Ahmet Eken
Şark Dişçisi
Hagop Baronyan
Aras Yayıncılık, 2012
Baronyan Oyunları – Bağdasar Ağpar ve Haşmetlü Dilenciler
Hagop Baronyan
bgst Yayınları, 2013
İstanbul Mahallelerinde Bir Gezinti
Hagop Baronyan
Can Yayınları, 2014
Adabımuaşeretin Zararları
Hagop Baronyan
Can Yayınları, 2016
Başta dil engeli olmak üzere bildiğimiz, tahmin edebileceğimiz pek çok nedenden dolayı, bu topraklarda yazılmış edebiyatın ve kitapıların önemli bir bölümünü tanımıyoruz. Azınlık cemaatlerin yazarları ve eserleri karanlıklar içerisinde araştırmacıların, çevirmenlerin, yayınevlerinin ilgisini bekliyor. Şimdilik, bazı “cesur” yayınevlerinin günümüze taşıdığı örneklerle yetinmek zorundayız.
Son yıllarda, Ermenice bilmeyen okurun tanıştığı yazarlardan biri de Hagop Baronyan (1842-1891) oldu. Yayınlanan üç oyun ve iki öyküsü (toplam dört kitap) ile yazarı tanıdık.
Hagop Baronyan, Edirne’de doğmuş. Yoksul bir ailenin çocuğu olduğu için erken yaşlarda çalışmak zorunda kalıp pek okula gidememiş. Ancak, inatçı bir otodidakt olarak yeteneği ve özel çalışmalarıyla kendini yetiştirmiş. Yaşamöyküsünü yazanlar kendi kendine Rumca, İtalyanca ve Fransızca öğrendiğini belirtiyor. İstanbul’a 1863 yılında gelerek muhasip, sekreter, aktar ve öğretmen olarak çeşitli işlerde çalışmış. Silva Kuyumcıyan, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi‘nde yayımlanan makalesinde onun hakkında “bu arada çevredeki insanları, sosyal yaşamı dikkatle gözlemiş, toplumdaki yaralara parmak basmak amacıyla mizahı kendisine en uygun araç olarak seçmiş, basının, roman, hikâye veya şiirden daha etkili olduğunu düşünerek gazetecilik mesleğine atılmıştır” diyor. Pek çok gazete ve dergide yazılarını yayımlayan Baronyan, daha sonra bizzat yayıncılık işine girmiş, birçok dergi çıkarmış. 1874’te Türkçe yayımlamaya başladığı Tiyatro adlı mizah gazetesinin Ermenice nüshası da Nisan 1874’te Tadron adıyla çıkmış, lakin her iki gazete de 1877 yılında kapanmak zorunda kalmış.
Ekonomik sıkıntılar ve sansür nedeniyle gazeteciliğini sürdüremeyen
Baronyan muhasebeci olarak çalışmış. Kevork Pamukçuyan, “ömrünün son yıllarını maddî sıkıntılar içinde” geçirdiğini yazıyor.
Gazetecilik faaliyeti dışında oyunlar, mizahî öyküler de yazan, ancak sağlığında hiçbir oyunu sahnelenmeyen yazarın Türkçe’ye çevrilmiş kitapları şöyle: İstanbul Mahallelerinde Bir Gezinti (1880), Adabımuaşeretin Zararları (1886-88), Bağdasar Ağpar (1886-1887), Haşmetlü Dilenciler (1889-81) ve Şark Dişçisi (1889).
Kitaplardan tek tek söz etmeden, oyun (komedi) veya düzyazı bu metinlerin ortak bir özelliğine değinmek istiyorum: Tümünün mizahî bir üslupla yazılmış olmaları. Yazar, demek istediklerini sade, mizahî bir dille ifade etmiş, klasik Ermenice’nin uzantısı bir dil kullanmamış. Duyduğu, yaşadığı tüm bozuklukların sorumlularını keskin kalemiyle yerden yere vurmaktan çekinmemiş. Yazılanlardan görüyoruz ki, yaşamı boyunca sevilen bir yazar da olmamış. Bu nedele gerek cemaatten gerekse resmî makamlardan hayli tepki almış. Gazeteleri varlıklarını sürdüremediği gibi, oyunlarına da itibar eden olmamış.
