Atilla Dirim
“… Lykia’lılara gelince, Harpagos ordusu Xanthos ovasına indiği zaman, onlar da karşı koydular, bitmez tükenmez kuvvetlere karşı, az sayı ile dövüştüler; yiğitlikte nam aldılar, ama yenildiler, kentlerine geri atıldılar, kadınları, çocukları, hazineleri ve köleleri kaleye doldurdular ve alttan, yandan ateşe verdiler, öyle ki, yangın kaleyi yerle bir etti. Bundan sonra birbirlerine korkunç yeminlerle bağlanarak düşmana saldırdılar ve Xanthos’ta oturanların tümü de savaşarak ölmüş oldu.”
Xanthos direnişi
Med komutanı Harpagos, ilerlemiş yaşına rağmen, Küçük Asya seferine çıkan Pers ordusunun başında bulunmaktadır. Ordu, İÖ. 546 yılında, bugün Eşen Çayı olarak bilinen Xanthos Nehri’nin suladığı ovaya geldiğinde, Xanthos ordusunun güçlü bir direnişiyle karşılaşır. Ama Pers ordusu çok kalabalıktır; başarı sağlayamayan Xanthoslular, sonunda bir tepenin üzerinde bulunan kalelerine çekilmek zorunda kalır. Bir süre sonra yiyecek ve su biter. Çaresizdirler, mecburen huruç hareketinde bulunacaklardır. Düşmanın eline canlı geçmektense ölmeyi yeğlerler. Savaşamayacak durumda olan herkesi, kadınları, çocukları ve köleleri öldürürler. Evlerini ve sahip oldukları her şeyi ateşe verirler, bir tek kişinin bile kaçmayacağına dair dehşet verici yeminler ederek, düşmanın üzerine saldırırlar.
Xanthos katliamından sadece o esnada uzak yerlerde bulunan 80 aile kurtulur. Bunlar, yeni gelen göçmenlerle birlikte şehri yeniden kurar, unutulmuşluğa mahkûm olmasının önüne geçer. Hikâyelerini kaleme alan Herodot değil de bir Pers tarihçisi olsaydı, belki de şu anda Xanthos direnişinden bir avuç teröristin isyanı olarak söz ediliyor olacaktı.
Nitekim o günden bu yana muktedirler pek çok kahramanca direnişten isyan, başkaldırı, terörist eylem diye söz etti. Bunlardan biri var ki, Xanthos direnişiyle büyük benzerlikler gösteriyor. Hem de çok yakın çağda, “Haydi canım, bu devirde böyle şey olur mu?” dedirtecek kadar yakın bir dönemde, 1915 yılında. Xanthos direnişinin ayrıntılarını bilemiyoruz belki, ancak 1915 Şebinkarahisar direnişinin ayrıntılarını biliyoruz.
Şebinkarahisar kalesi
Şebinkarahisar, Sivas Vilayeti’nin en doğusunda yer alır. Merkezde yaşayan 4.198 Ermeni, 1914 yılında nüfusun çoğunluğunu meydana getiriyordu. Ermeniler, şehrin Yukarı Mahalle olarak anılan kısmında, Meryem Ana Kilisesi’nin etrafında oturuyordu. Bu teraslı evler bitişik düzende inşa edilmişti ve bir evden diğerine geçmek mümkündü. Ayrıca kuzeyde, Kopeli olarak bilinen, 19. yüzyılda inşa edilmiş bir Ermeni mahallesi daha vardı.
Ermeni soykırımının ilk işaretleri, Şebinkarahisar Ermenileri tarafından oldukça erken denebilecek günlerde fark edilmişti. Genel seferberlik çağrısının ardından askere alınan 300 Ermeni genci, aslında askerlikten muaf tutulmak için ödenmesi gereken 48’er lirayı ödemiş olmalarına rağmen Erzincan ve Bayburt’a gönderilmek üzere yola çıkartılırlar.
Bu arada tekalif-i harbiye uygulamaları alıp başını gitmiş, bir tür yağmaya dönüşmüştür. Ermenilerin elindeki hayvanlara ve arabalara el konulmuş olmasına rağmen, teslim edilmesi gereken malların yine bizzat köylüler tarafından getirilmesi şart koşulmuştur. Bölgeye gönderilen din adamları öldürülür, Sarıkamış yenilgisinin ardından Ocak 1915’te Erzincan-Sivas yolunda, Osmanlı ordusunun Ermeni askerleri katledilir.
“Geleneksel” katliam değil
Bütün bunlar Şebinkarahisar Ermenilerinde kendilerine yönelik bir katliam hazırlığı yapıldığı yolunda güçlü bir algının ortaya çıkmasına neden olur. Ancak kimse olayların bir soykırım boyutlarına ulaşacağını aklının ucundan bile geçirmez. Ermeni liderler, Abdülhamit devrinde sık sık yaşanılan, genellikle bir ila üç gün süren “geleneksel” bir katliam beklentisi içindeydiler ve iyi örgütlenmiş bir direnişle bu süreyi başarıyla atlatma ihtimali söz konusuydu.
