Onur Devrim Üçbaş
Kölelik nasıl kaldırıldı? Köleliğin kaldırılması denilince ilk aklımıza gelen imgeler beyaz peruklar takmış Amerikan Devrimi liderleri, Fransız Devrimi’nin önde gelen isimleri ve Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’dir. Oysa bu imgeler bir anlamda yanıltıcıdır. Köleliğin aydınlanmış beyaz bir grup insan tarafından kaldırıldığı bu temsillerde, siyahlar yalnızca haklarının kendilerine verilmesine müteşekkir olan edilgen objeler olarak gösterilir.
Oysa köleliğin kaldırılmasının tarihi çok daha karmaşıktır. Köleliğin varoluşundan beri köle isyanları olsa da, özgürlükleri için mücadele eden kölelerin başarıya ulaştığı çok az hikâye vardır. Çünkü köleler isyan edip sahiplerini öldürseler de, köleliğin sosyal düzenin bir gerçeği olduğu topluma bir alternatif sunamıyorlardı. Köleliğin kaldırılması için hem dünyadaki üretim ilişkilerinde köklü bir değişim gerçekleşmesi, hem köleliğin meşruiyetinin burjuvaziden başlayıp toplumun diğer kesimlerine de yayılarak azalması, hem de kölelerin kendilerinin kararlı mücadelesi gerekiyordu. Tüm bu faktörler ancak Fransız ve Amerikan devrimlerinin yaşandığı 1700’lerin sonunda bir araya geldi.
İlk zafer
Kölelik karşıtı isyanın ilk başarıya ulaştığı yer, Karayipler’de, Küba’nın doğusunda bulunan, adanın yerli halkının Haiti, İspanyolların ise Hispaniola olarak adlandırdığı ada oldu. Kristof Kolomb tarafından 1492’de “keşfedilen” adanın yerli halkının büyük çoğunluğu Kolomb ve tayfasının getirdiği mikroplara bağışıklıkları olmadığı için ölürken, geri kalanı da köleleştirildi. Adada bulunan şeker plantasyonlarında çalışması için Afrika’dan yüz binlerce köle getirildi.
Her yıl Afrika’dan 40.000’den fazla kölenin getirilmesi adada kırılgan bir sınıfsal dengenin oluşmasına neden oldu. En yukarıda ayrıcalıklı bir hayat süren beyaz plantasyon sahipleri, onların altında kendileri de köle sahibi olan, ama toplumun üst katmanlarından dışlanan melezler, daha aşağıda yoksul beyazlar ve en altta da Afrikalı gelen köleler vardı. Beyazların sayısı yaklaşık 30.000, özgür melezlerin sayısı 28.000 iken, köleler yarım milyonu buluyordu.
Ada 1789’da ikiye bölündü, yoksul ve harap olan doğu yarısında İspanya egemenliği sürerken, nüfusun yoğunlaştığı batı yarısını Fransa kontrol ediyordu. Fransa’nın kontrolünde bulunan St. Domingue, bu dönemde Fransa’nın en değerli sömürgesiydi. Avrupa’daki şekerin %40’ı, kahvenin %60’ı burada üretilirken, pazar değeri yüksek olan pamuk ve tütün de yetiştiriliyordu. St. Domingue’in ihracatının toplam değeri Fransa’nın gayrisafi yurtiçi hasılasının üçte ikisine tekabül ediyordu.
Köle emeğine dayanan bu zenginliğin üretildiği plantasyonlarda ise muazzam bir baskı hakimdi. Trinidad doğumlu sosyalist C.L.R. James plantasyonlardaki çalışma koşullarını şöyle anlatır:
“Çeşitli yaşlarda kadın ve erkeklerin oluşturduğu yüz kişilik bir gruptu, şekerkamışı tarlasında çukur kazıyorlardı. Çoğunluğu çıplaktı veya paçavralarla örtünmüşlerdi. Güneş tepelerinde tüm gücüyle parlıyordu. Güneşte pişen toprak kullandıkları aletleri kıracak kadar sertti. Ellerinde uzun kırbaçlar olan patronun adamları, sürekli aralarında geziyor, bir an dinlenmeye cüret edebilen herkes –erkek, kadın, genç, yaşlı– kırbacı yiyordu.”
Bir isyan için tüm koşulların var olduğu bu adada, ayaklanmaya liderlik edecek kişi, 33 yaşında özgür bırakılan bir köle olan Toussaint L’Overture idi. L’Overture 1743’te doğdu. Pek çok tarihçiye göre Batı Afrika’da tarihî bir krallık olan Allada’nın veliahtı olan, savaşta esir alınıp köle olarak satılan Gaou Guinou’nun oğluydu. Ayaklanma başlamadan önce Breda plantasyonunda ustabaşı olarak çalışıyordu.