“Asdvadzadzin Kilisesi eşitlikçi değildir”
İstanbul’un 34 semtinin anlatıldığı İstanbul Mahallelerinde Bir Gezinti, Ortaköy ile başlıyor. Yazarın, burada ve şehrin sözünü ettiği tüm semtlerinde mercek altına aldığı Ermeni cemaat hayatı. Cemaatle ilgili olarak, “Beş yüz yirmi Ermeni hanesi vardır. Bazı hanelerde birden fazla aile barınır.
İşler bu şekilde sürerse, bir hanede yirmi aile barınacak” diyor. Ardından cemaatin ibadethanelerinin durumunu okuyoruz: “Burada iki kilise var… Köyümün Asdvadzadzin Kilisesi eşitlikçi değildir, tüm ziyaretçileri aynı mekânda kabul etmez. Zengin biri geldiğinde, zangoç hemen telaşa kapılıp oturacak bir yer temin eder. Gelen fakir ise yerlerde de dua edebilir. Zenginler yalnız Noel’de ve Paskalya’da kiliseye gelir. Her yıl kilisenin balkonundaki yerler kiralanır veya satılır…”
Köyün okulları da biraz değişik! “Tarkmanças okulu, çok düzgün zavallılık içinde, zavallılığı olmasa bile düzgünlüğüyle kıskançlığa neden olur. Şaşırır bazıları, böyle zengin bir mahalledeki okul neden fakir kalır: Ben şaşırmam buna, çünkü burada zenginler yaşıyor.”
Semtin öteki okulu Hıripsimyants’ta ise değil öğrenciler, hocalar bile klasik Ermenice yazılmış bir metni anlamak için “kendilerini parçalamaktadır.” Ortaköylülerin barışsever olduğunu belirten yazar, “Patrik değişimlerinde fikir beyan” etmediklerini, “ayrılan idarecilerden hesap” sormadıklarını, birkaç sınıfa ayrılan milliyetçilerin de bir bölümünün meyhanede, rakı şişesi önlerinde uluslararası siyaseti tartışırken, diğerlerinin “rakının üstüne tuzlu balık mı, et mi, meyve mi” muhabeti yaptığını ifade ediyor.
Baronyan, uğradığı semtlerin ahalisini, cemaat yaşamını, din adamlarını, okullarını, esnafını, meyhahelerini, sonuç olarak hayatın pek çok yanını ince eleştirilerle anlatıyor. Örneğin, Kumkapı’da Patrikhane’ye uğramamak lazım, yoksa vergi borcunuzla karşılaşabilirsiniz. Kasımpaşa’da “Kavga eksik olmaz. En büyük cesaret kavga çıkarıp hiçbir şey olmamış gibi geri çekilmek.” Beşiktaş’ta papazlar vaizle haftada beş kez tartışıp altı kez barışıyor. Kavganın nedeni, yeterince ölüm, düğün ve doğum olmaması! Bu nedenle bütçelerini bir türlü denkleştiremiyorlar. Kadıköy’de moda bir çeşit hastalık. Güzel kadınlar en son modayı ilk kez kendileri bulmak için dürbünle Marsilya’dan gelen gemileri seyrediyor! Samatya’nın bir güzelliği de, rakı içmeyenlerin semte girmeye hakkı olmaması! Halk kilisesini de seviyor, cemaatini de, ama rakıyı da seviyor.
Kitapta gördüğümüz diğer bir nokta, yazarın çalışan, zanaatini icra eden kişilere duyduğu yakınlık. Kumkapılı balıkçılar için “namuslu sanılan kişilerden çok daha dürüsttürler” diyor, Rumelihisarı halkının iyi kalpliliğinin altını çiziyor, Kuruçeşmeli kadınların erkeklerden daha okulsever ve kilisesever olduğunu belirtip “lakin erkeklere söz geçiremezler” diyor.
Kitap, Türkçe’ye Hilda Teller Bebek tarafından, Ermenice aslından çevrilmiş, notlar metni anlamayı kolaylaştırıyor, ayrıca çevirmenin de eline sağlık. Kitabın, sözünü ettiği semtlerin sakinleri tarafından 1880’de nasıl karşılandığını bilmiyorum, ancak, zaaflarının, cehaletlerinin, sinsiliklerinin, riyakârlılıklarının alaya alındığını görenlerin hiddetlendiğini düşünmek zor değil.
