Roni Margulies
Türkiye şu anda savaş hâlinde bir ülke. Kürt illerinde süren saldırı ve vahşet, Suriye topraklarının top ateşine tutulması, büyük şehirlerde patlayan bombalar…
Yaz aylarından bu yana kaç kişinin öldüğünü hesaplamak bile mümkün değil. Ama Hürriyet‘in haberine göre sadece Sur’da, bir tek şehrin tek bir ilçesinde, ekim başından bu yana 281 ölü verilmiş. (Tabii, Hürriyet böyle ifade etmiyor: Asker, polis ve korucular “şehit olmuş”, Kürtler ise “etkisiz hale getirilmiş”.)
Savaş olan yerde başka her şey önemsizleşir, gündemden düşer. Siyasetin rengi değişir, insanların düşünceleri, bakışları başkalaşır.
En başta, düşmana karşı bir kenetlenme, birlik olma duygusu güçlenir. Savaş açan hükümet, askerî alanda olduğu kadar propaganda alanında da faaliyet gösterir, düşmanı daha da düşmanlaştırmak, kendi halkının millî duygularını daha da güçlendirmek için yoğun bir çalışma yapar.
Bir savaşın ilk aylarında halkın bu propaganda fırtınasından etkilenmemesi, “kendi” devletini eleştirmesi zordur.
Memleket savaş hâlindeyken merkezî yönetime muhalefet etmek iyice zorlaşır. İki nedenle. Birincisi, gelmeye başlayan ölüm ve yıkım haberleri, insan öldürmeyi millî bir zafer olarak görmeyi reddeden herkesin moralini bozar. Gazeteler ve televizyon ekranları bir yandan kan, ceset ve harabe görüntüleriyle, bir yandan da zafer çığlıkları ve bayraklarla doldukça, moraller daha da bozulur, hava daha da kararır.
İkincisi, devlet savaşa girdiğinde, cephede olduğu kadar propaganda alanında da bütün olanaklarını seferber eder, millî duyguları canlandırmak, harekete geçirmek için her şeyi yapar. Yapılan her şeyi, yaşanan tüm vahşeti, korkunç kayıpları haklı göstermek için milliyetçiliği alabildiğine pompalar. Tüm halkı devletin, hükümetin ve ordunun çevresinde kenetlenmeye çağırır. Savaşı yürüten hükümeti, şu veya bu partinin değil bütün kahraman milletin hükümeti olarak gösterir. Ve tarihte, bir savaşın en azından ilk döneminde bunları yapmakta başarılı olamamış hükümet çok azdır.
Göklerde dalgalanan bayrağımız
Erdoğan’ın şu sözlerinin temel amacı ne kadar açık:
“Geçtiğimiz Temmuz ayından bu yana 300’ün üzerinde asker ve polisimizi şehit verdik. Ama ne kazandık biliyor musunuz? Bu toprakların vatanımız olduğunu dosta düşmana bir kez daha gösterdik. Bu önemliydi. Milletimizin birliğine, beraberliğine sahip çıkacağız. Göklerde dalgalanan bayrağımıza, minarelerden beş vakit okunan ezanımıza, vatanımıza, devletimize sahip çıkacağız. Çünkü bugün bunların hepsi birden saldırı altındadır.”
Ne demek bu? Ne için 300 genç ölmüş? Bu toprakların vatanımız olduğunu göstermek için! Kimin kuşkusu vardı ki? Kim aksini iddia ediyordu ki?
Amaç, “bayrak”, “minare”, “ezan”, “devlet” ve “saldırı” temalarıyla süslü olarak, herkesin milliyetçiliğini okşamak, herkesi seferber etmek ve herkesin “millî komutan” etrafında kenetlenmesini sağlamak.
Erdoğan şu anda bir savaş lideri gibi, başkomutan gibi davranıyor ve konuşuyor.
Suriye’de olanlar, Ankara ve İstanbul’da patlayan bombalar, Kürt illerinden ekranlara yansıyan görüntüler, Türkiye’nin savaş hâlinde olduğuna ve “bugün bunların hepsinin birden saldırı altında” olduğuna geniş kitleleri ikna ediyor.
AKP’ye oy vermeyi hayal bile etmeyecek olan CHP seçmeni bile bu savaşta, vatan uğruna, Erdoğan’ın kazanmasını istiyor. “Millî ve yerli” birlik ve beraberlik büyük ölçüde tesis edilmiş gibi görünüyor.
Bu nedenledir ki, barış, demokrasi, özgürlük isteyen, savaş ve “başkomutan” istemeyen herkes kendini muhasara altında hissediyor.
Kaygan bir zemin
Savaşa girildiğinde taraf ülkelerde durum her zaman böyle olur. Ama tarihte bu durumun çok uzun sürdüğünün örneği de yoktur. Bir süre sonra halkta “savaş yorgunluğu” başlar; hükümetin söyledikleri daha fazla sorgulanır, her dediğine inanılmaz; savaşın maliyeti millî duyguları törpülemeye başlar. Özellikle de “zafer” geciktikçe hükümetin propagandası etkisini yavaş yavaş yitirir. Savaşın kötü gitmesi durumunda, propaganda iyice etkisizleşir.
Türkiye’de henüz ilk aşamadayız. AKP hükümetinin işi belli ki geçen Haziran ayına kıyasla şimdi daha kolay. Barış isteyenlerin, muhaliflerin, hepimizin işi biraz daha zor. Muhalif saflarda genel bir karamsarlık ve moral bozukluğu var.
Ama unutmamak gerek: Savaş başlamadan hemen önce 7 Haziran’da AKP oylarının beşte birini kaybetmişti. Ve tüm kamuoyu yoklamaları halkın büyük çoğunluğunun barış sürecini desteklediğini gösteriyordu.
Evet, savaş bu durumu büyük ölçüde değiştirdi. Ama çok uzun süreliğine değil. AKP sağlam değil kaygan bir zeminde yürüyor.