Ahmet Demirel
Cumhurbaşkanı Erdoğan yaklaşık iki yıl önce Bakü ziyareti öncesinde dönemin başbakanı sıfatıyla Atatürk Havalimanı’nda, bir basın toplantısı düzenleyerek Anayasa Mahkemesi’nin bir sosyal paylaşım sitesi olan twitter’a erişim yasağını hak ihlali olarak niteleyen ve açılmasını hükme bağlayan kararını “Anayasa Mahkemesi’nin kararına uymak zorundayız ama saygı duymak zorunda değiliz, saygı da duymuyorum” şeklinde eleştirmişti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan 28 Şubat 2016’da da Fildişi Sahili ziyareti öncesinde yine Atatürk Havaalanı’nda, bu kez cumhurbaşkanı sıfatıyla bir basın açıklamasında bulunarak Anayasa Mahkemesi’nin Cumhuriyet gazetesinden Can Dündar ile Erdem Gül hakkında verdiği tahliye kararını kararı eleştirdi. Erdoğan şöyle dedi: “Anayasa Mahkemesi bu şekilde bir karar vermiş olabilir. Ben Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu karara sadece sessiz kalırım o kadar. Ama onu kabul etmek durumunda değilim, bunu çok açık net söyleyeyim ve verdiği karara da uymuyorum, saygı da duymuyorum.”
Açıklamaların ikisinde de Anayasa Mahkemesi’nin kararına eleştiri var – ki herkesin böyle bir eleştiri hakkı vardır. Bununla birlikte ilk açıklamada “Anayasa Mahkemesi’nin kararına uymak zorundayız” ifadesi, ikinci açıklamada “Anayasa Mahkemesi’nin… verdiği karara da uymuyorum” şekline dönüşmüş. Bu önemli bir fark.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Anayasa Mahkemesi’yle ilgili olarak yaptığı son basın açıklamasıyla yürütme erkinin en başındaki makam ile yargı erkinin en yüksek mahkemesi arasında ortaya çıkan derin görüş ayrılığı kamuoyu önünde uzun uzun tartışıldı. Bu nedenle bu yazıda bunların ayrıntılarına girip tekrarlamayı gereksiz görüyorum.
Bununla birlikte, özellikle son açıklama, bir tarihçi olarak bana Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında hem yasama hem de yürütme organının başında olan Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Atatürk ile hem yasama hem de yürütme yetkilerini elinde bulunduran Meclis arasında ortaya çıkan derin görüş ayrılığını hatırlattı. Meclis, 5 Ağustos 1921’de Mustafa Kemal Atatürk’e verilen Başkumandanlık yetkilerini 1922 Mayıs’ında uzatmayınca, bu yetkiler doğal olarak düşmüş, ama Atatürk 6 Mayıs 1922’de söz alarak Meclis’in bu kararına uymadığını şöyle açıklamıştı: “Meclis’te çeşitli doğrultularda birbirlerine muhalif birtakım tezahürat vardır. Bunun sonucunda ne oluyor? Bunun sonucunda Başkumandanlık bir gün yahut iki gün belirsiz ve boşlukta kalıyor. Ordu kumandansızdır… Eğer ben orduya kumanda ediyorsam kanuna aykırı olarak kumanda ediyorum… Ordu kumandansız mı kalacak, ne olacak? Bundan dolayı bırakamam ve bırakmayacağım.”
Şimdi o olayın ayrıntılarına bakalım.
Başkumandanlık makamının oluşturulması
10 Temmuz 1921’de Yunan Ordusu kesin sonuç almak amacıyla Bursa ve Uşak yörelerinden saldırıya geçti ve 25 Temmuz’a kadar aralıksız süren çarpışmalar sonucunda Türk ordusu büyük kayıplar vererek Sakarya Nehri’nin doğusuna çekildi. Bu yenilgi askerî açıdan büyük bir tehlike oluştururken, Ankara’da açık bir sarsıntıya yol açtı, hatta Meclis’in Kayseri’ye nakledilmesi konusu bile gündeme geldi. 4 Ağustos’ta da bir başkumandanlık makamı oluşturulması fikri ortaya atıldı ve Meclis Başkanı’nın Başkumandanlığı da üzerine alması görüşü ağırlık kazandı.
5 Ağustos 1921’deki gizli toplantıda, Mustafa Kemal Paşa’nın bir gün önce verdiği önerge doğrultusunda Başkumandanlık Kanunu kabul edildi. Mustafa Kemal Paşa, önergesinde “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin sahip olduğu meşru yetkileri fiilen kullanmak koşuluyla” başkumandanlığı kabul ettiğini belirtti ve bu yetkilerin üç aylık bir süreyle sınırlandırılmasını istedi. Muhalifler Meclis’in yetkilerinin bir şahsa verilmesinin söz konusu olamayacağını belirtseler de Mustafa Kemal Paşa, bu itirazı şu sözlerle karşıladı: “İtiraf etmek lazımdır ki, bu yetki büyük bir yetkidir. Meclis’in yetkisidir ki bana veriyor. Böyle olmakla beraber, üç ay sonra elbette ya yenilersiniz veya yürürlükten kaldırırsınız. Böyle bir yetki vermek doğru değildir. Bunun için üç ay gibi kısa bir zaman ile sınırlayınız.”
