Şenol Karakaş
Referanduma gölge düşüren temel gelişme, YSK’nın sandık sayımı başlamadan bir saat önce mühürsüz oyları da geçerli sayacağını açıklayarak hukuk dışı bir karar almasının yanı sıra, bu halk oylamasının OHAL koşulları altında yapılmış olmasıydı. CHP’nin hazırladığı bir rapora göre, ‘hayır’ kampanyası yürüten en az 330 kişi gözaltına alındı, üç kişi tutuklandı, beş gazeteci ve 12 işçi işten atıldı, bir futbol hakemi açığa alındı, HDP’nin seçim şarkıları yasaklandı, mitinglerine izin verilmedi.
OHAL koşullarında gerçekleşen halk oylamasında medyanın kullanımı, referandumun hangi adaletsiz koşullarda cereyan ettiğini de gösteriyor. “Evet” kampanyasının “Hayır”a göre 10 kat daha fazla medyada görünebildiği, 18 Mart Çanakkale şehitleri töreni dahil her devlet töreninin bir “Evet” şölenine dönüştüğü, daha önceki hiçbir seçim ve referandum sürecinde yaşanmamış bir eşitsizlikle geçti referandum kampanyası süreci.
Referandumun kaybedenleri
Referandumun siyasî açıdan en büyük kaybedeni çok açık ki MHP oldu. Devlet Bahçeli’nin şehri olan Osmaniye’de bile halk oylamasında “Evet” cephesi önemli ölçüde oy kaybetti. Osmaniye’de 1 Kasım 2015 seçimlerinde AKP 137 bin, MHP 98 bin oy, toplamda 235 bin oy almışken, 16 Nisan’da “evet” oyları 170 bin civarında kaldı.
Referandum sonuçlarını adeta nokta vuruşuyla tahmin eden KONDA’nın yaptığı bir araştırma MHP’nin oy kaybını şöyle açıklıyor: “Bir taraftan gerek sandık analizlerinden, gerek KONDA bulgularından MHP tabanının yaklaşık üçte birlik kısmının “Evet” blokunda, üçte ikilik kısmının da “Hayır” blokunda yer aldığı görülmektedir.” 1 Kasım seçimlerinde alınan AKP-MHP oyları yüzde 61 iken, referandumda alınan sonuç yüzde 51,4. Kaba bir bakış MHP oylarının yüzde 60’a yakınının “Evet” saflarına yönelmediğini gösteriyor. MHP artık, ölüm kalım meselesi olarak gördüğü bir politik konuda tabanının ezici çoğunluğunu ikna edemeyen parti görünümünde.
Referandumun ikinci kaybedeni ise yerli-millî koalisyonunun büyük ortağı olan AKP. Hükümet partisi, yaşadığı oy kaybından çok daha sarsıcı kayıplarla yüzleşti 16 Nisan’da. Kuşkusuz, halk oylamasını kazanmış blokun kaybettiğini söylemek ilk bakışta garip görünebilir. Ama matematiksel açıdan kazanmış olsalar bile politik moral açısından AKP-MHP koalisyonu kaybetmiştir. AKP seçmeninin yüzde 4’ünün referandumda “Hayır” oyu verdiği tahmin ediliyor. Bu yüzde 4’lük kayıp, bir dizi başka kayıpla birlikte düşünülünce AKP liderliği açısından beklenmedik bir tablo çıkıyor karşımıza.
Bu referanduma kadar yaşanan seçimlerde harita üzerinden seçim sonuçlarına bakıldığında, sahil şeridindeki iller AKP’nin aldığı illerin basıncıyla denize dökülecekmiş gibi bir izlenim doğuyordu. Bu sefer, sahillerden ve metropollerden AKP’nin, yani “Evet”in çoğunluk olduğu iller kuşatılıyormuş gibi görünüyor. Abdurrahman Dilipak bile, AKP’de bir metal yorgunluğu yaşadığını söylerken, “dindarların yüzde 17’si ‘hayır’ demiş. AK Partililerin yüzde 5,4’ü hayır oyu vermiş” diyerek, AKP’nin moral bozukluğuna neden olan referandum sonucuna işaret ediyor.
Referandumda Konya’da alınan sonuç, AKP açısından tehlike çanlarının nerede çaldığını gösteriyor. 928 bin 602 “Evet” oyunun çıktığı Konya’da AKP’nin 1 Kasım seçimlerinde aldığı oy yaklaşık 957 bin. “Evet” oyları Konya’da 38 bin yeni seçmenin eklendiği referandumda AKP’nin yaşadığı hayal kırıklığını gösteriyor.
