Turgay Fişekçi
Konya’da iki büyük kulübün futbol maçı varmış. Bir kulübün taraftarları ötekileri karşılamak için yollara düşmüş.
Sapsarı bir bozkır. Çöl de denebilir. Ne bir ağaç, ne bir yeşil ot… Kalkınmak ve gelişmekten yalnızca kimliksiz yapılar dikmeyi anlayan bir yönetimin yaptığı kapkara bir asfalt yol, sarı toprağın üzerinde akıyor.
Yol kıyısında ellerinde taşlar, sopalar, ağızlarında tatsız tuzsuz küfürlerle genç insanlardan oluşan bir taraftar topluluğu… İndirdiler otobüsün camlarını, bildikleri bütün küfürlerle yıkadılar geçenleri.
Bozkırın öğle sıcağında terler akıyor herbirinin bedenlerinden. Ne bir gölge ağaç altı. Ne serinletecek bir çeşme başı.
Ama onların hiçbiri bu eksikliğin, yoksunluğun farkında değil. Cehennem güneşi altında taş atmak, adam dövmek, küfür savurmak tek istekleri.
* * *
İnsanın, kendisinde, çevresinde ve toplumda gördüğü eksiklikler karşısında eyleme geçmesi en doğal tepki biçimlerinden biri. Adalet mi eksik, daha çok adalet için eyleme geçmeli, eşitlik, özgürlük mü eksik, hiç durmamalı, sesler yükseltilmeli, aş için, ekmek için, bilgi için de, karanfil ve güller için de.
Evet, güller içinde yaşamak da bir insan hakkıdır. Gül bahçelerinde çay içmek, rakı şarap içmek de… Şarkı söylemek, dans etmek de insan hakkıdır.
İnsanı insan yapan önde gelen özelliği, dünyayı daha güzel kılabilmek için yapacağı eylemler, göstereceği çabalardır. Bütün ilerici düşünce ve hareketlerin amacı, insanlara daha güzel bir dünya sunmak değil midir…
Dünyanın güzel olması, yalnızca sömürü düzenlerinin ortadan kaldırılmasıyla mümkün müdür? Ne olacak fabrika atıkları, egzoz dumanları, deniz kirlilikleri?
Dünya güzel bir yer olacaksa her şeyiyle güzel olmalı. Eski Doğu Almanya, dünyanın en çok kömür çıkaran ülkesi olmakla övünürdü. O üretimi yapan, kömür tozları yutan binlerce insanın hayat kalitesi hiç sorgulanmadan.
Yalnızca dünyanın en çok pamuk üreticisi olacağım diye, dünyanın en büyük tatlısu göllerinden biri olan koskoca Aral Gölünü kurutmak başarı mıdır?
* * *
Konya ovasının çölü andıran bozkırında rakip taraftarı taşlamak için bekleşen gençler, oralarda ağaç dikmek için toplansa, sonra her hafta gidip diktikleri ağaçları sulasalar, gelişmelerini izleseler daha mutlu olurlar mıydı?
Mutluluk da bir bilinç işidir. Öğrenilmesi, öğretilmesi gerekir. Yeryüzünün hiçbir şey öğretmeyen okullarını yaratabilmiş ülkemiz, bu okullarda hiçbir şey bilmeyen kuşaklar yetiştirebilmeyi de başarmıştır.
Sal sokağa konuşmayı, okumayı yazmayı, düşünmeyi bilmeyen genç kitleleri; taraftar mı olur, savaşçı mı olur, çeteci mi olur, niteliksiz ucuz işçi mi olur, Allah kerim…
* * *
80 öncesi gençlik yıllarım, ülkü ocakları tarafından bir gün sokakta vurulur muyum, okuduğum gazete nedeniyle ağzım burnum kırılır mı korkusu içinde geçti. O yüzden hiç yakınlık duymam bu isme. Ama bir istisnası var:
Ne zaman Susurluk’tan geçsem, bir tabela görürüm yol kıyısında: “Ülkü Ocakları Hatıra Ormanı” yazar. O zaman biraz düşünürüm, bu insanların da bu toprağa bir katkıları olmuş, işte bu kıraç tepeyi ormana dönüştürmüşler, diye.
Az sonra Balıkesir girişi de ormanlıktır. O ağaçları da biliyorum, ağabeylerimin okuduğu yıllarda, 1960’ların Balıkesir Lisesi öğrencileri elleriyle dikmişlerdi. Ama nedense bir tabelası yok.
* * *
Hayatı değiştirmek, güzelleştirebilmek, hayatın her alanıyla ilgilidir. Koca bir toplumu değiştirmeye şimdilik gücümüz yetmiyorsa işe kendimizden, çevremizden başlayabiliriz. Bir güzellik bir başkasını doğuracaktır ve çoğala çoğala büyür güzellikler.