Gizli toplantıda yapılan oylama sonucunda kanun, 13 ret oyuna karşılık, 169 oyla kabul edildi. Aynı gün açık celseye geçildiğinde, kanun, bu kez, üzerinde hiç tartışma yapılmaksızın, oturumda hazır bulunan 184 üyenin oybirliğiyle kabul edildi. Artık Mustafa Kemal Paşa’nın başkumandan sıfatıyla vereceği emirler, kanun niteliği taşıyacaktı.
İlk uygulamalar
Başkumandanlık Kanunu yürürlüğe girince Mustafa Kemal Paşa, emirle, İstiklal Mahkemelerini yeniden kurdu, üyelerini kendisi atadı. 7-8 Ağustos 1921’de halkı maddî ve manevî kaynaklarıyla millî mücadeleye katılmaya çağıran “Tekâlif-i Milliye” emirlerini yayınladı. Emirlerin uygulanması ve yüzde 40 vergi toplamak üzere Tekâlif-i Milliye Komisyonları kuruldu. Emirleri yerine getirmeyenlerin cezalandırılması görevi de yeniden kurulan İstiklal Mahkemeleri’ne verildi.
Ardından Türk ordusu karşı taarruza geçti. 23 Ağustos 1921’de başlayan çarpışmalar 5 Eylül’e kadar aralıksız sürdü, Yunan ordusunun Sakarya Nehri’nin doğusuna çekilişi 13 Eylül’e kadar sürdü. Sakarya Savaşı’nın kazanılmasıyla tehlike bertaraf edilirken, 19 Eylül’de Meclis Mustafa Kemal Paşa’ya gazilik unvanı ve mareşal rütbesi verdi. Sakarya Savaşı’nın önemli sonuçlarından biri, Eylül başında Batum’da bir kongre düzenleyen Enver Paşa’nın Türkiye’ye dönme ve mücadelenin önderliğini ele geçirme arzusunu sona erdirmesi oldu. Savaşın kazanılmasından sonra iki hafta kadar daha Kafkaslar’da bekleyen Enver Paşa durum açıklığa kavuşunca Türkiye’ye dönme fikrinden vazgeçmek zorunda kaldı ve bir Türk-İslam imparatorluğu kurma hayallerini hayata geçirmek üzere buradan ayrıldı. Bu hayali 1922 Haziran’ında Kızıl Ordu birliklerine karşı savaşırken can vermesine kadar sürecekti.
Süre uzatmaları
Başkumandanlık Kanunu’nun süresinin dolması yaklaşırken Meclis’in 31 Ekim 1921 tarihli gizli toplantısında, yine uzun tartışmalardan sonra, kanunun süresi, 5 Kasım’dan geçerli olmak üzere, aynı koşullarla üç ay daha uzatıldı (3 çekimser, 12 ret, 154 kabul). Aynı günkü açık toplantıda hiçbir tartışmaya girilmeksizin, aynı teklif oy çokluğuyla kabul edildi. Üç ay önceki açık toplantıda oybirliğiyle kabul edilen kanunun bu seferki açık toplantıda oy çokluğuyla kabul edilmiş olması, Meclis’te bu konuda beliren muhalefetin giderek su yüzüne çıkmaya başladığına işaret ediyordu.
2 Şubat 1922 tarihli gizli toplantıda, kanunun süresi 5 Şubat’tan geçerli olmak üzere, aynı koşullarla üç ay daha uzatıldı. 4 Şubat 1922’de konu bu kez açık toplantıda öncelikli olarak ele alındı. Bu açık toplantıda muhalifler, Mustafa Kemal Paşa’nın olağanüstü yetkilerinin geri alınması koşuluyla, üç ay daha başkumandanlıkta kalması yönünde bir karşı önerge verdi. Uzun tartışmalardan sonra, oturum başkanı, bu teklifi komisyona gönderip oya sunmadı ve Başkumandanlık Kanunu’nun aynı koşullarla üç ay daha uzatılmasını öngören teklifin kabul edildiğini belirterek tartışmaların uzayıp gitmesini önledi.
Meclis’te “Meclis’in söz söylemek hakkı yok mu? Meclis’in yetkisi ve hâkimiyeti nerede kalıyor” diyerek kanunun verdiği yetkilere karşı çıkan muhalif sesler giderek güçlenmeye başladı.