İşçi sınıfı-AKP ilişkisi
Ama daha önemli bir gelişme var. Türkiye’de millî gelir illere göre en yüksek üretenden aşağı doğru sıralandığında ilk 20 kentin 13’ünde “Hayır” oylarının çoğunlukta olduğu görülüyor. Bu kentlerin ürettiği millî gelir, toplamın yüzde 62’si. Başka deyişle, ilk 20 büyük kent Türkiye’deki GSYH’nın yüzde 77’sini üretirken, yüzde 62’lik kısmını üreten 13’ünde çoğunluk “Hayır” demiş.
Bu kayıp, referandum sürecinde AKP’nin yaşadığı en önemli soruna getiriyor bizi. İşçi sınıfının çeşitli kesimleri, ikinci kez, AKP’ye uyarı çekti. İlki 7 Haziran seçimleriydi. AKP, o seçim öncesinde yaşanan ve öncülüğünü metal sektörü işçilerinin yaptığı grev ve işyeri işgalleri hareketinin sonucunda, daha önceki seçimlerde güçlü olduğu bir dizi işçi kentinde oy kaybetmiş, toplam seçmeninin beşte birini yitirmişti. 1 Kasım’da oy tabanını yeniden toparlayan AKP, 16 Nisan’da yeniden işçi ve yoksul tabanının kopma eğilimiyle karşı karşıya kaldı. İstanbul’da 1 Kasım seçimlerinde yüzde 57,3 olan AKP+MHP oyu, referandumda “Evet” cephesi için yüzde 48.6’ya düştü. Ankara’da yüzde 63 olan aynı oran, referandumda yüzde 48,8’e indi. Antalya, Bursa, Denizli, Eskişehir gibi şehirlerde “Evet” oranı, AKP’nin 1 Kasım’da tek başına aldığı oy oranını bile yakalayamadı. AKP’nin kalesi olan ve “Evet”in açık ara farkla kazandığı Konya’da bile durum böyleydi. Balıkesir, Çanakkale, Antalya, Manisa, Mersin, Denizli, Eskişehir, Ankara, İstanbul, Zonguldak, Uşak, Adana, Hatay, Bilecik, Artvin, Ardahan; AKP’nin 1 Kasım’da kazandığı tüm bu şehirlerde referandumda “Hayır” kazandı. Toplamda 30 büyükşehrin 17’si “Hayır” dedi.
KONDA’nın “Sandık ve Seçmen Analizi Raporu”nun ele aldığı başlıklardan birisi yoksulların AKP’den uzaklaşma eğilimini doğruluyor. “Hayır” oyu verenlerin gelir düzeyi yüksek olan toplumsal kesimler arasında daha yüksek bir oran olduğu açık, ama 700 Lira’nın altında gelire sahip olanlardan “Hayır” diyenler yüzde 2, “Evet” diyenler yüzde 4. geliri 700-1200 Lira arasında olanlardan “Hayır” diyenlerin oranı yüzde 8 iken, “Evet” diyenlerin oranı yüzde 9. Geliri 1201-2000 Lira arasında olanlardan ise “Hayır” yüzde 38, “Evet” yüzde 45 oranında oy almış.
Referandumun kazananı
Referandumun kazananı, içinden geçtiği ve başka bir siyasî partinin başına gelse büyük ihtimalle tuzla buz olacağı badireleri atlatma yeteneğini bir kez daha gösteren HDP oldu. Kürt halkının kendisini sürekli olarak batıda yaşayanların açtığı tutarlılık ve dürüstlük sınavlarının içinde bulması politik atmosferdeki milliyetçiliğin bir başka yansıması. Referandumdan hemen sonra “Evet’in mimarı Kürtlerdir” çıkışını yapanların iflah olmaz bir kibirle politika yaptıklarını söylemek abartı olmaz.