Davette sürekli zenginliğini öne çıkaranlar
Adabımuaşeretin Zararları, 1886-87 arasında yayımlanmış bir skeçler dizisi. Kitap bir açıklama/uyarı ile başlıyor: “Güzel bir ismi kendisine siper edinmiş bir zorba var. İrademizin bize sunduğu yasaların herhangi bir şekilde engel koymadığı ayrıcalıklı durumlarda bile bizi esir alan bir zorba… Bu zorba, tabiata da karşı çıkar ve onun insanoğlunu özgürce şekillendirmesine izin vermez. Bu zorba, adabımuaşeretten başkası değildir. Bu zorbaya kafa tutanlarsa haksız biçimde terbiyesiz yaftası yerler.”
Baronyan, bu tespitinden sonra, tek tek vakalardan örnekler vererek dediklerini somutlaştırıyor. Bu “zorbanın” zulmü altında acı çeken kimler yok ki? Örneğin, davette yemekten sonra uykusu gelen adam, değil “şöyle bir uzanıvermek”, kemerini bile gevşetemez. Bunları yapması hem adabımuaşerete aykırıdır hem de salondakiler uyumaması için (sözde hoş) bir sürü laf eder. Yorgun argın tramvaya binip evine dönmeye çalışan adamın öyküsü de ibretlik: Yer olmadığı için yanına sıkışmaya kalkan şişmanca, geveze adamdan/tanıdığından bir türlü kurtulamaz. Buna katlanmak zorundadır, çünkü görgü kuralları bunu gerektirmektedir. Beceriksiz kunduracıdan, berberden, güya cemaat için yardım toplayanlardan, yolunu kesip lafa tutanlardan, davette sürekli zenginliğini öne çıkaranlardan da yakayı kurtarmak mümkün değil.
İtiraz edersen, yanlış anlaşılır, hakkında denilmedik laf kalmaz, toplumdan dışlanabilirsin. Onun için, başına tüm gelenlere katlanıp sesini çıkarmamalısın.
Nezaket ve iyi niyetin kurbanı olanların ve başkalarının bu hallerini istismar edenlerin hicvedildiği kitap Ararat Şekeryan ve Nivart Taşçı tarafından çevrilmiş ve keyifle okunuyor.
Ermenice komedinin ilk ciddi ürünleri
Tiyatro tarihimize baktığımız zaman, Ermeni cemaatinin özel bir yeri olduğunu görüyoruz. Refik Ahmet Sevengil Türk Tiyatrosu Tarihi adlı çalışmasında (Alfa, 2015) şöyle diyor: “Türkiye’nin Batılılaşma hareketi sırasında ülkedeki azınlıklardan Ermeniler, Avrupaî tiyatroya ilk zamanlardan beri ilgi göstermişti. Tanzimat’tan önce, 1820 yılında, İstanbul’da Ermeni zenginlerinden Düzoğlu’nun evinde… Ermeni gençler tarafından özel bir temsil sahnelendi. Beyoğlu ‘nda Avrupa’dan gelme sanatçılar tarafından yabancı dillerde oyunlar sahnelenmeye başlandıktan sonra Ermeni aileleri arasında özel tiyatro gösterileri devam etti. 1850 yılında Ermeni okullarında küçük dramatik oyunlar oyanıyordu. 1856’da Hekimyan ve Beşiktaşlıyan adlı aktörler Ortaköy’deki Katolik Ermeni Okulu’nda gösteriler yaptı. Bu grup sonraları Naum Tiyatrosu’nda da gözüktü. Bunlardan Stefan Akşiyan, ilk defa 1856 yılında bir Ermeni kızının sahneye çıkmasına sebep oldu. Bu, Ekşiyan’ın baldızı Fani’ydi, Kadıköy’de Mühürdar Açıkhava Tiyatrosu’nda oynanan Ermenice oyunda rol almıştı.”
