Ahmet Eken
Türk Giyim Kuşam ve Süslenme Sözlüğü
Reşad Ekrem Koçu
Doğan Kitap, 2015
Son yıllara gelene kadar giyim, kuşam ve süslenme hakkında yazılanların gazete ve dergi yazılarıyla sınırlı olduğunu görürüz. Konu, herhangi bir yanıyla ele alınıp kitap çerçevesinde irdelenmemiş. Ancak bu cılız ortamda bir istisna var, Reşad Ekrem Koçu’nun Türk Giyim Kuşam ve Süslenme Sözlüğü. Pek çok ilke imza atan yazar; Türkçe’de bir ilke daha imza atmış ve elimizdeki çalışmayı hazırlamış. Her yanıyla bir Koçu kitabı olan eserin geçtiğimiz günlerde Doğan Kitap tarafından yeni bir baskısı yapıldı.
Kitap, bir sözlük olarak elbette ilginç, yazarın olanca cömertliği ile öznelliğini yazdıklarına katması, bu eserine de ayrı bir tad veriyor. Ancak maddeleri okudukça öğrendiğimiz bazı konular daha var. Örneğin , giyim kuşam ve süslenme şeklimizin sürekli olarak iktidarların gözetimi altında şekillendiği, yine Avrupa’da olup bitenlerin bir süre sonra burada da görüldüğü. Bir de Osmanlı döneminde kılık kıyafetin herkesi, daha ilk bakışta görünür hâle soktuğu. Padişah’tan esnafa, ulemadan memura kadar herkes statüsünü gösteren bir esvap içerisinde. Bu olgu Tanzimatla (1839) birlikte değişmeye başlamış.
Kıyafetlerde batılılaşmanın öyküsüne ilginç bir örnek pantolon. Koçu’nun yazdıklarını okuyalım: “Alafranga kıyafette belden aşağı giyilen kisvenin adı… II Mahmud’un (1785-1839) yaptığı kıyafet inkılabından sonra şalvarın, çakşırın, poturun yerine giyilmiştir. Avam ağzında ‘pantolon’ denilir. Edebiyat tarihimize meçhul bir türkü ile geçmiştir. ‘Üsküdar’a gider iken aldı da bir yağmur / Kâtibimde setire uzun eteği çamur / … / Kâtibime setire pantol ne güzel yaraşır.’ Bu türkü genç ve güzel kâtibe karşı bir kız ağzından aşıkane söylenmemiştir, setire pantolu genç kâtiplere alay yollu bu türkünün tarihî kıymeti, memleketimizde Avrupalı kıyafetine karşı gerici zihniyetin tepkisini yaşatan bir vesika oluşudur. Türkü, Kırım Harbi (1853-1856) yılları içinde , Abdülmecid (1823 – 1861) zamanında çıkmıştır. II Mahmud Avrupalı kıyafeti askere giydirmiş, fakat sivil memurları, bilhassa küçük memurları bu hususta serbest bırakmış idi. Kırım Harbi başlayınca Abdülmecid bütün küçük memurları satire pantolon giymeye mecbur tutmuştu… Mutaasıp bir zümre buna gâvur mukallitliği dedi ve pantolon ile sokağa çıkmayıp iç donu ile çıkılmış gibi gördüler, ayıpladılar.”
Pantalonun kıyafetlerin bir parçası oluşu biraz maceralı olduysa da, uzun olmayan bir süre sonra resmî sivil, zengin fakir herkes pantolonu benimsemiş ve blucin pantolonlara kadar gelmişiz. Yazar, Amerika’da imal edilip dünyaya yayılan bu moda için, “bu arada memleketimize gelmiş, bilhassa erkek pantolonları hali vakti yerinde ailelerin garabet düşkünü oğulları ile amele, işçi ve ayak takımı arasında çok rağbet görmüştür .”diyor.
“Hazır satılan blucinler önceleri Amerika’dan ithal malı olarak getirilmiş. 1955-1956’dan beri de yerli mamulat arasına girmiştir, yerli blucin pantolonlar ‘kot’ adı verilen bir çeşit ince çadır bezinden yapılır.”
Geçmişi daha eskilere dayansa da, ahalinin tepkisini çeken diğer bir kisve fes olmuş. 1827-28 arasında askerî başlık kabul edilmiş. Hatta bununla da yetinilmeyerek tüm memur ve ulema efendilerin giymesi için nizamname yayınlanmış. Sadece, mensubiyetleri belli olsun diye etraflarına beyaz bir tülbend sarmalarına karar verilmiş. Memurun fesi ise sade. Ancak “muhafazakâr ham sofularla yeniçerilik geleneklerine bağlı kalabalık esnaf kitlesi fesi, sade,
dalfes giymemekte ısrar etmiş, bunun üzerine asker feslerindeki sarıklar kaldırılıp fes giyen esnaf takımının da feslerine yemeni, çenber, ağabani, yazma, tülbend gibi şeyler sarmalarına izin verilmiş ve fes halk arasında bundan sonra gereği gibi yayılmış.”