Fransız Devrimi tüm dünyada olduğu gibi Fransa’nın sömürgelerinde de yankı uyandırdı. Devrimin Eşitlik, Özgürlük ve Kardeşlik ilkeleri sözde köleliğe karşı çıkan, ama gerçekte ondan faydalanan tüccarlar arasında yaygınlaştı. Devrimci Fransız Meclisi köleliği kısıtlayan ufak bir adım attı: Ada’daki yarım milyon kölenin durumunda hiçbir değişiklik olmazken, anne veya babasının Fransa’da doğduğunu kanıtlayabilen melezlere Fransız vatandaşlığı verildi. Bu, sadece 400 kişiyi kapsıyordu. Bu adım kimseyi tatmin etmese de köleliğin kaldırılmasının yolu açılmıştı.
14 Ağustos 1791’de kölelerin isyanı patlak verdi. İsyanın talepleri ilk başta çok mütevaziydi, isyancılar kırbacın yasaklanmasını ve haftada bir gün daha çalışmamayı istiyorlar, daha önceden tutuklanan liderlerinin serbest bırakılmasını talep ediyorlardı. Bu istekleri reddedildi. L’Overture ayaklanmanın başlamasının ardından isyancı Georges Biassou’nun güçlerine katıldı, okuma yazma bilmesinin de yardımıyla isyancılar arasında hızla öne çıktı.
Ada’da bulunan Fransa sömürgesindeki isyan doğal olarak adanın diğer yarısını kontrol eden İspanyolların da dikkatini çekti. İspanya L’Overture’e silah yardımı yaparak, Fransızları yenmesini ve böylece adanın tamamında İspanyol egemenliği kurulmasını sağlamaya çalıştı. Fransız güçleriyle başa çıkabilecek düzenli bir ordu kuran L’Overture kısa sürede adanın kuzeyindeki tüm limanları ele geçirdi. Ancak L’Overture bir süre sonra plantasyon sahiplerinin geri adım atmadığını fark etti. Gönderilen elçiler konuşamadan idam ediliyordu. Bu onun daha da radikalleşmesine yol açtı. 1791’in sonlarında kölelerin koşullarının iyileştirilmesi yerine köleliğin tamamen kaldırılmasını savunmaya başladı. Şiarı “ya özgürlük, ya ölüm” olmuştu.
Kölelik kaldırılıyor
L’Overture’ün güç kazanması, stratejik açıdan önemli ve geniş bölgelerde özerk bir konuma gelmesi hem isyanın diğer liderlerinde hem de İspanya’da rahatsızlık yaratmıştı. Bu sırada Fransız Devrimi’nde ise sol güç kazanıyor, Jakobenler iktidara geliyordu. 3 Şubat 1794’te St. Domingue’den Fransız Meclisi’ne giden üç delege –bir özgür bırakılmış köle, bir melez ve bir beyaz– meclisin alkışlarıyla karşılanıyor, ertesi gün de kölelik tamamen kaldırılıyordu. L’Overture bunun üzerine taraf değiştirip Fransızların yanına geçti ve önce eskiden birlikte mücadele ettiği Jean-François ve Biassou gibi isyancı liderlere, daha sonra da köle isyanının yarattığı karışıklıktan faydalanıp adayı ele geçirmeye çalışan İngiliz ordusuna karşı savaştı.
İngilizlerin 30 Nisan 1798’de adadan çekilmeyi kabul etmesinin ardından Fransız sömürgesine hakim olan L’Overture ılımlı bir politika izledi. Özgürlüğüne kavuşan eski kölelerin, plantasyonlarda eskisine benzer koşullarda bu kez ücretli işçiler olarak çalışmasını savundu, buna karşı çıkan işçilerin ayaklanmalarını bastırdı. Diğer isyancı liderlerin aksine, ayaklanma sırasında adadan kaçan beyaz plantasyon sahiplerinin geri dönüşünü destekledi, önemli bilgi ve becerileri olduğunu vurguladı. 31 Ağustos’ta İngiltere ile bir anlaşma imzalayarak devrimi Jamaica’ya yaymama sözü vermesiyle ada üzerindeki İngiliz ablukası kaldırıldı. ABD ile ticarî anlaşmalar yapıldı. L’Overture, İngiltere ve Amerika’dan gelen bağımsızlık ilanı taleplerine karşı çıktı, ada kâğıt üzerinde bir Fransız sömürgesi olarak kalmaya devam etti.