Mayıs 1915’te Ermenilere yönelik saldırılar artar, civar köylerde din adamları öldürülür, Şebinkarahisar’da kanaat önderleri ve ileri gelen Ermeniler tutuklanır, bunların bir kısmı firar eder. Sonra da hükümetten silahların teslim edilmesi emri gelir. Bu, gençlerin askere alınmasından sonra, imha operasyonunun ikinci aşaması olacaktır.
Mutasarrıf Mektupçu Ahmet Bey, silah teslimi meselesini görüşmek üzere Şebinkarahisar Piskoposu Vağinag Torigyan’ı makamına çağırtır. Burada Torigyan gözaltına alınır ve işkence görür, 7 Haziran’da 15 silahlı jandarma eşliğinde şehirden çıkartılarak öldürülür. Ermeni mahallesi 14 Haziran’da askerler ve çeteciler tarafından kuşatılır, 300 kişi gözaltına alınır. Bir Ermeni fedai bu kişileri kurtarmaya çalışır, ancak kapatıldıkları yerde onların cesetleriyle karşılaşır.
Şebinkarahisarlılar 16 Haziran sabahı, uzaktan Aneğri köyünün alev alev yandığını görür. Piskopos’un öldürüldüğü haberi kulaktan kulağa yayılır. Şehir halkı mahallelerde barikatlar kurmaya başlar, aşağılarda yaşayanlar kaleye doğru çekilir. Bu arada köylerden de Ermeniler akın akın şehre gelmektedir. Ermeni mahallesinde çıkan yangın, kaleye çekilmeyi hızlandırır. Çetelerle çarpışmalar başladığı için bir askerî komite kurulur, ancak kalede 5-6.000 kişi toplanmış olmasına rağmen, genç erkeklerin sayısı pek azdır. Bunların ancak onda biri silah tutacak durumdadır, ayrıca silah sayısı da son derece azdır. Kalede su olmadığı için, Ermeni gençler her gece su almak için aşağı inmek zorundadır.
Sivas Valisi Muammer Bey 20 ya da 21 Haziran günü toplarla donanmış ordu birlikleriyle Şebinkarahisar’a gelir. Kaledekilere teslim olmaları halinde canlarının bağışlanacağı ilan edilir. Askerî komite bu teklifi reddeder. Bunun üzerine toplar kaleyi dövmeye başlar. Bu ilk saldırı etkisiz kalır, hatta top gülleleri mermi dökmekte hammadde olarak kullanılır.
Direnişçilerin teslim olmaması üzerine yeni askerler getirtilir, saldırılar giderek şiddetlenir. 4 Temmuz günü 6.000 askerle birlikte kaleye genel bir saldırıya geçilir. Kaleyi savunan Ermenilerden 300 kadarı öldürülür. Geriye çoğu çocuk 200 kadar erkek kalır. Yiyeceği ve cephanesi tükenen bu savaşçılar 8 Temmuz’da bir çıkış yapmayı dener. Ancak düşman çok güçlüdür. 11 Temmuz’da kaleye beyaz bayrak çekilir. İçeri giren askerler, 15 yaşından büyük erkekleri oracıkta öldürür. Kalan çocuklar ise, uzun tartışmalardan sonra, tehcir edilecek kadınların yanına götürülür. Kadınların bir kısmı zehir içerek intihar eder.
Tehcirin sonu ise soykırımdır.
Sur, Cizre, Nusaybin
Herodot, Xanthos’un katliam esnasında şehirde olmayan 80 aile tarafından yeniden kurulduğunu anlatıyor. Peki, ya Şebinkarahisar? Şehir yerli yerinde duruyor, ancak eksik, ruhunu kaybetmiş olarak: Ermeniler bir daha geri dönemediler. Ya hiç sağ kalan olmadı, sağ kalanlar olduysa da bir daha geri dönemediler. Dünyanın bir başka ucunda kendilerine yeni bir hayat kurdular.
Xanthos çok geçmişte kaldı, ancak Şebinkarahisar katliamıyla hesaplaşabilseydik, bir daha olmaması için gereken tedbirleri alabilseydik, bugün Sur, Cizre, Nusaybin’de gerçekleşen felaketler yaşanabilir miydi?
Cevap, büyük ihtimalle hayır olacaktır.
Kaynaklar:
Herodot Tarihi, Türkçesi: Müntekim Ökmen, Yunanca aslıyla karşılaştıran ve sunan: Azra Erhat, Remzi Kitabevi, 1973.
Ermeni Soykırımı, Raymond Kévorkian, İletişim Yayınları, 2015.