Ümit Çizmen
15 Temmuz darbe karşıtı hareket bir toplumsal hareket miydi? Buna verilen cevap, birçok konuda olduğu gibi, kişinin meşrebinden bağımsız olmuyor. AK Parti’nin kemik muhaliflerine göre tabii ki bir toplumsal hareket değil. Diğerleri için cevap tabii ki olumlu. Bu konuyu tartışmaya öncelikle toplumsal hareketin tanımı ile başlamak gerekiyor.
Sosyolojinin 1970’lerden sonra önemli başlıklarından biri haline gelmiş olan toplumsal hareketler yazınında konunun son derece geniş bir alanı kapladığı ve tüm zamanlar ve tüm mekânlar için tatmin edici tek bir teorinin olmadığını söylemek gerekiyor. Kaldı ki, toplumsal hareketler yazını, toplum bilimlerin birçok alanında olduğu gibi Batı merkezli; bu yazında Doğu’daki toplumsal hareketler büyük ölçüde ihmal edilmiş. İslamî hareketlere kapitalist Batı toplumunun gözlüğü ile bakıldığında ortada bir hareket göremeyenlere her şeyden önce gözlerindeki bu gözlüğü çıkartmalarını önermek gerekiyor.
En genel olarak toplumsal hareketleri, belli fikirleri ve inançları olan bir kitlenin belli bir amaç doğrultusunda, rasyonel, organize eylemi olarak tanımlamak mümkün (Porta &Diani, 2006, s. 14 ve Opp, 2009, s. 29). Bu tanım, 15 Temmuz darbe girişimi akşamı darbeyi engellemek için sokağa çıkmış olanlara tartışmasız karşılık geliyor.
Toplumsal hareketleri siyasî partilerden, çıkar gruplarından, yardım kuruluşlarından, benzer örgütlenmelerden ayıran en önemli özellik, toplumsal hareketlerin bir organizasyon/örgüt/parti gibi tek bir kimlik sahiplerinden oluşmaması. Bir toplumsal hareketi tek bir organize aktör temsil edemez. Bu açıklama, 15 Temmuz’un ardından tutulan demokrasi nöbetlerini tartışmalı hâle getirebilir. Ne de olsa meydanlarda AK Parti’nin önemli bir ağırlığı vardı. KONDA tarafından yapılan araştırmaya göre Demokrasi Nöbetleri’ne katılanların yaklaşık %80’i AK Partili, kalanı ise diğer partilere dağılmış durumda. Bu durumun yorumlanmasına aşağıda döneceğim. Demokrasi nöbetlerini şimdilik bir tarafa bıraktığımızda, 15 Temmuz gecesi sokağa çıkanların yaklaşık yarısının Erdoğan’ın çağrısı üzerine çıktığını, %27’sinin bu çağrıdan önce, %21’inin ise darbe girişiminin savuşturulmuş olduğu netleştikten sonra sokağa çıkmış olduğunu dikkate alırsak, 15 Temmuz darbe karşıtı hareket bir toplumsal hareket olarak konumlanır. Ben bu yazıda 15 Temmuz gecesi sokağa çıkanların başlattıkları kolektif eylemin Türkiye’deki darbe karşıtı hareket geleneği içinde değerlendirilmesi gerektiğini ileri süreceğim.
Toplumsal hareketler ve toplumsal hafıza
Toplumsal hareketler, kolektif eylem olmanın yanısıra kolektif hafızanın da unsurlarıdır. Her toplumsal hareket toplumsal hafızanın bir sonucu olarak gelişir ve her biri kendisinden sonra gelecekleri etkilemek üzere toplumsal hafızada yerini alır. Yani 15 Temmuz darbe karşıtı hareket Türkiye’de, başta darbe karşıtı hareket olmak üzere, şimdiye kadar ortaya çıkmış olan toplumsal hareketlerden beslendiği gibi bundan sonra görülecek olan toplumsal hareketlere de önemli bir miras bırakmıştır. 15 Temmuz’u toplumsal hareketlerin bu sürekliliği içinde değerlendirmek gerekir.