Lakin, fesin şekli de zaman zaman değişmiş. Uzayıp kısaldığı gibi, büyüp küçüldüğü de olmuş. Renkleri kırmızıdan başlayarak siyaha kadar çeşitli. Kulakları tamamen örten fese “babayane”, Abdülhamid dönemindeki nar çiçeği kırmızılığındaki feslere de “hafiye fesi” denmiş. Ve nihayet 1925 yılında giyilmesi yasaklanmış.
Değişik şapkalara gelinceye kadar başka başlıkların giyildiği olmuş. Birinci Dünya Savaşı içinde kara ordusu mensuplarına, halk arasında “Enveri” olarak adlandırılan, kolonyal şapkaya benzeyen bir başlık giydirilmiş. Ve tabi kalpak: , öncesi de var ama 1908 Meşrutiyetinden sonra, her rütbede subaylara serpuş olarak kalpak kabul edilmiş. Renkleri subayın rütbesi ve sınıfına göre değişiyor ve kısa bir süre sonra siviller arasında da yayılmış.
Giyim eşyaları içerisinde entarinin değişik bir öyküsü var. Öykünün değişik olmasının önemli nedeni, eskiden erkekler tarafından da giyiliyor olması. Okuyalım: “Entari, 1826’da Yeniçeri Ocağı ‘nın kaldırılmasından sonra, II Sultan Mahmud tarafından yapılan kıyafet inkılabına kadar sokakta günlük iş veya memuriyet hayatında erkekler tarafından da giyilmiştir… Etekler uzun, ayak bilekleri hizasına kadar inerdi ve uzun eteklerin savrulmaması için de bele kuşak ile veya bir kemer ile sımsıkı sarılır, bağlanırdı… 1826-27 arasındaki kıyafet inkılabından sonra erkeklerin çakşır veya şalvar üstüne yüzyıllardan beri giyegeldikleri sokak entarileri giyilmez oldu. Türk giyim kuşamında tamamen tarihe mal oldu. Fakat buna karşılık, genç ve yaşlı, iş saatlerinin dışında sokağa gecelik entarileri ile çıktılar, semtlerinin manavına, kasabına, bakkalına gecelik entarileri ile gittiler, mahalle kahvehanelerine de yalın ayak, ayaklarında takunya, başlarında fes yahut bir gecelik takkesi ve gecelik entarileri ile çıkıp oturdular, bu laubali hürriyet 1908-1909 yıllarına, ikinci Meşrutiyet’e kadar devam etti ve 1909’da ilk olarak Üsküdar’da erkekler için gecelik entarisi ile sokağa çıkma yasağı kondu.”
Ve tabii bu yasak sonrası yaşananlar bol bol gazetelere haberiıı veya karikatür olarak yansımış.
Tarihimizde bol bulunan tuhaf yasaklardan bir tanesi de, ‘açık saçık gezme yasağı’. Kadınların “aşırı süslü ve erkekleri tahrik edecek nümayişli kılıkla dolaşmaları hakkında bir yasak ilan etmek zarureti, ilk defa olarak 18. yüzyıl ortalarına doğru III Sultan Ahmed devrinde (1673 – I736) Sadrazam Damat İbrahim Paşa zamanında İstanbul kadılarına duyurulmuş.” Ve kadılar gerekeni yapıp ayrıntılı bir yasaklar listesini ilan etmiş.
Aslında yasağın amacı kılık kıyafetlerden daha çok, Sadrazam’a, özel yaşamına karşı “mutaassıp muhaifleri tarafından yürütülen kampanyanın önünü kesmek. Sıkça görüldüğü gibi, “ahlak”, “şeriat”, “gelenekler” bir kez daha gündeme getirilmiş. Daha sonraki dönemlerde de, örneğin II Abdülhamid döneminde, benzer uygulamalar yapılmış. Hatta 1732 yılında kadınların mesire yerlerine gitmesi bile yasaklanmış.
Erkekler için de yasaklamalar olmuş 1809 yılında, “sefihane kıyafetlerle dolaşmaları” men edilmiş. Denilen, herkesin edebiyle giyinmesi, fazla süslenmemesi!
Kitapta ayrıntılarını okuduğumuz giyim kuşam ve süslenme eşyalarının bir bölümü artık yok; resmî, resmî olmayan müdahaleler sonucu ortadan kalkmış. Modalar da öyle. Hergün bir “yenilik” ortaya çıkıyor. Blucin pantolonları soğuk karşılayan yazarın bunlara hangi gözle bakacağını elbette bilemeyeceğiz, ama çoğuna iyi gözle bakmayacağını tahmin edebiliriz. Bu tabii onları sözlüğüne almayacağını söylemek değil, yorumlarıyla beraber onları da okuyacaktık.