Ayşe Çavdar
Başakşehir bir proje olarak 1994’te, Refah Partisi’nin İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni devralmasıyla başladı. Ancak fikir olarak bir dizi öncülün ürünüydü. Başakşehir’i mümkün kılan, Dalan döneminde başlayan, kentteki üretimin organize sanayi bölgelerine taşınması fikriydi. İkitelli Organize Sanayi Bölgesi’nde çalışanların yaşayabilecekleri sosyal konut alanı olarak projelendirildi Başakşehir. Ne var ki, organize sanayi bölgelerine dayanan kentsel üretimin düzenlenmesi fikrinin uygulama aşamaları o dönem Refah Partisi’nde kendisini ifade eden muhafazakâr sermayenin yükselişiyle eşzamanlı olarak hayata geçirildi. Dolayısıyla zemini, merkezde Özal, İstanbul yerelinde Dalan döneminde oluşturulan bir üretim ve kent modeli bugünkü şeklini Refah Partisi’nin 1994 yerel seçimlerindeki başarısıyla almaya başladı. Bu yönüyle Başakşehir 1980’lerde liberalleştirilen piyasa mekanizmasının nasıl olup da artık yeni-İslamcılık diye adlandırabileceğimiz bir toplumsal örüntüye dönüştüğünün en kapsamlı kentsel pratiği aynı zamanda.
Projenin hayata geçirilebilmesi için önce, 1980’lerin sonunda kurulmasına rağmen işlevlendirilemeyen KİPTAŞ, belediye arazilerini kullanma ve kâr amaçlı konut yapma yetkileriyle donatılarak yeniden yapılandırıldı. Başakşehir KİPTAŞ’ın ilk projesi oldu. KİPTAŞ’ın bir model olarak TOKİ’nin öncülü olduğu düşünüldüğünde Başakşehir ve KİPTAŞ modeli İstanbul’un geleceği açısından anlamlı bir referansa dönüşüyor.
Tüketim kültürüyle uzlaşı
Başakşehir’in dönüşümüne bakarak bile İslamcılığın 1990’lar ve 2000’ler boyunca geçirdiği dönüşümü anlamak mümkün. Büyük ölçüde 2000’lere kadar tamamlanan ilk iki etapla sonraki etapların görünümü arasındaki fark çok şeyi açıklıyor. 1994’te yapılan konutlar, Doğu Avrupa’daki sosyal konutlardan hallice, 10-11 katlı yapılar. Evsafları 2002’den sonra -yani AKP hükümeti döneminde- şekillenen dördüncü ve beşinci etaplar ise yeni-İslamcılığın yükseliş tutkusunu ve tüketim kültürüyle girdiği uzlaşıyı resmeden bir nitelik taşıyor.
İnsanlara “neden yaşamak için burayı seçtiniz?” sorusu yöneltildiğinde verilen cevaplar da etaplar arasında farklılık gösteriyor. İlk etaplardakiler konutların ucuz olmasının hemen ardından, kendileri için dost, arkadaş-fikirdaş, cemaatdaş-bildikleri ailelerle komşu olmak için geldiklerini söylüyor. 2002 sonrası tamamlanan etaplara gelenlerin tercih sebepleri ise temiz bir çevrede, nezih insanlarla birlikte, çocuklarının güvende olabileceği bir mahalde yaşama isteği.
Başakşehir’in bir siteler koleksiyonu haline gelmesi de 2002 sonrasına tekabül ediyor. Daha önceleri toplu konut olarak yapılan bloklar bile, 2002 sonrasında etrafları duvarlarla çevrili, güvenlik görevlileriyle korunan yeni sitelere bakarak aynı düzenlemeyi tatbik etmeye çalışıyor. Profili giderek yükselen, villa tipi lüks konutlarla çeşnilendirilen bu peyzaj, nüfusu yaklaşık bir milyon kişiyi bulan Başakşehir’in yalnızca bu etapların bulunduğu alanında sayıları çoktan otuzu geçen büyük alışveriş merkezleri ve marketlerle adeta ve yalnızca tüketimin diline tercüme ediliyor. Ev alma fikrinin kendisinde de büyük bir dönüşüm var. Pek çok aile, özellikle 2011’de buraya yetişecek metroyu düşünerek iyi bir ev aldığını değil, iyi bir yatırım yaptığını düşünüyor.