Ve Mayıs krizi
Başkumandanlık Kanunu’nun süresinin aynı koşullarla üç ay daha uzatılması konusu, 4 Mayıs 1922’de yapılan bir gizli toplantı sırasında yeniden gündeme gelince çok hararetli tartışmalar yaşandı. Bu gizli toplantıya Mustafa Kemal katılmamıştı. Toplantıda Meclis’in yetkilerinin bir şahsa devri konusunda öteden beri süregelen muhalif tutum öncekilere kıyasla çok sert biçimde ortaya kondu. Toplantı, sürekli söz alıp uzun eleştirilerde bulunan muhaliflerin hâkimiyeti altında geçti. Muhalifler 17 imzalı bir önerge vererek kanunun ikinci maddesinin iptalini istedi. Önergede, “Uzatılması teklif olunan Başkumandanlık Kanunu’nun ikinci maddesinin yürürlükte kalması yüksek meclisin yasama yetkisini sınırladığından ve azalttığından bu maddenin iptalini (…) teklif ederiz” deniyordu.
Bu önerge, 12 çekimser, 73 kabul oyuna karşılık 91 oyla reddedildi. Kanunun Başkumandan’a olağanüstü yetkiler veren ikinci maddesinin yürürlükten kaldırılmasını isteyenlerin sayısının üç ay içinde bu denli artması, muhalefetin artık iyice güçlendiğini gösteriyordu. Teklifin reddedilmesinden sonra, kanunun aynı koşullarla, üç ay süreyle yeniden uzatılması yolundaki önerge oy çokluğuyla kabul edildi. Bu gizli görüşmenin hemen ardından açık oturuma geçildi ve kanunun maddeleri teker teker oylanarak kabul edildi. Bununla birlikte, kanunun tümü oya sunulurken, muhaliflerin oylamaya katılmayarak yaptıkları engelleme yüzünden, Meclis’te görüşme yapılabilmesi için gerekli olan görüşme yetersayısına (161) ulaşılamadı. Kanunun daha önce öngörülen üç aylık uzatma süresinin dolduğu 5 Mayıs günü Meclis toplanmayınca, hukukî açıdan, kanun yürürlükten kalkmış oldu.
Mustafa Kemal, sorunu çözmek üzere 6 Mayıs 1922’de Meclis’i gizli toplantıya çağırdı. Kendisine yöneltilen eleştirileri sert bir dille cevaplandırdı: “Ben görüyorum ki Mecliste çeşitli doğrultularda birbirlerine muhalif birtakım tezahürat vardır. Bunun sonucunda ne oluyor? Bunun sonucunda Başkumandanlık bir gün yahut iki gün belirsiz ve boşlukta kalıyor. Ordu kumandansızdır. Ordu bu dakikada kumandansızdır. Eğer ben orduya kumanda ediyorsam kanuna aykırı olarak kumanda ediyorum. Çünkü derhal kumandadan çekilmek istedim. Meclisin tezahüratı üzerine Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Riyasetine ve Müdafaa-i Milliye Vekâletine dedim ki, Başkumandanlığım bitmiştir. Derhal bana Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Paşa dedi ki, benim de beraber bitmiştir. Ordu kumandansız mı kalacak, ne olacak? Bundan dolayı bırakamam ve bırakmayacağım. Fakat bu muhalefet belirtisi beni iki günden beri kanuna aykırı olarak Başkumandanlık yapmaya sevk etmiştir. Bu yapılan tezahüratın sonuçları yalnız Başkumandanlık meselesinde değil efendim, o rastladı, o oldu. Eğer başka bir şey olsaydı, zannedersem aynı şeye uğrayacaktım.”
Tartışmalar uzayınca, Mustafa Kemal “başkumandanlığı bırakamam ve bırakmayacağım” şeklindeki sözlerini düzeltme ihtiyacı hissedip şunları söyledi: “Bu münasebetle deminki değerlendirmeme bir cümle ilave etmek istiyorum. Başkumandanlığın muhafazası ve devam ettirilmesi o kadar çok lüzumlu demiştim ki, bunu bırakamam demiştim. Yani Yüksek Meclisiniz bu lüzumu mutlaka anlamıştır ve bana bıraktırmaz.”
Gizli toplantıdan hemen sonra geçilen açık toplantıda hiçbir tartışma yapılmadan doğrudan oylamaya geçildi ve Başkumandanlık Kanunu’nun süresi 15 çekimser ve 11 ret oyuna karşılık, 175 oyla üç ay daha uzatıldı.
Bilmeyenler için küçük bir not: Kanunun 5 Ağustos 1921’de tanıdığı bu olağanüstü yetkiler ancak 20 Temmuz 1922’de yürürlükten kalkmıştır.