Toplumsal hareketler sadece zaman içinde ortak bir hafızadan yararlanmakla kalmaz, başka toplumlardaki eylemlerin bilgisinden de yararlanır. Sloganlardan marşlara, özel kıyafet ve simgeler gibi ortak kimliği yansıtan malzeme kullanımından iletişim araçlarının kullanımına, birçok alanda bu etkileşimi görmek mümkün. Bu nedenle, 15 Temmuz gecesi darbeyi durdurmak üzere sokağa çıkanların sadece Türkiye’deki toplumsal hafızadan değil, tüm dünyadaki toplumsal hareket geleneğinden beslendiğini düşünmek gerekir. Aynı şekilde, 15 Temmuz’da verilen tepkinin hem Türkiye’de, hem de başta Müslüman ülkeler olmak üzere birçok yerde bundan sonra ortaya çıkacak olan toplumsal hareketleri etkileyeceği açık.
Bir tuhaf meşruiyet
Türkiye cumhuriyeti devletinin kuruluş ideolojisi gereği, darbelerin bir tuhaf meşruiyeti olagelmiştir. Bu darbeci gelenek nedeniyle 15 Temmuz’da darbenin güçlü bir halk hareketi ile püskürtülmüş olması çoğu insanı şaşırttı.
Kuruluş ideolojisinin miadını doldurmaya başlamasıyla darbelerle yüzleşme ve itiraz da güçlenmeye başlamıştı. 1960 darbesi 40 yıl boyunca bayram olarak kutlanmışken, 12 Eylül darbesinin imajı 10 yıl sonra çizildi. 28 Şubat darbesi beş yıl sonra eleştiri ve itiraz konusu oldu. 2007 e-muhtırasını hükümet karşı muhtırayla savuşturdu. 15 Temmuz’da ise kuvveden fiile geçen ve sanal gerçeklikten kanlı gerçekliğe dönüşen darbe girişimi sokakta halk tarafından hezimete uğratıldı. Erdoğan’ın sokağa çıkma çağrısının böyle geniş bir kitleyi harekete geçireceği beklenmezken, bu çağrıdan önce de sokağa çıkanların mevcudiyeti, Türkiye’de darbe karşıtı hareketin 2007 sonrasında artık oldukça güçlenmiş olduğunu gösteriyor.
Fakat darbe Türkiye’ye özgü bir durum değil elbet. Monarşiler yerlerini cumhuriyetlere bırakınca, devlet yönetimini zor yoluyla ele geçirmek sık rastlanan bir durum oldu. Çoğu yerde kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmesi ile eşanlı görülen bu süreçte darbeler devlet yönetiminin kapitalist sınıfın şu bölümünden bu bölümünün eline geçmesiyle sonuçlandıysa da, çalışan kesimler açısından koşulların daha da ağırlaşması anlamına geldi. Darbe dinamiğini üreten koşullar, karşısında darbe karşıtı dinamiği de üretti. Latin Amerika’dan Güneydoğu Asya’ya Doğu Avrupa’dan Ortadoğu ve Afrika’ya güçlü bir darbe karşıtı gelenek oluştu. Bu darbe karşıtı gelenek başka yerlerdeki mücadele deneyimlerinden beslenerek gelişti.
1700’lerden bu yana mücadele araçlarının ve yöntemlerinin şehirden şehire aktarılmasıyla genelde toplumsal hareketler, özelde de darbe karşıtı hareket, birçok yerde güç kazandı ve siyasî ve toplumsal mücadelenin önemli biçimlerinden biri haline geldi. Müslüman nüfusun ağırlıkta olduğu ülkelerdeki toplumsal hareketlerin ise Arap baharına kadar diğer bölgelere oranla nispeten zayıf kalması, toplumsal hareketlerin biçim, yöntem, araç, söylem gibi unsurlarının Batı kültürü ağırlıklı olarak incelenmesine yol açtı. Böylece Batı merkezci bakış açısı nedeniyle Türkiye’de 15 Temmuz darbe karşıtı hareket değerlendirilirken toplumsal hareketlerin birçok unsuru gözden kaçtı. Oysa 15 Temmuz hareketini toplumsal hareket perspektifi içinde değerlendirmek, anlaşılması ve yorumlanması açısından önemli.
