Ufuk Uras
“Yeni bir hayat lazım. Fakat sıçrayabilmek, ufuk değiştirmek için dahi bir yere basmak lazım.”
Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur
Solun 70’lerdeki tartışmalarını hayat bitirmişti: “Sovyetler’de geri dönüş olabilir mi?”, “Afganistan işgalinin kitapta yeri var mı?” diye biteviye tartışırken, bizi beklemeden hayat cevapları kendisi verdi.
Kurumsal faşizm olduğunu iddia edip açık parti kurmaya çalışanlar sürekli kendilerini tekzip ettiler. Arkaik sol, hayata direnen Samuraylara benzedi.
Şövalye romanı okudukça Donkişot’un kendini şövalye sanması gibi, Marx okudukça Marksist olunmuyor. Ne okuduğun değil, ne yaptığınla tarih şekilleniyor.
Siyasetçinin çapıyla çemberinin oranına pi sayısı (3,14) denilebilir. O değişmeyeceğine göre ortada geometrik olmayan bir çap sorunu var.
Solun sıkıştığı alanı görüp gidermeye çalışanlarla görmezlikten gelenler ayrışıyor. Yeni hayat eski hayatla olmuyor.
Siyasî boşluk
AKP’yi aşmanın yolu kendimizi aşabilmekten geçiyor. Ülkenin yeniden yapılanmasıyla solun kendini yeniden tasarlaması arasında bir bağlantı var. AKP öncesine dönüşme özlemleri AKP’yi daha güçlendiriyor. Bu özlemi taşıyan Ergenekoncu siyasetle AKP’nin gidişinden hoşnut neoliberal yaklaşım karşısında, geleceğin şekillenmesinde ancak AKP sonrasını şimdiden tasarlayanların bir şansları olabilir.
Rejimin ve düzenin tanımında anlaşma olabilmeli ki alternatif bir tahayyülde bulunabilelim. Faşizmden diktatörlüğe, ileri demokrasiden otoriterizme çeşitli tahliller tedavülde dolaşıyor.
AKP’nin 2023 vizyonu karşısında kendi vizyonumuzu oluşturmak için, günübirlik aktivizmin ötesine geçebilmek gerekiyor. Anayasadan başkanlık sistemine, nasıl bir seçim sistemi önerdiğimizden eğitim, sağlık politikalarına kadar, yeterince ders çalışıldığını söylemek zor.
Çeperlerin oyunu alarak merkezi yeniden tanımlayan iktidar partisinin, halen çeperlerin oyuna talip olabilmesi yaratılan siyasî boşluğu gösteriyor.
HDP’nin bütün psikolojik harp tekniklerine rağmen çok ciddi bir oy kaybına uğramaması önemli. Demek ki atılan tohumlar toprakla buluştu. Tabii stratejik yönelimin doğru olması atılan taktik adımların isabetli olmasının her zaman garantisi olmayabiliyor.
Öte yandan artık bu memlekette olan her gelişme bölge ve dünyadaki süreçlere endekslenmiş durumda. Globalist bir AKP’den millîci bir AKP’ye geçişi izliyoruz. Üstelik bu durum seçmen desteği de sağlıyor.
Büyük hesaplaşma
Ortadoğu’da Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki en büyük hesaplaşma gerçekleşiyor. Global güçlerin hegemonya mücadelesi ve rekabeti hiçbir vicdanî kaygı taşımıyor, hiç kimse masum değil, herkesin bir hesabı kitabı var. Rusya ve İran hattı karşısında ABD kendi başkanlık seçimleri telaşına kapılmış durumda. Rusya’nın okul, hastane bombardımanları, seküler güçlerle mürtecilerin kavgası gibi takdim edilebiliyor. Çerkes soykırımının, Çeçen katliamlarının sorumlusu sağcı bir zihniyeti, antiemperyalist sol bir yaklaşım gibi algılamak ağır faturalar biriktiriyor. Uluslararası Af Örgütü raporları kimsenin kanını soğutmuyor. Stratejik örtüşmeler insanî kaygıların yerini alıyor. Halbuki insan hakları sorunları hiçbir ülkenin iç işi gibi kabul edilmiyor bu yüzyılda. Bölgede kimsenin koçbaşı, kimsenin sapanının taşı olmamak gerekiyor. Yarın belli ki diğerleri geldikleri gibi gidecek ve bölge halkları baş başa kalacak. Bir arada yaşamak bölgenin kaderi. Baas çizgisi ve IŞİD vahşeti karşısında bir üçüncü seçenek olarak Kobanê direnişi, politikalarını bölgenin hasassiyetleri karşısında mutlaka yeniden kurgulayabilmeli.