Başakşehir yalnızca bu etaplardan ibaret değil. Daha seküler bir orta-üst sınıf uydukent projesi olarak ortaya çıkan Bahçeşehir’in yanı sıra, Güvercintepe, Altınşehir ve Şahintepe adlı üç de gecekondu mahallesine sahip. Tahmin edileceği üzere bu üç mahallenin tamamı kentsel dönüşüm projelerine konu olmak üzere. Bir yanlarında Başakşehir, diğer yanlarında Bahçeşehir ve hemen yanı başlarında Küçükçekmece sınırları dahilinde kalsa da onlara bir nefes kadar yakın olan Bosphorus City yükseliyor. Bu mahallelerden Altınşehir ve Güvercintepe arada bir gecekondu yıkım ekiplerine direnen mahalleli haberleriyle gündeme geliyor.
Başakşehir’in önemli problemlerinden biri toplu taşıma. Çünkü belediye sitelerin duvarlarını görmezden geldiği için kuş uçuşu duraklara yakın gibi görünen, ancak duvarlar sebebiyle toplu taşımaya ulaşım mesafesi kat be kat artan pek çok siteye otobüs göndermiyor. Toplu taşıma bu nedenle büyük ölçüde marketlerin ve alışveriş merkezlerinin müşteri servislerine bırakılmış vaziyette. Bundan pek şikâyetçi oldukları da söylenemez. Çünkü bu sayede herhangi bir iş için evinden çıkmış biri, o civardaki markete uğramadan hayata karışamamış oluyor.
“İkinci Suudi Arabistan”
Başakşehir yalnızca dindar, muhafazakâr ailelerin yaşadığı bir bölge değil. Hostesler, devlet memurları, öğretmenler, civardaki uluslararası şirket temsilciliklerinde çalışan yabancılar ve 1997’de, yani 28 Şubat sürecinde, kimilerine göre Başakşehir’deki “İslamcı gettolaşmaya” bir müdahale aracı olarak kurulan Oyakkent’te yaşayan yaklaşık 200-300 kadar emekli asker ailesi de bulunuyor. Bunlara bazı blokları adliye lojmanı olarak kiralanan sitede yaşayan hakim ve savcılar da eklendiğinde Başakşehir iyiden iyiye renkleniyor.
Ancak sanayi ya da ticaret alanında patron veya üst düzey yönetici olarak çalışan mensupları aracılığıyla geçinen, hatta zenginleşen dindar ailelerin sayıca kalabalık olması dolayısıyla, Başakşehir özelinde azınlıkta kalan seküler kesimin kendini baskı ve hatta tehdit altında hissettiği de bir gerçek. Örneğin öğretmen bir kadın Başakşehir’i “İkinci Suudi Arabistan” diye adlandırıyor. Yaklaşık 200 bin kişilik konut alanında içki satılan yalnızca üç yer var.
Başakşehir’in gelişim sürecini anlayabilmek için buraya gelenlerin daha önceleri nerede yaşadıklarını da bilmek gerekiyor. Araştırmaya başlamadan önce Başakşehir’de yaşayanların Fatih, Üsküdar, Çarşamba gibi dindar semtlerden geldiğini zannediyordum. Bu düşüncem pek doğru değilmiş. Başakşehirlilerin yalnızca bir kuşak öncesine kadar aile tarihlerine bakmak bile site yaşantısının toplumsal ve finansal sermayesini anlamayı kolaylaştırıyor. Buraya gelenler daha çok Esenler, Bağcılar, Halkalı, Yeni Bosna gibi semtlerden “kaçarak” uzaklaşanlar. Kaçmalarının sebebi, gecekonduları yap-satçılara verdikten sonra semtlerin kalabalıklaşması, mahalle niteliğini kaybetmesi, dolayısıyla kendilerini artık güvende hissetmemeleri. Yap-satçılardan kendilerine kalan ve merkeze daha yakın olduğu için yüksekçe fiyatlara sattıkları konutları elden çıkartıp paranın bir kısmıyla buradaki ev yatırımlarını yapmış, kalanıyla da kendilerine iş kurmuşlar. Buraya akan para eski gecekondu mahallelerinde birikmiş rant.
