İrvin Cemil Schick
Önce şunu itiraf edeyim. Ülkemizde sayısı her gün artan “kandırıldım” yahut “bunlar zaten hep böyleydi” diyenlerden değilim.
Türkiye’nin gittikçe otoriterleşmesinin, hukuk devletinin ortadan kaldırılmasının, hiçbirimizin istemediği bir savaşa sürüklenmemizin, her eleştirinin “hakaret”, her bağımsız düşüncenin “halkın kutsal addettiği değerlere saldırı” addedilegelmesinin, ağzını açanın gazlanmasının, Türkiye’nin “kendi şehirlerini top ateşine tutan pusulasını şaşırmış ülkeler” listesine eklenmesinin, buna karşı çıkan hocaların kovuşturmaya uğramasının ve her gün kültür düzeyleri sıfırın altında olan siyasetçiler tarafından “akademisyenlerrrr” diye hedef gösterilmesinin… Bütün bunların olacağı ilk günden belliydi diyenlere kesinlikle katılmıyorum.
Elbette kendine “muhafazakâr” diyen bir iktidarın “ilerici” olmasını beklemiyordum, ama ilk yıllarda iyi şeyler yaptıklarını düşündüğüm gibi, o yaptıklarının “takiye”, “numara” falan filan olduğunu da düşünmüyorum.
O halde nasıl buraya geldik? Bu çok meşru soruya cevabım var, ama o başka bir yazının konusu. Ben daha ziyade son aylarda olup bitenlerin bana ne düşündürdüğünü kısaca kaydetmek istedim.
Zaman gazetesinin gasp edildiği gün (kusura bakılmasın, şu “kayyum atandı” hüsn-i tabirini ben kullanamayacağım; gazete yayın politikasını ve siyasî çizgisini değiştirmek, eleştirilerini bastırmak için devlet tarafından gasp edildi), gazla dağıtılan, kan revan içinde uzaklaştırılan başörtülü kadınları görünce örneğin, Cumhurbaşkanı, Büyük Usta, Reis ve Değişmez Liderimiz Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın “başörtülü bacılarım” edebiyatı paraladığı günleri anımsadım. Nerede o günler? Kabataş’ta deri eldivenli, belden yukarısı çıplak yüzlerce erkeğin (aksilik bu ya!) hiçbir güvenlik kamerasına takılmadan gerçekleştirdiği saldırıdan sonra ne biçim gürlemişti, değil mi? Oysa muhayyilesi kuvvetli o bacımızın bir damla kanı akmamıştı o gün. Cumhurbaşkanımız ilan vermeli bence: “İlkelerimi kaybettim. Hükümsüzdür.”
Bin üç yüz bilmem kaç kişi, Doğu’da yürütülen kanlı “operasyon”lar hakkında “Bu suça ortak olmayacağız” diyen, barış çağrısı yapan bir metne (iyi kötü, metnin ayrıntıları tartışılabilir) imza attı, o gün bu gündür hayatları zehir ediliyor, adamın biri kanlarıyla duş yapacağını söylüyor (düpedüz tehdit bu ama, savcı nerede, kim kime dum duma), okullardan atılanlar, haklarında “soruşturma” açılanlar, henüz bir suç işlenmiş olduğu bile sabit değilken hükümetin baskısına boyun eğen ödlek üniversite yönetimleri, 12 Eylül sonrası üniversite tasfiyelerini hatırlatan bu korkunç ve kadir bilmez ortamı görünce, örneğin, kurduğu okulda dört yılımı geçirdiğim, Uzaktan Kumandalı Başbakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu’nun “her şeyden önce hoca” olduğunu ifade ettiği, samimi görünen bir gülümsemeyle “bana hocam deyin” dediği günleri anımsadım. Nerede o günler? Bu nasıl bir akademisyen ki, imzalanan bir bildirinin “ifade özgürlüğü kapsamına girmediğini” iddia ediyor, ama bu arada Anayasa Mahkemesi’nin kararını tanımadığını belirterek içtiği andı ihlâl eden bir Cumhurbaşkanı’nın sözünden dışarı çıkamıyor? Başbakanımız ilan vermeli bence: “İlkelerimi kaybettim. Hükümsüzdür.”
Liberal bir sağ parti kuran Abdullah Gül, Bülent Arınç, Cemil Çiçek ve diğer kurucu üyeler… Her söyledikleriyle hiçbir zaman hemfikir olmadım gerçi, Gül’ün interneti devletin çiftliği haline getiren kanunu imzalaması, Arınç’ın kadınlar hakkındaki kable’t-tarih görüşleri çok rahatsız etmiştir beni geçmişte. Öte yandan, Gezi işgali döneminde mantıklı sözler söyleyen, akl-ı selime davet eden ender ifadeleri de bu kişilere borçluyuz. Cumhurbaşkanı liberal demokrasinin en temel unsurlarından olan Güçler Ayrımı’nı bırakın sözleriyle, fiilen eylemleriyle ihlal ederken, liberal demokrasinin en temel unsurlarından olan ifade özgürlüğünü, basın özgürlüğünü yerle bir ederken, Anayasa’yı yok sayarken işte onları anımsadım. Nerede bu âkil insanlar? Ehven-i şer, gelen gideni aratır, elimizdeki ayrıcalıkları kaybetmeyelim, bir çuval inciri demokrasi adına berbat etmeyelim, her ne ise gerekçeleri, neden seslerini çıkarmıyorlar? AKP’nin demokrat kurucuları ilan vermeli bence: “İlkelerimi kaybettim. Hükümsüzdür.”
Ya seçmenler? Haziran’da AKP’den geri çektikleri oyları Kasım’da yine AKP’ye veren seçmenler? “İstikrar, barış ve huzur elden gidecek” diye kaygılanan, “Ekonomi iyi gidiyor, karıştırmayalım ortalığı şimdi” diyen, AKP’nin bu şantajına teslim olan seçmenler? Ucu kendilerine dokunmadıkça her türlü demokrasi ve insan hakları ihlallerine istikrar uğruna göz yummayı seçen seçmenler? Dış ticaret açığının büyüdüğü, turistlerin gelmez olduğu, enflasyonun yükselişe geçtiği, geleceğin karanlık göründüğü bu günlerde onları da anımsamadan edemiyorum. Onların “İlkelerimi kaybettim. Hükümsüzdür.” ilanını vermelerine gerek olmadığına inanıyorum. İstikrar, barış, huzur ve ekonomik refah istemek doğaldır elbet, ama bu isteklerin AKP ile bağdaşmadığını, bağdaşamayacağını göreceklerine inanıyorum. AKP hükümetine “İlkelerinizi kaybettiniz. Hükümsüzsünüz.” diyecekleri günü dört gözle bekliyorum.