Mao ile Nixon 1972’de Vietnam-ABD savaşı sürerken barış anlaşması için buluşabiliyorlardı. PKK’nin dönüşeceğini varsayarak müzakere sürecini başlatanlar, bugün PYD’nin nedense dönüşebileceği varsayımını parantez dışı bırakıyor. Nokta analizinden süreç analizine geçmek gerekiyor.
Fütüristler uzun süre su savaşlarının Ortadoğu’yu tayin edeceğini yazıp çizdiler ama şimdi başka dinamikler bölgeyi şekillendiriyor. Unutmayalım ki hiçbir think-tank kuruluşu Sovyetlerin yıkılışı dahil olmak üzere önemli uluslararası süreçleri öngörememişlerdi. Bugün dört milyar insanın temiz su bulamaması kanıksandı. Afganistan’da iki milyon insan mayından sakat kaldı. Dönüp bakan yok.
Lenin’in Birinci Dünya Savaşı’nda gizli belgeleri açıklaması büyük heyecan yaratmıştı. Wikileaks belgelerini açıklayan Assange’ın benzer bir ilgi ve destek bulduğunu söylemek zor. Halbuki dijital devrimin sunduğu imkânlar çok kıymetli.
Türkiye’de siyasî partilerin AKP’nin bölge politikalarına karşı tutumları belirsizlikler içeriyor. Tezkerelerdeki yurttan sesler korosu sebebsiz değil. Suyu ne kadar ısıtırsak ısıtalım, ateşi söndürmüyor.
Dünyada Çin ve Hindistan’dan sonra en çok insan ihraç eden üçüncü ülkeyiz. Yedi milyon insanımız yurtdışında. Kapıları açsan kimse kalmayacak, ama iktidar oylarını artırmayı sürdürüyor.
Türkiye’de olan her şey Suriye’ye endeksli, ama bizim oradaki hesaplaşmayı bekleyecek halimiz yok.
Milliyetçilik yarışı
Türkiye kendisiyle savaşıyor. Sınır ötesinden gelenlere sunulan sağlık hizmetleri, Cizre ve Suruç’takilere bir türlü ulaşamıyor. Cezaevlerinde 387 tutuklu ağır hasta. Kimsenin umurunda değil. Galip olmak her zaman haklı olmak anlamına gelmiyor. Sorun çıkardığını düşündüğünüz öznelerin devre dışı bırakılması sonuç vermiyor.
Gerek bölgedeki savaş, gerekse mülteciler konusunda, siyasî partilerin ikna edici alternatif politikalar ortaya koymaları gerekiyor. Mülteci siyaseti Ermeni tehcirinden beri en belirleyici konu haline geldi. Mültecilerin etnik sıfatına bakarak ayrımcılık yapmak gizli ırkçılığın en açık belirtisi. Le Pen “Üç milyon göçmen, üç milyon işsiz” derken benzer tezlerin burada da işitilmesi can sıkıcı.
Ana muhalefetin sözcüsü Böke “Kimseye ülkeyi böldürtmeyiz” söyleminin ötesine geçemiyor. Milliyetçilik yarışı yardaki çiçeği koparma yarışıdır. Andımızı savunan bir CHP’yi, siz iktidar olsanız istemez misiniz?
Altı ok anayasasının değişmesine ayak sürüdükçe AKP kan topluyor. Halbuki yeni bir kurucu irade için çaba göstermek gerekiyor. Yurttaş merkezli bir anayasa işin aşil topuğu. Anayasa uzlaşma komisyonunu her şeye rağmen ayakta tutmak gerekiyor. Dolmabahçe’de ortadan kalkan masa, mecliste de kalkarsa, atış serbest bir duruma geçilebilir.
Peki bütün bunlara rağmen AKP nasıl oldu da dört milyon oy artırdı?
Şeriat, teokratik alanın siyasî alanı belirlemesiyse, Osmanlı’dan beri siyasî alan dinî alanı belirledi. Bu zeminde muhalefetin sonuç vermediğini CHP bile gördü artık.
Olan biteni Erdoğan’ın ruh haline bağlamak yanıltıcı olur, arkasında bir devlet aklı olduğu belli. Zamanında bu işlerde en tepede sorumluluk üstlenmiş bir devlet adamı kendisiyle görüştüğümde “Ortada devlet aklının kalmadığını” söylese de, emin değilim. Kuraldır, liderin kalitesini anlamanın yolu etrafındakilere bakmaktır. Ali’ye “Niye Ömer ve Ebu Bekir başardı?” diye sorduklarında Ali, “Onların yanında ben, benim yanımda siz vardınız” der. Sarhoşluğun en tehlikelisi iktidar sarhoşluğudur. Öyle horozlar vardır ki öttükleri için güneşin doğduğunu sanırlar. O yüzden “Allah kimseyi kendine mecnun etmesin” der Anadolu’da eskiler.
