Roni Margulies
Markopaşa – Bir Mizah ve Muhalefet Efsanesi
Levent Cantek
İletişim Yayınları, 2015
Yeni bir kitabı çıktığını duyduğum zaman heyecana kapıldığım çok yazar yok. Ama, şükürler olsun, hiç yok da değil. Az da olsa, birkaç kişi var. Bunlardan biri, Ahmet Yaşar Ocak. Bu isim, tümüyle anlamsız bir kişi olan Yaşar Nuri Öztürk’ün ismini andırıyor (en azından ben benzetiyor ve bazen karıştırıyorum); bunun dışında Ocak hakkında söyleyebileceğim tek bir eleştiri cümlesi yok. Yeniçağlar Anadolu’sunda İslam’ın Ayak İzleri – Osmanlı Dönemi kitabı ile Ortaçağlar Anadolu’sunda İslam’ın Ayak İzleri – Selçuklu Dönemi kitabını (ikisi de Kitap Yayınevi, 2011) özellikle öneririm. Babailer İsyanı hakkındaki ve Kalenderiler konulu kitapları da cabası. Tarihsel teolojiye meraklı olduğum için değil, Anadolu Müslümanlığının bugünüyle ve bunun güncel siyasete etkileriyle ilgilendiğim için.
Bana heyecan veren ve bu yazının konusu olan diğer yazar, Levent Cantek. Mizah konusunda ciddi, siyasî, düşündürücü kitapların ve bu arada Markopaşa – Bir Mizah ve Muhalefet Efsanesi kitabının yazarı.
“Mizah hakkında ne kadar ciddi olunabilir ki?” demeyin. Örneğin, Şehre Göçen Eşek – Popüler Kültür, Mizah ve Tarih kitabındaki “Gırgır ve Oğuz Aral: Efsaneye Dışarıdan Bakmak” yazısında şöyle diyor Cantek: “Solcunun da sağcının da gülebildiği bir dergi olarak Gırgır apolitik bulunmuştur ya da sol addedilmesine karşı çıkılmıştır. Oysa Gırgır, Akbaba’ya göre daha solda, kendisinden önce çıkan bir Markopaşa‘ya ve kendisinden sonra çıkan Limon’a göre sağdadır. Benzer yargılar Oğuz Aral için de geçerlidir: çalışmalarında milliyetçi sol bir duruşu vardır, dış mihraklar takıntısı, laiklik ihtimamı göze çarpmaktadır.” Oğuz Aral’ı ve bu meyanda Kemalist/Stalinist solun bütününü 12 kelimede daha iyi özetleyebilecek babayiğit varsa, ben tanımıyorum. Tekrarlamaya değer: “milliyetçi sol bir duruşu vardır, dış mihraklar takıntısı, laiklik ihtimamı göze çarpmaktadır.”
Tan gazetesi baskını
Markopaşa gazetesini biliyordum, ama öneminin, azılı muhaliflik derecesinin, inanılmaz satış rakamlarının bilincinde değildim doğrusu. Şunu ise hiç düşünmemiştim: “Markopaşa fikri esasen Tan gazetesinin tahrip edilmesi olayıyla başlar. Gazetenin çoğu çalışanı gibi, sonraları Markopaşa‘yı çıkartacak kadro da bu olay sonrası işsiz kalacaktır.” Tan gazetesinin basılması ise 1940’lı yılların “Turancılar” ve “solcular” kavgasından kaynaklanır. Ve dolayısıyla Cantek gazetenin öyküsüne Tan Olayı ile başlıyor.
Kavga, daha sonra Markopaşa‘yı başyazarı olacak Sabahattin Ali’nin İçimizdeki Şeytan romanının 1940 yılında yayımlanmasıyla başladı denebilir. Romandaki tiplerden birinin Türk faşizminin kurucu isimlerinden Nihal Atsız olduğu kolayca anlaşılabilmektedir. Atsız, İçimizdeki Şeytanlar adlı bir broşürle karşılık verir. Sağ ve sol, Nazi Almanya’sını destekleme/desteklememe konusunda kıran kırana bir tartışma yürütmekte, dönemin tek parti iktidarı, CHP hükümeti, kavgayı izlemekle yetinmektedir. Sabahattin Ali faşizm düşmanlığının önemli bir sesi, Sabiha ve Zekeriya Sertel’in yönettiği Tan gazetesi solun önemli yayın organıdır. 1943 yılında, TKP liderlerinden Reşat Fuat Baraner, Faris Erkman takma adıyla En Büyük Tehlike adlı bir broşür yayımlar, Turancı/ırkçı/Türkçüleri şiddetle eleştirir. Tan yazarları broşürü destekler. Türkçüler delirir. Nihal Atsız “En Sinsi Tehlike”, Reha Oğuz Türkkan “Solcular ve Kızıllar” adlı broşürleri yayımlar. Orhun ve Çınaraltı gibi dergiler yaylım ateşe geçer, hedef gösterir. Orhun, Tan gazetesini açık açık tehdit eder:
“Bugün değilse bile bir gün muhakkak (…) Tancılara hesap sorulacağına inanıyoruz. Türk milletinin istikbali için elzem olan bu hesap, elbet pek yakında kendilerinden sorulacaktır.”