Başakşehir’in anlamı, sakinlerinin tarihsel kökleri akılda tutulduğunda özellikle Başakşehirlileri merkeze taşıyan otobüslerde daha da netleşiyor. Çünkü Başakşehir-Taksim, Eminönü, Mecidiyeköy ve Bakırköy hatları Başakşehirlileri eski mahallelerinden geçirip merkeze taşıyor. Tam da o geçiş anlarında yeni-İslamcılığın köksüzleşmesinin işaretleri okunuyor yüzlerde. Eski semtlerinden insanlarla yan yana oturmak yerine safları sıklaştırıyor yeni Başakşehirliler. Otobüs kalabalıklaştıkça birbirlerine yaklaşıyorlar.
Yeni-İslamcılık’ın eskisinden farkının okunabildiği bir başka saflaşma da Türkiye’nin en iyi devlet hastanelerinden biri olan Başakşehir Devlet Hastanesi’nde görülüyor. Bu hastane gecekondu mahallelerinden gelenlere de sağlık hizmeti veriyor. Etrafında polikliniklerin bulunduğu büyük bekleme salonunda dört oturma grubu var. Ortadaki oturma grubu daha çok gecekondu mahallelerinden ya da yine Başakşehir’de bulunan göçmen ve deprem konutlarından gelenlere hizmet veriyor. Başakşehir’in seçkinleri ise kenarlarda kalanları tercih ediyorlar. Nasıl mı ayırıyorum? Yoksullar daima daha renkli giyiniyor. Başakşehir’in nasıl tüketeceğini, nasıl giyineceğini bilen seçkin insanları ise kahverengiler, griler ve siyahlara bürünüyor.
Sosyalleşme
Başakşehir’de sosyalleşmenin cemaatler eliyle bürokratikleştirilmesi gibi bir olgu yaşanıyor. Eski mahallelerde, gecekondu mahallelerinde yeni gelenlerin mahalleyle bağı akrabalar ve hemşehriler aracılığıyla kurulurdu. Burada ise bağ cemaatler tarafından kuruluyor. Cemaatlerin kurduğu dernekler Başakşehir’de düzenledikleri etkinliklerle insanları bir araya getiriyor. Bu dernekler “Başakşehir STK Platformu” adında bir de çatı örgüt oluşturmuş. Başakşehir’in geleceğinde söz sahibi olmak istiyorlar. Kültürel etkinlikler, yardım kermesleri, okuma toplantıları, imza günleri, minik konserler… Çağrılanlar ve konular dışında yapısal olarak daha seküler bir semtte olabileceklerden farklı olmayan bu etkinlikler Başakşehir’i bir yaşam ve yatırım alanına dönüştürme çabasının ortakları.
Handikapı ise Kurban Bayramı üzerinden özetleyebiliriz. “Türkiye’nin en modern kurban kesim yeri”ne sahip Başakşehir’de kurban payları komşulara dağıtılmıyor, paraya dönüştürülmek üzere cemaatlere veriliyor. Göçmen Konutları’nda yaşayan ve hiç pay gelmediği ama çocukları et istediği için 5 liralık et almak için kasaba gelen kadın bunu doğal karşılıyor: “Birbirimizi tanımıyoruz ki komşu olalım” diyor. Kurbanın yoksul komşuyla yardımlaşmayı öneren toplumsal işlevi kurumsal ilişkilere tercüme edilip ortadan kaldırılıyor adeta.
İki türlü espri var Başakşehir’de bu durumu anlatan. Birinde deniyor ki, “Burada komşu komşunun külüne değil, gülüne muhtaç.” İkincisi biraz can yakıcı. Genç bir erkek, anne-babasının Başakşehir’de yaşamayı tercih etmesinin sebebini özetliyor: “Hani var ya, komşusu açken tok yatan dinden çıkıyor… Burada aç komşu olmadığı için kimse dinden çıkmıyor.”
Sular Vadisi
Başakşehir tipi yaşam belediye, KİPTAŞ ve TOKİ’nin yanı sıra başka idarî kurumlar tarafından da destekleniyor. Türkiye’nin en iyi devlet hastanelerinden birinin yanı sıra, İstanbul’un en iyi devlet lisesi ve ilköğretim kurumları da Başakşehir’de. Öğretmenler, doktorlar seçilerek gönderiliyor. Ayrıca yine İstanbul’un kamu tarafından inşa edilip işletilen en büyük spor merkezi de burada. Başakşehir’in çocuklarınca kurulan spor takımları Beşiktaş ve Galatasaray markalarını taşıyor. Ayrıca her cemaatin bir de koleji var.