Menderes’i seven bir Ege köylüsüne soruyorlar “Nasıl adamdı?” diye. “İyiydi, ama devlet işlerine karışmayacaktı” diyor. Devlet işlerini yurttaşın işi kılmak için egemenliğin paylaşılması konusunda bir mutabakat şart. Zaten sorun tam da bu mutabakat olmadığında ne yapılacağı konusunda bir mutabakatın olmaması.
Enver Paşa kimsenin sözünü dinlemez, maceracı politikalarda inat edip bildiğini okur hale gelince çok sevdiği bir paşayı yanına yollarlar. Paşa uyarılarını yapar. Enver Paşa’nın cevabı, “Demek bunlar seni de kandırdılar paşam, sen kendi işine bak,” olur. Herhalde bu tarz tanıdık gelmiştir size.
Alternatif öneriler
Geldik şimdi yine en başa. Bu Hürriyet ve İtilaf ve İttihat-Terakki ikileminden çıkacak bir üçüncü yolun derinleştirilmesi, toplumsallaştırılması gerekiyor.
AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından beri bir sol seçenek yaratmak istiyoruz. 2016 yılında manzara hâlâ değişmediğine göre, şapkayı önümüze koymak gerekiyor. Biz neden yurttaşı ikna edemiyoruz? Mitinglerden mecliste gensoru vermeye değin denenmedik iş kalmadığına göre, sıkıntı pratikte değil acaba yerine ne önerdiğimizde mi? Alternatif önerilerimiz mi muğlak geliyor ahaliye?
Meselenin uluslararası boyutu da var. Neoliberal hegemonyaya karşı ikna edici bir alternatif ortaya koyamamak, iktisat politikaları yerine sosyal politikalarla yetinen bir solu ortaya koyuyor. Latin Amerika’daki son seçim sonuçları hepimiz için ibret verici olmalı.
Demokrasi, ötekileştirmeden ötekiyle ilişki kurmaktır. Karşınızdakini bir arada tutan bağları anlamadan siyaset yapılamaz. Balzac, “Meyhane halkın parlamentosudur,” demişti. Bizim parlamentomuz da kahvehaneler, orada varsak hayatın içinde varız demektir.
Baktığımız yer kadar durduğumuz zeminin de sağlam olması gerekiyor. Bu ülkede hiçbir hukukî güvencemiz yok. Hukuku olan devlet hukuk devleti değildir. En iyi hükümet yasalara uyan hükümettir. Ne diyordu Prusya Kralı: “Ben atadıktan sonra yargıçların bağımsızlığı beni rahatsız etmez.”
Türkiye’de 12 Eylül anayasası karşısında değişimden yana tutum aldık diye muhatap olmak zorunda kaldığımız siyasî mobbing utanç verici.
Bugün Erdoğan pozisyon değiştirince, tutumu ona endeksli olmayan bizler bugün de değişimden yana mücadelemizi sürdürüyoruz, ama tutumu Erdoğan’a endeksli siyaset yapanlar şimdi onunla yan yana düşünce hâlâ kendilerine gelemediler.
Kendini örgütleyemeyenin kimseyi örgütleme şansı yok.
Siyaset fikirle pratik arasındaki köprüdür. Yerçekimi yasası siyasette de geçerli olmalıdır. Tek başına vaat siyaseti, gelecek vaat etmiyor.
Aslolan insan hayatıdır diyorsak, bu hayatlara değebilmeliyiz. Başkalarıyla köprüleri atan değil de, gönül köprülerini kurabilen bir tarza ihtiyacımız var.
Özellikle AKP ile arasına mesafe koymuş mütedeyyin yurttaşlarımız, Kürt seçmenler, özgürlükçü bir siyasetten yana tutum alanlar mutlaka o büyük tarihsel buluşmayı sağlamalı. HDP bunun ilk adımlarını attı. Arkasının gelmemesi için bir neden yok. Yeter ki sadece hayatta değil siyasette de reenkarnasyona yer olmadığını unutmayalım.
Siyaset öncelikleri belirleme sanatıysa, yurttaşın öncelikleriyle kendimizinkini karşılaştırma durumundayız. Solun halkın çıkarının dışında örgütsel çıkarı olamaz, olduğundaysa sekte dönüşmüş demektir.
İktisatta azalan marjinal fayda kuramı gereği, konuşma ya da yazı uzadıkça faydası azalır.
O yüzden şimdilik burada duralım.