15 Temmuz’un devraldığı toplumsal hareket repertuarı
15 Temmuz gecesi yaşananlara ve ardından tutulan Demokrasi Nöbetleri’ne bakıldığında, toplumsal hareket repertuarının birçok unsurunu tespit edebilmek mümkün.
Darbeye karşı sokağa çıkmış olanların dünya toplumsal hareket geleneğinden ilk devraldıkları miras hiç şüphesiz tanklara geçit vermemek. Tankların önünün sivillerce kesilmesi Türkiye’de daha önce yaşanmış bir olgu olmamasına rağmen, 15 Temmuz gecesinde bu eylemin Türkiye’deki toplumsal hafızanın bir parçası haline gelmiş olduğunu gördük. Bu eylemin öncülleri Türkiye’de olmamasına karşın, Yeltsin’in tankın üzerine çıkması ve Tiananmen meydanında bir protestocunun tek başına tankların önünde durup onları durdurması gibi örnekler medya ve kültürel miras sayesinde birçoğumuzun malumu.
Darbe girişimine karşı harekete geçenlerin beslendikleri bir başka kaynağın da Arap Baharı kuşkusuz. Mısır’daki askerî darbeye karşı halkın göstermiş olduğu direniş, Türkiye’de darbe girişimine karşı çıkanların kolektif hafızasında da yer bulmuş. 15 Temmuz’da Türkiye’de Rabia ruhunun canlanmış olduğuna ilişkin yapılan yorumlar ve Demokrasi Nöbeti sırasında katılımcıların Rabia işareti yapması, Arap Baharı hareketinin Türkiye’deki toplumsal hareket repertuarının bir parçası haline gelmiş olduğunun işaretleri.
Darbe girişimine karşı hareket, Türkiye’de şimdiye kadar daha çok sol kesimin uhdesindeki eylem ve mücadele yöntem ve araçlarından da beslendi. Bunların başında Demokrasi Nöbetleri sırasındaki düzen geliyor. Eylemcilerin gıda, barınma, ulaştırma gibi ihtiyaçlarını beraberce karşılama pratiği Fransız Komünü’nden beri devam eden bir gelenek. Bu gelenek Türkiye’de de mitinglerde, grevlerde görülür. Komün pratiği Gezi sürecinin de en ön plana çıkan boyutlarından birisi olmuştu. Demokrasi Nöbetleri’nde ihtiyaçların kolektif olarak karşılanması sürecinin bu kez katılımcıların kendilerinin örgütlenmesi ile değil, belediye, AK Parti ve diğer kurumsal yapıların girişimi ile gerçekleştiğini gördük.
Eylemcilerin ortak sloganlar, şarkılar, marşlar söylemesi de toplumsal hareket repertuarlarının standart unsurlarından. “Gezici değil kalıcı gençlik” pankartı ve “her yer Tayyip her yer Erdoğan” sloganı da (tersinden olsa da) Gezi hareketinin Türkiye halklarının kolektif hafızasına işlemiş olduğunu ve sonrasındaki toplumsal hareketlerin biçim ve araçlarını etkilediğini gösteriyor.
“Dur de! Dur de! Darbelere dur de!”
Toplumsal hareketlerin önemli unsurlarından biri de iletişim. İletişim, toplumsal harekete katılanların sayısını ve hareketin meşruluğunu artırmakta çok önemli. Son dönem toplumsal hareketlerin hem kendi içindeki eylemcilerle hem de genel kamuoyu ile iletişiminde sosyal medya başı çekiyor. Sosyal medyanın kullanımı Arap Baharı’nda da Gezi hareketinde de çok dikkat çekmişti. Sosyal medya bu kez de çok kullanıldı. Konda araştırmasına göre demokrasi nöbetine katılanların üçte ikisi sosyal medya kullanıcısı ve yarıdan fazlası darbe girişimi ile ilgili paylaşımda bulunmuş.