Kamunun Başakşehir’i adlandırmak için kullandığı isimler de projeye marka değeri sağlar nitelikte: Cahit Zarifoğlu İlköğretim Okulu, Nurettin Topçu İlköğretim Okulu, Ahmet Kabaklı İlköğretim Okulu… Öte yandan KİPTAŞ’ın yaptırdığı sitelere verdiği isimler başka çağrışımlarla yüklü: Salacak, Ortaköy, Kanlıca, Emirgân… Bu sitelerin arasında Boğaz yerine bir otoyol var, ama kadınlar süpermarkette birbirlerine “Ortaköy’de oturuyorum, Kanlıca’da oturuyorum” diyebiliyor.
Başakşehir’in “ilk ve tek prestij projesi” tanımıyla sunulan Sular Vadisi bu bölgede olup bitenlerin özetlendiği sembolik bir mekân. Bu park, Ayamama Deresi’nin yatağı kurutularak üretildi. İki tarafında Başakşehir’in en pahalı blokları ve villaları bulunuyor. Ortada ise büyük oranda Uzak Asya’dan getirilmiş tropikal bitkiler, yapay süs havuzları ve kır kahvesi, restoran gibi yapılarıyla koca bir rekreasyon alanı. Otuz yıllığına bir inşaat şirketine kiralanmış. Peyzajından ve buradaki yapıların işletilmesinden iki ayrı şirket daha sorumlu. Dolayısıyla bu rekreasyon alanı aslında karmaşık bir işletme. Kamusal alanın özelleştirilmesi…
Yedi işçinin hayatını kaybettiği sel vakası, Sular Vadisi’nin hemen bitiminde, muhtemelen Ayamama’nın yatağının bu proje için değiştirilmesinden dolayı yaşanmıştı. Bu bölgenin en canlı yerleri Uzay Cafe’nin bulunduğu UFO-türbe karışımı bir yapı ile Burger King’e kiralanmış benzer başka bir yapı. Uzay Cafe’de büyüklere nargile, küçüklere oyun makineleri var. Silahlar ve tırlarla oynuyorlar. Yürüyüş ve bisiklet parkurları vadinin ana hatlarını oluşturuyor. Kadınlar başörtüleri ve çarşaflarıyla adımlayıp duruyorlar bir aşağı bir yukarı. Yoruldukları zaman ise golf arabalarıyla park içinde istedikleri mekâna bırakılıyorlar kahvelerini yudumlamak üzere.
İki üniversite öğrencisi kızla tanışıyorum Sular Vadisi’nde. Fatih Üniversitesi’nde okuyorlar. İkisi de başörtülü… Sohbet biraz koyulaşınca soruyorum: “Başörtüsü sorun oluyor mu okulda?” Cevap, “Hayır, artık olmuyor.” Sonra yasağın anlamsızlığından konuşuyoruz. Biraz provoke etmek için kendi başörtülü geçmişimden söz ediyorum. Diyorum ki, “Bizi (1990’larda) yasaklamakta haklılardı. Çünkü onların sunduklarını reddediyor, başka şeyler istiyorduk. Dünyayı değiştirecektik. İsyan ediyorduk. Ama siz sadece kariyer yapmak istiyorsunuz. Bunda yasaklanacak ne var ki?” Kızlar çok mutlu duyduklarından, biri “Evet ya Ayşe Abla, keşke herkes senin gibi düşünse, çok saçma bu yasak” diyor. Elimde değil, utanıyorum.
“Güvercintepe hepsinden yüksek”
Başakşehir kendi eleştirisini de içinde taşıyor. Örneğin, İslam’ın mülk ve sermaye biriktirmeye imkân vermediğini söylediği için “yeşil sosyalist” olarak tanınmaya başlayan İhsan Eliaçık Başakşehir’in mütevazı sitelerinden birinde yaşıyor. Yine aynı sitede yaşayan bir başka kadın, yeni yapılan rezidanslardan birinde ev almak isteyen varlıklı arkadaşını vazgeçirmek için elinden geleni yapıyor. STK Platformu bir raporla TOKİ ve KİPTAŞ’a Başakşehir’in mahalle havasına bürünmesi için yapılması gerekenleri sıralıyor, duyacak birilerini bulamasalar da burada bir şeylerin eksik olduğunun farkındalar.