Bu başlangıç döneminden sonra, Ermeni tiyatrocular kendi bağımsız tiyatrolarını kurmaya başlar. Beyoğlu’nda Şark Tiyatrosu 1861 yılında faaliyete geçer, tercüme eserler yanında telif eserler de sahnelenir. Beşiktaşlıyan tiyatro dilinin sadeleşmesine öncülük eder. Tercüme oyunlar yerlerini konularını Ermeni tarihinden alan oyunlara bırakır. Dönemin tiyatro yazarları daha çok trajediler kaleme alır. Komedi ilgi gören bir alan değildir. Uslu, “Dramatik yazarlık daha çok tarihsel dramlar üzerine kurulmuş, komedi ikinci planda kalmıştır… 19. yüzyılda Ermenice komedinin ilk ciddi ürünlerini görmek için 1960’ların sonunu, Hagop Baronyan’ı beklemek gerekecektir” diyor.
Şark Dişçisi 1868 yılında yazılmış beş perdelik bir oyun. Oyunun önde gelen kahramanlarından Taparnigos alaylı bir dişçidir. Mesleğini iyi yaptığını söyler, çünkü Avrupa’da eğitim alan doktorlardan değildir, yanlızca diş çekerken hastanın ellerini bağlar. Doktorun bir diğer özelliği, zengin ve yaşlı karısını aldatmasıdır. Nedense her akşam bir hasta tarafından çağırılır! Ve karısı da bunun farkındadır. Ailenin nişanlı bir kızı vardır, kız nişanlısını kaba saba bulmakta, zamane yaşamına uygun olmayan bu genci Levon adlı başka bir gençle aldatmaktadır. Bu arada bir mektup trafiği gelişir. Taparnigos’un sevgilisi Sofi, kocası uyuduktan sonra gelip baloya götürmesini teklif etmektedir. Levon’un buluşma mektubu Taparnigos’un eline geçer. Doktor, yakaladığı mektuba kızının ağzından cevap vererek randevu önerir. Amacı gelen aşığı pataklamaktır. Ancak kendisi de sevgilisinden gelen mektubu sesli okuduğu için kızı durumu öğrenmiştir.
Akşam dışarı çıkmasına karşı gelen karısı Marta’ yı bağlayıp sevgilisi Sofi’ye giden ve hasta taklidi yapan kadının kocasını uyutmak için bol bol şarap içiren Taparnigos, sonunda muradına erer. Lakin bu arada evde durum öğrenilmiştir. Marta, kızı Yerenyag, beğenilmeyen nişanlı Markar ve uşak Nigo kalkıp Sofi’nin evine gider. Uyandırılan Sofi’nin kocasına durum anlatılır.
Bu arada Taparnigos Sofi’nin evinde gizli mektupları düşürmüştür. Bu mektuplar Marta ve diğerleri tarafından bulunur. Okunduğunda, Markar istenmediğini öğrenir. Ardından topluca maskeli baloya gidilir. Bu arada Sofi’nin kocasının cebinde bulduğu eski bir mektup sayesinde, Marta ile Tovmas’ın da bir aralar beraberliğe teşebbüs ettiklerini öğreniriz.
Oyunun son sahnesi Taparnigos’un evinde geçer. Genç aşık Levon’un da gelmesiyle kavga başlar, ancak durum faciayla sonuçlanmaz. İstenmeyen nişanlı Markar hakem tayin edilir. Markar, önce birbirlerini seven Levon ve Yerenyag’ın evlenmesine karar verir. Sonra, kalanlar da birbirlerinden özür dileyip barışır. Baronyan, müzakereler ile tüm sorunların çözülebildiğini gösterir.
Kitap Boğos Çalgıcıoğlu tarafından Türkçe’ye çevrilmiş ve yazarın Türkçe’ye çevrilen ilk kitabı. Başında yer alan Bedros Norehad’ın yazarı ve eserlerini tanıtan yazısı, eklerinde okuduğumuz Kevork B. Bardakjian’ın “Baronyan’ın Tiyatrosu” başlıklı makalesi, oyunu anlamamızı kolaylaştırıyor.
Çaresiz bırakılmış insanlar
Yazarın diğer bir oyunu, Bağdasar Ağpar. 1886-1887 yıllarında kalemealınmış komediyi Türkçe’ye Mehmet Fatih Uslu çevirmiş. Oyun, Şark Dişçisi‘nde olduğu gibi ters giden bir karı-koca öyküsü üzerine inşa edilmiş.