Rüzgâr Türkçülerden yana esmemektedir ama. Hükümet milliyetçiliği bunlara kaptırmak istemez. Nihal Atsız, Remzi Oğuz Türkkan, Zeki Velidi Togan gibi Turancılar tutuklanır. Falih Rıfkı Atay, CHP’nin yayın organı Ulus gazetesinde hükümetin sesi olarak “Türküz bir, Türkçüyüz iki, Türkiyeciyiz üç!” diye yazar. “Türkçülük gerekiyorsa, onu da biz yaparız, size ne oluyor” demiş olur yani.
Rüzgâr 1945 sonlarında tekrar döndüğünde, İnönü hükümeti bu sefer sol ile ilgilenmeye başlar. Hüseyin Cahit Yalçın, Tanin gazetesinde “Kalkın ey Ehl-i Vatan” başlıklı bir yazı yazar, sol muhalefeti hedef gösterir. Hemen ardından, üniversitelerden çıkan büyük bir kalabalık Tan matbaasını basar.
Zekeriya Sertel, Hatırladıklarım kitabında (Remzi Kitabevi, 1977), şöyle anlatır:
“4 Aralık 1945 gününün sabahı üniversiteli faşist gençler ellerinde önceden hazırladıkları baltalar, balyozlar ve kırmızı mürekkep şişeleriyle matbaaya saldırdılar. Orada bekleyen polisler olup bitene seyirci kaldılar. Görevlerini yapmaya kalkmadılar. Göstericiler, baltalarla matbaa kapısını kırıp içeri girdiler. Makinaları balyozlarla kırdılar. Binanın camlarını indirdiler. İçindeki eşyayı kırıp döktüler. Sonra ellerinde kırmızı boya şişeleriyle ‘Serteller nerede?’ naralarıyla bizleri aramaya koyuldular. Amaçları, bizi çırılçıplak soyup üzerimize kırmızı boya dökmek ve sonra önlerine katıp sokaklarda ‘İşte kızıllar,’ diye sergilemekti. Bütün bunlar polisin gözü önünde oluyordu. Göstericiler bizi bulamayınca vahşi naralarla yollara düştüler. Beyoğlu yakasına geçtiler, orada Sabahattin Ali ile Cami Baykurt’un çıkardığı La Turquie gazetesinin matbaasına gittiler. Orasını da kırıp döktükten sonra vapurla Kadıköy’e geçip bizi evimizde basmaya teşebbüs ettiler…”
“Hükümet olaydan önce olduğu gibi, olaydan sonra da bu cinayeti işleyenlere karşı hiçbir harekette bulunmadı. Güpegündüz bir matbaayı yıkan bu faşist gençlerden hiç kimse tutuklanıp mahkemeye verilmedi. Bu işin İnönü’nün bilgisi içinde [İçişleri Bakanı] Saraçoğlu’nun verdiği emir üzerine polis tarafından tertiplenip yürütüldüğüne hiç şüphe yoktu. Gösteri yapan ve matbaaya saldıran gençler arasında birçok sivil polis vardı. Saldırıyı asıl bunlar yönlendiriyordu…”
Tan ve La Turquie gazetelerinin yanı sıra, Görüşler, Yeni Dünya, Ermenice Nor Or (Yeni Gün) gazeteleri, Gün dergisi ve ABC ve Berrak kitabevleri de saldırı altında kalır, yakılıp yıkılır.