15 Temmuz gecesi en erken tepki verenler arasında bulunan Tekirdağ’da sokağa çıkmış olanların kullandıkları “Dur de! Dur de! Darbelere dur de!” sloganı da Türkiye’de ırkçılık ve darbelere karşı koalisyonun uzun yıllardan beri kullandığı slogan.
15 Temmuz darbe karşıtı hareketin kendisinden önceki toplumsal hareketlerin unsurlarını barındırdığı bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Dolayısıyla, 15 Temmuz darbe karşıtı hareketi bir toplumsal hareket olarak görüp bu özelliği nedeniyle toplumsal hafızadan beslendiğini tespit ettiğimizde, şimdiye kadar sokak eylemliliğinden uzak durmuş kesimlerin sanki yılların eylemcisiymişçesine nasıl sokağa dökülmüş olduklarını anlamak kolaylaşıyor. Bu çerçeveye oturtmadığımızda 15 Temmuz akşamını da, sonrasındaki Demokrasi Nöbetleri’ni de doğru yorumlamak zorlaşıyor. Şimdiye kadar sokak eyleminden uzak kalmış Müslüman ve muhafazakâr kesimlerin sokağa fırlamış olmaları, eylemcilerin “AKP tarafından organize edilmiş” olmalarından değil, darbe karşıtı hareketin yıllar içinde Türkiye toplumunda derinlere kök salmasından kaynaklanıyor.
15 Temmuz’dan toplumsal hareket repertuarına kalanlar
15 Temmuz toplumsal hareketi kendisinden önceki toplumsal hareketlerden güçlü bir miras devraldığı kadar, kendisi de bundan sonrasına güçlü bir miras devredecek. Sanırım bundan sonra bir darbe girişimi olursa, bu girişime kalkışanlar halkın sokağa çıkma yasağına uymayacağını ve tankların karşısına çıkacağını hesaba katmak durumunda.
15 Temmuz’un toplumsal hareketler hafızasına girecek simgelerinin başında belki de salalar geliyor. Camiler ve camilerden okunan salalar İslam toplumlarına özgü olduğu için Batı’nın toplumsal hareketler yazınında doğal olarak yer almıyor. Maalesef bu nedenle Türkiye’de de toplumsal mücadelenin bir aracı olarak değil, bir gericilik unsuru olarak kabul edildi. Halbuki salaları gericilik olarak kabul edenlerin çoğu Batı ülkelerini ziyaret ettiklerinde hediyelik eşya olarak satın aldıkları kilise çanlarını hiç de gericilik nişanesi olarak görmezler. Oysa 17. ve 18. yüzyıldaki birçok toplumsal harekette çanlar iletişim aracı olarak önemli işlevler üstlenmişti. Çanlar işçi kentlerinde işbaşı ve paydos zamanlarını belirttiği gibi, yurttaşları kentlerini ya da uğruna mücadele ettikleri haklarını savunmak için harekete geçmeye çağırmak üzere de kullanılmıştır. Batı’da halkı toplumsal harekete katılmaya çağıran çanların Doğu’daki karşılığı salalardır. Sanrım dinî hassasiyetleri yüksek olan halk kesimleri ile aralarında bu kadar çok mesafe olmasaydı, salaları mücadeleye katılma çağrısı olarak değil de gericilik olarak yorumlayanların sayısı bu kadar çok olmazdı.
Türkiye’de 15 Temmuz’da camilerden okunan salalar, toplumsal hareketler literatürünün bir dizi unsurunu karşılar. Salalar insanlar arasında iletişimin kurulmasında, sokağa çıkanların sayıca çokluğuna, sokağa çıkanların bazı ortak değerler paylaştığına, salalara uyarak sokağa çıkan insanların dindarlar nezdinde muteber insanlar olduğuna işaret eder. Bu özellikleri nedeniyle bundan sonra İslam toplumlarında meydana gelecek toplumsal hareketler mutlaka salalardan yararlanmak isteyecektir.