Bağdasar Ağa, kendi halinde, gleleneksel ve aklı düzenbazlıklara ermeyen orta yaşlı bir adamdır. Bir gün karısı Anuş’u şaibeli bir evden çıkarken görür ve aldatıldığını anlar. Haksız da değildir. Anuş uzun süredir kocasının en yakın arkadaşı Kibar’la aşk yaşamaktadır. Bunu bilmeyen Bağdasar, en yakın arkadaşından yardım ister. Amacı, durumu tüm ayrıntılarıyla öğrenip kanıtladıktan sonra karısını boşamaktır. Karısı ise boşanmak istememekte, ilişkisinin ortaya çıkıp adının kirlenmesinden korkmaktadır. Aşığından yardım ister.
Oyunun devamında, Bağdasar Ağa, 1863’te ilan edilen Ermeni Milleti
Nizamnamesi’nin ardından kurulan sivi1 sorunlara bakmakla yükümlü
Millî Mahkeme’ye gier, ancak karısı ve segilisinin kurduğu tuzaklar karşısında pes edip karısının kendisine hiçbir zaman ihanet etmediğini, karısının masum olduğunu kabullenir. Bir şüpheyle başlayan macera mutlu sonla biter. Sadece Bağdasar Ağa için biraz masraflı olmuştur. Düzenbaz avukatın, rüşvetçi mahkeme üyelerinin, yalancı şahit komşuların ardı arkası gelmeyen masrafları hep onun cebinden çıkar. Bir de, oyunun sonunda karısının şu sözlerini duyar: “Onu seviyorum, anladın mı? Seni istemiyorum, sevmedim ve sevmeyeceğim, arsız adam, terbiyesiz!”
Haşmetlü Dilenciler, 1880-81 yıllarında yazılmış bir eser. Türkçe çevirisi Ayşan Sönmez tarafından, yapılmış. Baronyan, diğer metinlerde olduğu gibi bu eserinde de eleştirilerinden kimseyi mahrum bırakmıyor.
Apisoğom Ağa, evlenmek amacıyla Trabzon’dan İstanbul’a gelmiş, tarlası, bağları, inekleri olan orta yaşlı bir tüccardır. Beyoğlu’nda bir pansiyona yerleşir. Ancak daha gemiden iner inmez birileriyle karşılaşmaya başlar. Karşılaştığı insanlar, saf ve İstanbul’u tanımayan bu adamdan para koparmaya çalışır. Sırasıyla, editör, rahip, şair, fotoğrafçı, doktor, öğretmen, avukat, oyuncu, matbaacı, berber, papaz, hamal, garson… bir takım gerekçelerle, onun için ne yapacaklarını söyleyip para ister. Editör, gazetesinde ondan bahsedecektir, abone olması kafidir. Rahip, bağış yaptığı takdirde ailesi ve kendisi için dua edecektir. Şair, bastıracağı kitabın masraflarını karşıladığı takdirde şiirlerini ona ithaf edecektir…
Sonunda, Apisoğom Ağa, herkesi kovar, bavullarını toplayıp şehri terkeder. Evlenmek amacıyla İstanbul’a gelen adam tek bir kız bile görememiş, ama düzenbazın her türlüsü ile karşılaşmıştır.
Oyunda her kesimden çaresiz bırakılmış insanın ne hâllere geldiğini, hangi yollara tevessül ettiğini görüyoruz. Tüm bunları mizahî üslubuyla sergileyen oyunu okur veya izlerken gülsek dahi, bu çok uzun sürmüyor, ardından koyu gri içerisinde bocalayan yüzler ortaya çıkıyor. Baronyan’ın tüm kitaplarının kahramanları, dün ile bugün, geleneksellik ile modernlik arasında kalmış, tanışmadan evlenip bunu sürdürmeye çalışan, ortaya çıkan yeni yaşam biçimlerine uyum sağlamaya çalışırken tökezleyen, oluşturulan birkaç modem kurumun her derde deva olacağını zanneden, ancak bu yeni yaşam içinde suistimallerle çıkar sağlamaya çalışan kişiler, kısaca, düzenin hem kurbanları hem de suçluları.
Yaşarken yazdıkları hakettiği ilgiyi görmeyen, dışlanan, hayatı zorluklar içinde geçen yazar, aradan yıllar geçtikten sonra yeniden gündeme gelmeye, yazdıkları basılmaya, oyunları sahnelenmeye, çevrilmeye başlamış. Hayırlı bir gelişme, darısı herkesin başına.