“Türk Gençliğinin Heyecanlı Gösterisi”
Baskınların arkasından, iktidarın önemli bir mevzisi olan Akbaba dergisinde Yusuf Ziya Ortaç, bizzat Tan’ı ve Sertelleri suçlu bulur:
“… Onlar bunu üç aydır istiyorlardı: Haykırarak, tepinerek, yalvararak… üç aydır, gazetelerinin her sayısı Türk milletine sunulmuş bir pulsuz istida idi. Allah aşkınıza bize haddimizi bildiriniz (…) Bu genç öfke kanun huzurunda sorumlu bile olsa, yirmi milyonun göğsünü tek nefesle şişiren millî bir gururdur. Kaldı ki; Tan matbaasına atılan taşlar, nihayet basım evinin camlarını kırdı. Üç aydır Tan matbaasından atılan taşlarsa, Büyük Millet Meclisi’nin çatısına kadar düşüyor. Türk vatanında yıkmadık namus, yaralamadık fazilet bırakmak istemiyordu. Eğer zarar ve ziyanımızın bilançosunu hazırlarsak, Sertel’lerden çok alacaklı çıkarız!”
Hükümetin düşüncelerini ise, milletvekili (ve daha sonra Dışişleri Bakanı) Necmettin Sadak dile getirir. Levent Cantek şöyle anlatıyor:
“Tan gazetesi ve diğer sol eğilimli yayın organlarına karşı gelişen bu olaylar, basında olağan bir sonuç olarak karşılanmıştır. ‘Bir milletin bünyesinin dayanamayacağı işler vardır’
diyen Necmettin Sadak, olayı doğa kanunlarının zorlanması olarak ele almıştır. Sadak’ın yazısının başlığı ise daha çarpıcıdır: ‘Türk Gençliğinin Heyecanlı Gösterisine Dünya Hayran Kalmıştır’. Sadak, ‘bilhassa tehlike anlarında milletlerin varlık iradesi, yabancı ve zararlı tesirlere karşı kendini çok sert şekilde gösterir’ diyerek üniversite gençliğinin davranışını doğru değerlendirmek gerektiğini belirtmektedir. Yazının Hüseyin Cahit Yalçın ya da Cihat Baban gibi daha keskin ve sağ bir kalemden çok, CHP içinde ılımlı kanattan sayılan Sadak’tan çıkması Tan Olayı’nın kamuoyunda nasıl karşılandığının son derece önemli bir göstergesidir.”
Doğaldır ki, “dünyayı hayran bırakan” bu millî ve heyecanlı gösteri nedeniyle tutuklananlar, “yabancı ve zararlı tesirlere” karşı çıkan gençler olmaz. Zekeriya Sertel’den okuyalım:
“Kanun adına, hükümet adına, memleket adına yüz kızartıcı bir rezalet sayılabilecek olan bu 4 Aralık olayından ötürü sonunda kim tutuklandı, bilir misiniz? Biz. Yani, ben, eşim Sabiha Sertel ve Cami Baykurt. Bu olayın sorumlusu ve suçlusu olarak biz hapse atıldık ve biz mahkemeye verildik. Yargıçlar bizim haklı olduğumuzu biliyor ve anlıyorlardı. Fakat Ankara’nın emrine uyarak bizi mahkûm ettiler. Bereket versin Yargıtay bu kararı bozdu ve üç ay hapisten sonra tekrar özgürlüğümüze kavuştuk... Kavuştuk mu? Hayır. Artık Tan gazetesini yeniden çıkarmak olanağı kalmamıştı.”
Sarayda beslenmiş kart kuzular
Başa dönersek, “Markopaşa‘yı çıkartacak kadro da bu olay sonrası işsiz kalacaktır.” Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Mim Uykusuz gibi isimler, Tan baskınından on bir ay sonra 25 Kasım 1946’da Markopaşa‘yı çıkartır. İlk sayı 6.000 adet basılır, fiyatı 10 kuruştur. İki gün içinde tükenir. İkinci sayı 10.000 adet basılır. Baskı sayısı 80.000’e kadar çıkar.
İlk sayfada Uykusuz’un karikatüründe Falih Rıfkı Atay ve Nihat Erim’den “iki cüce” diye söz edilmektedir. Dördüncü sayfada Aziz Nesin’in “Falih Rıfkı’ya Destan şiiri yer alır:
Ulus’ta lafları altın yazıdır
Falih’im partinin iki gözüdür
Sarayda beslenmiş bir kart kuzudur
Falih’imi hoşça tutun ağalar.
Tek parti iktidarının bu kadar çok satan, ses getiren muhalif bir gazeteye hoşgörüyle bakacağını beklemiyorsunuz herhalde! Sarayda beslenmiş kart kuzulara laf atan bir yayının başına, bugün olduğu gibi o gün de, neler geleceğini tahmin edebiliyorsunuz herhalde.
Ama tahmin etmek yerine kesinlikle bilmek istiyorsanız, Levent Cantek’in kitabını okumanızı öneririm.