HDP sadece çözüm sürecinin sonlandığı dönemde değil, bu sonlanmanın işaretlerinin verilmeye başlandığı dönemde de, 7 Haziran seçimleri öncesinde de çok ağır baskı gördü. 5 Haziran’da HDP mitinginde IŞİD bombası patladı. 7 Haziran ile 1 Kasım seçimleri arasında yüzlerce parti bürosu saldırıya uğradı. Dağlıca’da öldürülen askerlerin sorumlusu ilan edildi ve 7-9 Eylül günlerinde genel merkezi ve büroları yakıldı. 10 Ekim’de Ankara’da barış mitingine düzenlenen IŞİD saldırısında canlı bombalar esas olarak HDP kortejini hedefledi. 15 Temmuz darbe girişminin ardından ilan edilen OHAL koşulları, zaten Kürt illerinde sürmekte olan çatışmalarla yaşanan yıkımın üzerine geldi. Binlerce HDP aktivisti, milletvekili, parti meclisi üyesi, il ve ilçe yöneticileri tutuklandı. HDP’nin yönetiminde olduğu belediyelere kayyum atandı. Eş Genel Başkanları tutuklandı. Buna rağmen, örneğin Diyarbakır’da yüzde 72’den yüzde 67’ye düşen oylar nedeniyle, Kürtler “Evet”in mimarı ilan edilebiliyor! Tersine, HDP bu badireyi atlattığı ve oylarını yüzde 10 barajının üzerinde tutmayı bir kez daha başardığı için referandumun en başarılı partisidir.
Ne yapmalı?
16 Nisan’ın ardından, bölünmüş, zorlanan, kaygılı, didişen, ABD’den İran’a, Rusya’dan Hollanda’ya kadar biriken dış politika problemleriyle yüz yüze kalmış ve Suriye sorunu büyüyerek duran, bütün bu sorunları OHAL koşullarında tüm muhalefete baskı uygulayarak bile çözmesi mümkün olmayan bir egemen sınıf koalisyonuyla karşı karşıya olacağız.
Bu açıdan, referandumdan sonra kilit kavram “mücadele” olmak zorunda. İki toplumsal mücadele zeminine özel bir önem vermek gerek. Bunlardan biri kadın hareketi. Kadın mücadelesi, mücadele başlıklarından biri olmanın çok ötesinde, OHAL koşullarında iki kere binlerce kadını gösterilerde bir araya getirerek direnmek isteyen tüm güçlere ilham verdi. Bu hareketin mücadelesine özen göstermeye devam etmek zorundayız. Başka bir deyişle, kadın hareketinden öğrenip başka mücadele alanlarına deneyimini aktaracak köprüler kurmak zorundayız.
Diğeriyse işçi hareketi. Hükümetin referandumdan sonra gündeme getirmesi kaçınılmaz olan 657 sayılı yasayla ve Kıdem Tazminatı hakkıyla ilgili önlemler, işçileri “Evet” ya da “Hayır” diyenlere göre ayırmayacak. “Evet” diyen kamu çalışanı da “Hayır” diyen kamu çalışanı da hakkını kaybedecek, “Evet” diyen kamu çalışanı da “Hayır” diyen kamu çalışanı da kıdem tazminatını kaybedecek. Bu yüzden referandumun hemen ardından acil olan, “Hayır”cı işçilerle “Evet”çi işçilerin birleşik mücadelesinin imkânlarını zorlamak.
AltÜst dergisi yayın hayatına başladığından beri temel bir fikri savunuyor. Bu fikir en beklenmedik ulusalcı sosyalistler tarafından bile kabul görmeye başladı: AKP tabanında yer alan yoksul/emekçi kitleler kazanılmadan AKP’nin geriletilmesinin mümkün olmadığı itiraf edilmeye başlandı. Tam bu şekilde olmasa ve sadece referandum köprüsünü geçene kadar böyle düşünüldüğü zaman zaman belli edilse de, daha önceki seçim süreçlerinde ortalığa saçılan “makarnacılar” gibi çıkışlara bu sefer çok rastlanmadı. Sık sık adı geçen “utangaç hayırcılar” AKP tabanında yer alıp da referandumda “Hayır” demeyi düşünenlerdi.
Oysa 7 Haziran seçimlerinde böyle bir tabanın varlığı belli olmuş, AKP oylarının yüzde 20’sini kaybetmişti. Bu seçmenler başka partilere gitmemiş ve 1 Kasım seçimlerinde AKP’ye yönelmişlerdi yeniden, ama bu apaçık gerçek sıklıkla görmezden gelindi. Şimdi, bu konuda yine matematiksel bir zorunluluk da olduğu için bir kavrayış birliği oluşuyor. Referandumdan sonra, hem yukarıda saydığım mücadele başlıklarında Evet-Hayır kutuplaşmasını aşan kampanyaları hem de kitlesel bir siyasî alternatifi, özgürlükçü “Hayırcılarla” AKP tabanında yer alan emekçi, yoksul, değişimden yana ama alternatifsiz kitlelere seslenebilecek siyasî odağı örgütlemek için sayısız fırsat var. Bunun yolu 2019’da kimin Erdoğan’a karşı başkan adayı olacağı falına bakmak değil. Bugün mücadele içinde yan yana gelmek.