
“AKP, anayasanın ‘Değiştirilemeyecek hükümler’ başlıklı 4. maddesinde, ‘Anayasanın 1. maddesindeki devletin şeklinin cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2. maddesindeki cumhuriyetin nitelikleri ve 3. maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez’ hükmünün yeni anayasaya konulmasını istemiyor.“
“AKP, “Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Millî marşı ‘İstiklal Marşı’dır. Başkenti Ankara’dır’ şeklindeki 3. maddede bir sorun görmediği için aynen kalması gerektiğini savunuyor.“
AKP’nin dört yıl önce neleri değiştirmek isteyip neleri istemediğini bir kenara bırakalım. Vurgulamak istediğim, çok yakın geçmişe kadar AKP’nin anayasa değişikliği konusunu tartışmış ve toplumun tartışmasına açmış olduğu.
Sonra ne oldu?
AKP, sanki kendisi hiç böyle bir şeyi gündeme getirmemiş, hiçbir zaman hiçbir değişiklik tartışmamış ve savunmamış gibi, aynı Anayasa’yı, 12 Eylül anayasasının “değiştirilemez” ilk dört maddesini değiştirmeden halkın oylamasına sundu. Ve 16 Nisan’da “yeni” anayasa kabul edildi.
“Türklüğün tarihî ve manevî değerleri”
Mesele ilk dört maddeden ibaret olsa, diyebilirdim ki, kalsın o zaman bu maddeler, toplum nasılsa aşıyor artık bunları.
Ama biraz daha dikkatli okuyalım. Madde 2’de şu var: “Türkiye Cumhuriyeti… başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan… bir hukuk Devletidir”. Neymiş başlangıçta belirtilen bu temel ilkeler?
Anayasa’nın başında, ilk dört maddeden önce “Başlangıç” bölümü var. Çok uzun değil. Benim bu yazımdan daha kısa. Ama Türkiye Cumhuriyeti işte bu “Başlangıç” bölümündeki temel ilkelere dayanıyormuş.
“Başlangıç” bölümü baştan aşağı “Türk varlığı”, “Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisi”, “Türk millî menfaatleri”, “Türklüğün tarihî ve manevî değerleri” ile dolu.
Bazı madrabazlar, “Yahu, biz ‘Türk’ derken bu topraklarda yaşayan hepimizi kastediyoruz” der. Biz Türk olmayanlar ise, kimi kastettiklerini çok iyi biliriz; 90 yıllık cumhuriyet tarihi boyunca çok iyi öğrendik. Öğretildi bize. Hadi benim neyi öğrenip neyi öğrenmediğim çok da önemli değil. Ama gelin görün ki, Kürt halkı da öğrendi.
İşte bu nedenledir ki, bu ilk dört maddeyi ve bu maddelerin dayandığı “Başlangıç” bölümünü değiştirmeden yazılan bir anayasa, beni ve Kürtleri ve daha pek çoğumuzu dışlamaya devam edecektir. Yok hükmündedir. Eninde sonunda tekrar değiştirilmeye mahkûmdur. Çünkü değiştirileceği güne kadar Türkiye’de kalıcı bir barışın, huzurun, eşitliğin, adaletin önünde engel oluşturmaya devam edecektir.
Mukaddesatçı-ulusalcı-milliyetçi-asker koalisyonu
Niye böyle oldu? Daha dört yıl önce Sözcü gazetesini delirten, “AKP, anayasadaki başlangıç kısmının ve ‘Atatürk milliyetçiliğinin’ çıkarılmasını isteyecek” diye bar bar bağırmasına yol açan AKP, ne oldu da Sözcü‘nün çizgisine geldi? Ne oldu da Ocak ayında Meclis’te anayasa değişiklikleri tartışılırken AKP grubu adına konuşan Bursa Milletvekili İsmail Aydın’ın “Anayasanın değiştirilemez maddesini kabul etmek mümkün değildir” demesi üzerine bütün parti seferber olup adamcağızı susturdu ve bir daha ağzını açmamasını sağladı?
Olan şu: Erdoğan ve AKP, devletle, Genelkurmay’la, derin devletle, Ergenekon’la ittifak kurdu. Baskın Oran’ın Agos’ta kullandığı ifadeyle, “mukaddesatçı-ulusalcı-milliyetçi-asker koalisyonu” kuruldu.
Bu ittifağın siyasî yansıması, referandum sürecinde oluşturulan AKP-MHP işbirliği. Simgesel yansıması ise, Yenikapı mitingindeki Türk bayrağı okyanusu ve sahnenin iki yanındaki dev portreler: Bir yanda dev Erdoğan, diğer yanda dev Mustafa Kemal. AKP’yi devirmek amacıyla devletin ve ulusalcıların 10 yıl boyunca kullandığı simgeler artık bizzat AKP’nin simgeleri.
Bu ittifak AKP tarafından bakıldığında şaşırtıcı değil. Türk mukaddesatçı, muhafazakâr sağının devletle hiçbir zaman sorunu olmamıştır. Kemalizm’in aşırılıklarından rahatsız da olsa, bu sağ Türk devletini her zaman kutsamıştır. Devletin bekası sorununu bu sağ kendi sorunu olarak görmüştür. Genelkurmay AKP’yi devirmeye çalışmasaydı, bugün kurulmuş olan ittifak en baştan, ta 2002’de kurulabilirdi.
Ama Genelkurmay ve derin devlet kurumları tarafından bakıldığında, bu ittifağın kurulabilmiş olması daha şaşırtıcı. Bu kurumların genetik yapısı, eğitimi, en derin inançları “Çankaya’da başörtülü bir kadın” olmasını engellemeyi gerektirir. Dün de böyleydi, bugün de bunun değişmiş olduğunu düşünmüyorum.
Nasıl kurulabildi o zaman bu ittifak? Devletin bekası kurulmasını gerektirdiği için kurulabildi. Devletin temel tehdit algısı, Suriye’nin kuzeyinde PKK yönetiminde bir Kürt devletinin kurulması tehlikesi. Bu tehlike o kadar büyük ki, geleneksel devlet mekanizması ile yüzde 50 toplum desteği alan hükümet partisinin, aralarındaki anlaşmazlıklar ne olursa olsun, birlikte davranmasını gerektiriyor. Birlikte davranmaları ise, askerin AKP’yi devirmeye çalışmaktan (şimdilik) vazgeçmesini, anayasanın ilk dört maddesine dokunulmamasını, çözüm sürecine derhal son verilmesini, Kürt hareketine saldırılmasını ve Suriye’ye müdahale edilmesini gerektiriyordu. Bütün bunlar gerçekleştirildi.
Mukaddesatçı-ulusalcı-milliyetçi-asker koalisyonunun yönettiği bir Türkiye, işte, gördüğümüz Türkiye: Otoriter, baskıcı, savaşçı, haksız hukuksuz bir ülke. Bu, meselenin olumsuz tarafı. Olumlu tarafı ise, bu koalisyonun uzun süre devam etme ihtimalinin olmaması. İki nedenle. Birincisi, koalisyonun asker/ulusalcı kanadının AKP’yi gerçek anlamda kabullenme ihtimalinin sıfır olması. İkincisi, AKP’yi koalisyon açısından yararlı kılan yüzde 50 halk desteğinin azalma işaretleri veriyor olması.