Eleştirinin önemlice bir kısmı gecekondu mahallelerinden geliyor. Mesela Güvercintepeli bir delikanlıya “Bir yanın Başakşehir, diğeri Bahçeşehir, dibinde de Bosphorus City var. Ne düşünüyorsun?” diye bir soru yöneltiyorum. Diyor ki, “Güvercintepe hepsinden yüksek.” Sonra Başakşehirlilerin birbirlerine karşı ne denli kayıtsız olduklarından söz ediyor.
Şahintepe’nin daha da ilginç bir ilişkisi var Başakşehir’le. Güvercintepe dindarlığa pek prim vermiyor, ama Şahintepe bu konuda Başakşehir’le yarışmaya hazır. Ne var ki, kendi dindarlıklarıyla Başakşehir’inki arasında bir fark olduğunun da bilincindeler. Geçen yıl yaşanan bir okul hikâyesi anlatıyorlar: 70 bin kişilik mahallenin ilkokulu aşırı yağmurdan yıkılma noktasına gelmiş ve kapanmış. Sömestir ortası, okul yok. Çocuklarını Başakşehir’deki okullara göndermek istemişler. Ama buradaki veliler itiraz etmiş bu işe. Şahintepe’nin çocuklarının kendi çocuklarının ahlakını bozacağını düşünmüşler. Sonuçta Şahintepeli çocuklar bir sömestiri evlerinde geçirmiş, ama bazı Başakşehirli hayırseverler yeni okulun yapımına katkıda bulunmuş.
Bu hikâyeye çok kızıyor Şahintepe. Bir teyze, “Kötü bir evde yaşıyorum diye, kötü insan mı oluyorum?” diye sitem ediyor. Bir başkası, “Demek çocuklarına verdikleri ahlaka bu kadar az güveniyorlar” diyor.
Başakşehir bir tüketim ve standartlar cenneti. Ancak o standartları özelleştiren kimi ayrıntılar yok değil. Mesela en pahalı olmasına rağmen en çok sevilen ve övülen market sürekli tasavvuf müziği çalarak rahatlatıyor müşterilerini. Kadınlara özel kafeler, haremlik-selamlıklı fitness salonları, Versace’nin, Armani’nin tesettür giyime uyarlanmış taklitleri… “Biz de biliyoruz iyi yaşamanın yollarını” tekrarından doğan bir iştah dünyaya karşı. “Müslüman defileye de gider, iyi de giyinir, jipe de biner” terennümünün, “Zekâtımı verip servetimi temizliyorum” diyerek aslında sermayenin sıradanlığının İslam’la markalanması ve dinin bu markanın estetik bir ayrıntısından başka bir şey olmaması…
Başakşehir bir alternatif sunmuyor. İslamcılığın liberal ekonomiyle girdiği yatakta peydah ettiği özürlü bir bebek. Belediyenin kendisi için seçtiği logo yeterince açık: İstanbul logosundaki minarelerin yerini stilize yüksek binalar almış. Hepsi bu.
Başlıktaki “çakma modernite” taklit ya da sahte anlamında kullanılmadı. Aksine çakılmış, işaretlenmiş, delinmiş manasında idi. İslamcılığın, eleştirisinden doğduğu moderniteyle girdiği maceradan nasıl bir yenilgiyle çıktığının mekânsal ifadesi Başakşehir. Hayır, ortada bir başarı öyküsü yok. Çünkü yaratılmış, yaşama geçirilmiş bir alternatif yok. Çünkü İslamcılığın modernlik tahayyülünde piyasanın koşulları dışında bir kendini gerçekleştirme alanı yok. AKP, bunun farkına vakitlice vararak yükselen bir değere dönüştürdü kendini. Böylece kendisiyle birlikte yenilediği İslamcılığın kaderini de piyasa koşullarının öngörülemezliğine bağlamış oldu. Başakşehir bu yüzden depreme karşı dayanıklı, güvenlikli, nezih, ama standart ve güvenilir olmayan bir gelecek tahayyülü.