Giyinmek her ne kadar doğa koşullarına karşı bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmış olsa da, bugün sınıfsal durumu ifade etmenin en doğrudan araçlarından biri. Şüphesiz birçok giyim parçası kullanım alanına göre sınıfsal konumu ifade eder. Giyim parçaları arasında tarih boyunca en ilginç hikâyeye sahip olanlardan biri, kullanım alanı ve aldığı şekillere göre ayakkabı olmuştur.
Tarihi M.Ö. 2000 yılına kadar giden ayakkabının da ortaya çıkışı elbette birçok araç gereç gibi kendi ihtiyaçlarımıza dayanır. En eski bilinen ayakkabı ya da ayakkabı işlevi gören eşya papirüsten yapılma, ayakları yerden bile kesmeyen, kısmen pislikten koruyan bir parça bezin bağlanması şeklinde kullanılıyordu. Ancak zamanla insanları kategorize etmenin en kolay parçası haline geldi, biçimleri yanında renkleri ile de sınıfları temsil etti.
M.Ö. 600’lü yıllarda üst sınıf Yunan kadınları beyaz, kırmızı, sarı ya da yeşil ayakkabılar giyiyordu. Daha alt sınıf kadınlar ise doğal deri renginde açık sandaletler giyiyordu. Kadınlar için renkler belirleyici olurken, erkekler için ayakkabıların burunlarının uzunluğu belirleyiciydi. Ancak burun uzatma işi o kadar ilerlemişti ki İngiltere Kralı III Edward ayakkabı burun uzunluğunu iki inç ile sınırlayan bir yasa çıkarmak zorunda kaldı.
Tepedekilerin kılık kıyafet yönetmelik merakı nice yüzyıllar öncesine dayanmaktadır. Antik Yunan’da fahişelere özgü renk ve giysiler vardı ve üst sınıfın kadınlar bu giysilerle dışarı çıkmaları durumunda cezalandırılıyor, ısrar ederlerse mertebelerinin düşürülmesiyle tehdit ediliyorlardı. Bir grup kadın üst sınıftan sayılıp mahkûm hayatı yaşamaktansa, mertebelerinin düşürülmesini ve ayrıcalıklardan yararlanmamayı göze alarak bir isyan dalgası başlatmıştı.
Giysilerin cinslere göre bölümü de, cinsiyetçi işbölümü gibi, var olduğumuzdan bu yana bugün olduğu gibi değildi. İlk kullanımlarında cinslere göre ayrımdan ziyade işlev ve ihtiyaca göre kullanım alanı olan gündelik araçlar sınıflı toplumların ortaya çıkışı ile birlikte bu iki işlevin yanında statüyü belirleme aracı haline geldi. Bugün de bu işlevini korumaya devam ediyor.
Yüksek Ökçeler
Giysiler sınıfları birbirinden ayırmanın yanı sıra, zamanla cinsiyetleri de temsil eden birer araç oldu. Etek, pantolon, çanta gibi birçok giysinin hâlâ bugün cinsiyet ayrımı aracı olarak kullanılması cinsiyetçi ayrımcılığı da beraberinde getiriyor. Giysi ve renkler üzerinden tanımlanan özlü sözler, benzetmeler, deyim ve fıkralar cinsiyetçi, homofobik, transfobik nefretin ve aşağılamanın bir ifadesi olarak hâlâ gündelik hayatta yer alıyor ve bir mücadele alanı olarak yerini koruyor.
Fakat bugün kadınların seksiliğinin bir ölçüsü olarak sunulan, kadınları daha da kadınsı gösteren şeyler var ki tarihte aslında yerlerini böyle almamışlardı. Örneğin, kadının en seksi aksesuarı olarak tüm reklam, film, poster, davet gibi yerlerde gördüğümüz topuklu ayakkabılar. Bazı erkekler için hayal kırıklığı olabilir, ama bir rivayete göre yüksek ökçeli ayakkabılar ilk kez erkekler tarafından giyildi. Hatta işlevi sadece boy uzatmak olan topuklu ayakkabı tarihte ilk kez, boyunun kısalığını Fransa’nın o dönemki görkemine yakıştıramayan Kral XIV Louis için yapıldı. Louis’nin ökçeli kırmızı ayakkabılarının ardından halkın günlerce kutlamalar yaptığı rivayeti de tarihte yerini alır.
Bu dönemde yüksek topuk giymek sadece soylu ailelerin hakkı idi. Hatta soylu aileler arasında topuk boyları ve renkleri de kendi içinde bir sınıf temsili oldu. Topuklu ayakkabının kullanımıyla ilgili bir diğer anlatı da 1530’larda ünlü Medici ailesinin kızının bir dük ile evlendirilmesi sırasında gelinimizin boyunun düğünün görkeminin altında kalması üzerine topuk ekleme çözümünün bulunmasıdır. Gerçek topuklu ayakkabının mucidinin Leonardo Da Vinci olduğuna dair bir rivayet de var.
Gel zaman git zaman Kral XIV Louis ve erkeklerin ökçeleri kısalırken, 1920’ler sonrası topuklu ayakkabı tamamen kadınlara özel bir ayakkabı olarak kaldı. Oysa ilk ökçeler kendi döneminde yerlerin hayvan pisliği içinde kalmasından dolayı o pislikten korunmak, askerlerin ayaklarının üzengiye daha rahat oturması gibi gayet mantıklı işlevlerle ortaya çıkmıştı.
Evet, belki kadınlar olarak bugün sadece estetik bulduğumuz için kullanımına devam ediyor olabiliriz. Ama giyilen bir eşya ile kadın ya da erkekliği belirlemek şüphesiz sistemin ürettiği ve her gün beslediği cinsiyetçiliğin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Namusun, zenginliğin ve normalliğin en kolay tanımlanma aracı oldu. Değişen dünya ile birlikte cinslerin birbiriyle etkileşimi de değişiyor. Erkeklerin tacizlere karşı mini etekli, topuklu ayakkabılı eylemleri sistemin ayrımcılığı karşısında dayanışmanın en somut göstergelerinden biri oldu. Bu değişimin zamanla sistemin bize biçtiği tüm rolleri reddedeceğimiz bir evreye geleceği kesin. O günlerde belki hepimiz topuklu ayakkabı, belki hiç birimiz hiçbir şey giymeyiz.