Fransa’da ise bu kez sağ yükselişe geçmişti. Jakoben liderler Robespierre ve Saint-Just giyotinle idam edilmiş, solun önemli unsurları Beyaz Terör sırasında ortadan kaldırılmıştı. General Napolyon Bonapart 1799 yılında bir darbeyle iktidara geldi. Bu durum Fransız sömürgeleri açısından olumsuz bir etki yaratmıştı. Napolyon’un köleliği yeniden getirilebileceğinden korkuluyordu. Napolyon’un kabul ettirdiği anayasada sömürgelerin özel yasalara tabi olacağı yazıyordu. Ocak 1801’de L’Overture, Napolyon’un karşı çıkmasına rağmen adanın İspanya’nın egemenliğinde bulunan yarısını da ele geçirdi. Bu bölgeyi Fransız toprağı haline getirerek buradaki köleleri de özgürlüğüne kavuşturdu.
Napolyon’un köleliği yeniden getirebileceğine yönelik kuşkular L’Overture’ün Saint-Domingue için bir anayasa hazırlatmasına neden oldu. 1801’de atanan anayasa meclisi tarafından hazırlanan bu anayasada L’Overture ömür boyu geçerli olmak üzere Genel Vali olarak atanıyor, adanın Fransa sömürgesi olduğu vurgulanıyordu. Ancak bu anayasa, dönemine göre radikal öğeler de içeriyordu. Anayasanın üçüncü maddesi “Saint-Domingue’de köleler olamaz, kölelik sonsuza kadar kaldırılmıştır. Herkes Fransız vatandaşıdır, özgür doğar, yaşar ve ölür” diyordu. Anayasa farklı ırkların eşit fırsatlara sahip olmasını ve yasa önünde eşit olmasını garanti altına alıyordu.
Dönemin üç büyük imparatorluğuna karşı
Napolyon’un amacı Kuzey Amerika’daki Fransız egemenliğini yeniden tesis etmek, kaybedilen toprakları geri almaktı. Bu yüzden bölgedeki en zengin adaya çok ihtiyacı vardı. L’Overture’ün yaptıklarına, 1802’de adaya başında kayınbiraderi Charles Emmanuel Leclerc’in bulunduğu 20.000 kişilik bir kuvvet göndererek karşılık verdi. Ancak bu güçlerin dörtte biri sarı hummanın etkisiyle öldü. L’Overture‘ün kıyı kentlerini yakarak dağlık bölgelere çekilmesi de Fransızların işini zorlaştırdı. Fransız askerleri halka saldırdığında karşılarında Fransız Devrimi’nin marşlarını söyleyen eski köleleri buluyorlardı. Fransız generalleri 7 Haziran 1802’de L’Overture’e anlaşma yapmak için buluşmayı teklif etti. Buluşmayı kabul eden L’Overture esir alınarak Fransa’ya gönderildi. Komploculukla itham ediliyordu. İsyancıların kendi düştüğü hataya düşmeyeceğini vurgulayarak şöyle diyordu; “Beni devirerek sadece Santo Domingo’daki özgürlük ağacının gövdesini kesmiş oluyorsunuz, oysa o kökler yeniden yeşerecektir. Çünkü o kökler derinde ve çok sayıdadır.” L’Overture 2 Temmuz 1802’de Fransa’ya vardı ve Fort-de-Joux cezaevine atıldı. Zor koşullarda geçirdiği yolculuğun da etkisiyle yakalandığı tüberküloz nedeniyle 7 Nisan 1803’te öldü.
Fransızların Toussaint L’Ouverture’ü öldürmesi başarılı olmalarını sağlamadı. Yardımcılarından Jean-Jacques Dessalines’in liderliğindeki eski köleler 1803’te Fransızları kesin yenilgiye uğrattı. 1 Ocak 1804’te adanın yerli halkının adaya verdiği isim olan Haiti, yeni bağımsız devletin ismi olarak kabul edildi.
Haiti’de kölelerin mücadelesi, tarihin çok fazla bilinen bir parçası değil. Egemen tarih anlayışı tarihin krallar, padişahlar, komutanlar ve devlet adamları tarafından yapıldığını anlatır. Karayipler’deki bu adada yaşanan ise eski bir kölenin dönemin üç büyük imparatorluğu ile savaşmasının ve kölelerin kendi mücadeleleri sonucunda özgürleşmelerinin hikâyesi. Toussaint L’Ouverture, hem tarihi gerçekte kimin yazdığını hem de ezilenlerin birleşmesinin ortaya çıkarabildiği muazzam gücü göstermeye devam ediyor.