Büyük bir sanat eserinin belirleyici özelliği, her çağın insanına ayrı ayrı hitap edebilmesi, bukalemun gibi renk değiştirebilmesidir. Evrensellik denilen de budur özünde: zamanın ve mekânın dışında değil, tam aksine, her zamanın ve her mekânın içinde yabancılık çekmeden var olabilen bir eser. Her şeyden önce içinden çıktığı zamanı ve mekânı yansıtır elbette, ama oradan başka zaman ve mekânlara geçebildiği ölçüde büyük bir sanat eseri sayılmaya hak kazanır.
İranlı yazar ve şair Esmail Hoyî, bu gerçeği çok güzel ifade eder: “Birçokları yerele ve şimdiki zamana odaklanmanın küresel, evrensel sorunlardan uzaklaşmak olduğuna inanır. Bundan da şöyle bir sonuç çıkar ki, sanatta ya mahallî ya da evrensel olmak icab eder. Oysa ben, sanatta mahallî olmayı küreselliğe yahut evrenselliğe giden tek yol addediyorum… Ancak yerele ve şimdiki zamana odaklanarak dünyaya ve ebediyete ulaşılabilir, çünkü dünya yerelde, ebediyet ise şimdiki zamanda başlar.” (Esmail Hoyî, Şinahtnâme-i Ardeşir Muhassıs [Tahran, 1357 (1978–79, 2. baskı)], s. 59.)
Miguel de Cervantes Saavedra’nın El ingenioso hidalgo don Quijote de la Mancha başlığını taşıyan ve genel olarak modern anlamda ilk Avrupalı roman addedilen, birinci cildi 1605’te, ikinci cildi 1615’te çıkan dev eseri şüphesiz döneminin İspanya’sına aittir. Şövalyeler çağı sonrasının, kaybolan ideallerin, saraylarının esiri olan aristokratlarla cehaletlerinin esiri olan halkın, hatta Mağrib korsanlarına tutsak düşen Hıristiyanlar’ın (bizzat Cervantes gibi) öyküsünü anlatır. Roman kahramanının yaşadığı toplumdan ne kadar soyutlandığını, yardımseverliği ve konuştuğu klasik Kastilya İspanyolcası kadar çevresindekilerin vurdumduymazlığı ve hoyratlığı da belli eder.
Grigoriy Kozintsev’in 1957 yapımı Don Kihot filmi, Cervantes’in metnine ana hatlarıyla sadıktır. Yevgeniy Şvarts’ın senaryosu, kurguda ufak tefek farklar içermekle birlikte romandan pek uzaklaşmaz. Başrolde Sergey Eyzenşteyn’in Aleksandr Nevskiy (1938) ve İvan Groznıy (Korkunç İvan, 1944) filmlerinin unutulmaz yıldızı Nikolay Çerkasov vardır. Sancho Panza rolünü Yuriy Tolubeyev üstlenmiştir, Aldonza Lorenzo (yani Dulcinea) rolünü ise Lyudmila Kasyanova.
İşin doğrusu Çerkasov, herhalde romanı okumuş olan herkesin muhayyilesinde canlandırdığı Don Quijote’nin ete kemiğe bürünmüş hali olsa gerektir. Tolubeyev de hiç fena değildir yoldaşı Sancho olarak. Bunun ardında filmin Fransız ressamı Gustave Doré’nin resimlerinden önemli ölçüde ilham almış olması yatmaktadır. Doré’nin çizimlerinden hakkâk Héliodore-Joseph Pisan’nın gerçekleştirdiği gravürlerin yayınlandığı L’Ingénieux hidalgo Don Quichotte de la Manche (Paris, 1869) adlı kitabın aslını çoğumuz görmemişizdir mutlaka, ama içindeki gravürler o kadar yaygındır ki, farkında olsak da olmasak da hayalimizdeki “mahzun yüzlü şövalye”yi hep o kitap şekillendirmiştir.
Yola çıkışlarını kahramanımız şöyle tarif ediyor: “Meşhur şövalye Don Quijote de la Mancha ünlü atı Rocinante’ye bindi ve yanında sadık ve cesur yardımcısı Sancho Panza ile La Mancha’yı boydan boya kat ederek kötülere korku, mağdurlara ümit verdi.” Gerçekten de yapmaya çalıştığı buydu, ama gel gör ki kötünün ve mağdurun tarifleri artık değişmişti. Film boyunca işte bu tanımların üzerinde duruluyor.
Örneğin, kürek mahkûmlarının serbest bırakılmasını talep ederken masum olduklarını iddia etmiyor. “Bu zavallıların kudretli hamileri olsaydı hakim onları serbest bırakırdı” diyerek düzenin adaletsizliğini vurguluyor. Artık şövalyeler çağının gerilerde kaldığını söyleyip ayaklarının yere basmasını sağlamaya çalışan hekime “Bu yıl ve geçen yıl ve bir önceki yıl ve yüz yıl önce sefiller yardım diliyordu ve varlıklı olanlar kulaklarını tıkıyordu” diyor. “Onların yardımına sadece gezgin şövalyeler koşar.”
Sarayda onu asilikle suçlayan papaza ise cevabı şudur: “Sen ne bilirsin rahip, kilisenin dışında olup bitenleri? Çık dış dünyaya da çevrene bak. İktidar peşinde olanlar merdivenmiş gibi cesetlerin üzerinden tırmanıyorlar yükseklere. İhtiraslı olanlar bozuk para karşılığında adam öldürüyor. İftiracılar yakınlarını yılan gibi sokuyor. Ben sadece bir şey istedim, herkese iyilik etmeyi, kimseye kötülük etmemeyi. Bir de beni mi kınıyorsun? İnsaf be rahip!”
Dalga geçmek için vali tayin edilen Sancho ise sokağa atılınca şöyle der: “Bir köylü her zaman yapacak bir iş bulur, ama seni azlettikleri zaman nereye gideceksin, ey vekilharç? Sen ne yapabilirsin, asalak herif?”
Don Quijote’nin ne kadar büyük bir eser olduğuna yeni kanıtlar bulmak herhalde gerekli değildir, ama Kozintsev’in filminde sınıf kavramının ön plana çıkarılarak Sovyet dönemine uyarlandığında romanın hiçbir şey kaybetmediğini görmek insanı gerçekten hayran bırakıyor. Yanlış anlaşılmasın: Don Kihot, bir Stalin dönemi toplumsal gerçekçilik ürünü değil; zaten çevrildiğinde Stalin çoktan ölmüştü. Çok incelikli, çok zarif bir film bu. Ama yazıldığı yer ve dönemden çok farklı bir yer ve dönemde, o yer ve dönemin anlam dünyasını mükemmel bir şekilde yansıtabilmesi, Cervantes’in eserinin evrenselliğinin inkâr edilemez bir kanıtıdır.