Salaların bundan sonra Müslüman ülkelerdeki toplumsal hareketlerde eylem repertuarının bir parçası olacağı önermesine bir kayıt düşmek gerekir. Müslüman halkı mücadeleye çağırma misyonunu üstlenebilmek için camilerin ne kadar devletlerin dolaysız kontrolünden uzak ve sivil kaldığı hassas nokta olacaktır. Gelecekte Türkiye dahil Müslüman ülkelerdeki toplumsal hareketlerde araştırmacıların dikkatle izleyeceği konulardan biri bu olacak sanırım.
Burada bir noktayı hatırlamakta fayda var. Toplumsal hareketlerde kullanılan yöntemler, simgeler, araçlar toplumsal hafızada diğer bölgelere ve ileri tarihlere aktarılıyor, ama bu aktarma mekanizması birebir olmaktan ziyade uyarlama şeklinde meydana geliyor. Örneğin, siyah üniversite öğrencilerinin yemekhanede ırk ayrımını protesto etmek için başlattıkları boykotlar ya da feodal beylere karşı ayaklanan halkın beyin kuklasını yakma eylemleri günümüzün toplumsal eylem repertuarları içinde neredeyse standart hale gelmiş durumda. Bugün birçok sol örgütün mitinglere standart bir kıyafetle katılmasının izini Fransız devrimi sırasında kendilerini soylulardan ayırmaya ve harekete katılanların birbirlerini tanımalarına yarayan ve sayıca çokluklarına işaret eden özel kıyafetler giyilmesinin şekil değiştirmiş hâlinde bulmak mümkün.
Artık sokak eylemi Türkiye’de sadece sol ve öğrenci hareketi ile ilişkilendirilmeyecek. Bundan sonrasına kalan en önemli miras belki de bu. Gezi ile birlikte, sol ve öğrenci hareketinin yanısıra “yaşam tarzı duyarlılığı yüksek kentli orta sınıflar” eylemci olmuştu. 15 Temmuz darbe karşıtı hareket ile kentli dindar alt ve orta sınıflar da sokak hareketi ile tanıştı. Bu tanışma gelecek toplumsal hareketleri kökünden değiştirmeye aday.
Bir toplumsal hareket olarak 15 Temmuz’un sönümlenmesi
Toplumsal hareketlerin bir ömrü vardır. Uygun koşullarda ortaya çıkarlar, hareketin önder kadrolarının basiretine ve hareketi iyi örgütlemelerine bağlı olarak güçlenirler, talepleri konusunda mevcut erk ile müzakere içinde olurlar ve sonunda ya başarılı ya da başarısız oldukları için sönümlenirler veya dönüşürler. Dönüşüm hareketin kendi içinden olabileceği gibi dışarıdan fethedilmesi yoluyla da olabilir.
15 Temmuz hareketinin kısa sürede sönümlendiğini görüyoruz. Hareketin sönümlenmesinin birincil nedeni başarılı olması ve amacını tam olarak yerine getirmesi. Bundan sonra hareket, Türkiye’nin darbe üreten dinamiğini hepten değiştirmek üzere dönüşerek yoluna devam edebilirdi. Ama bu, ancak hareketin daha geniş bir toplumsal koalisyona oturması halinde mümkün olabilirdi. Solun, antikapitalistlerin, sosyal demokratların demokrasiyi yükselterek darbe defterini nihaî olarak kapatmak üzere harekete katılmaları halinde bu mümkündü. Ama bu olmadı.
Bugün 15 Temmuz darbe karşıtı hareket sönümlenmiş olsa da, burada elde edilen deneyimin çok muazzam olduğunu ve bu deneyimin yok olmak yerine bir sonraki toplumsal harekette yeniden ortaya çıkmak üzere geri çekildiğini akılda tutarak siyaset yapmak gerekiyor.