Günay Akarsu
Bu yazı, Tiyatro 70 dergisinin Mart 1970 tarihli 2. sayısının başyazısıdır. Sonradan Atatürk Kültür Merkezi adı verilecek olan Kültür Sarayı 1969’da açılmıştır, tartışmaları sürmektedir.
Yazılarının öğrencileri tarafından derlendiği kitapta Sabri Günay Akarsu hakkında, “emekten yana, emekçiden yana, sosyalizmden yana taraf olmuş, yaşamının eksenini bu doğrultuda sanata, tiyatroya adamış bir düşün insanıydı” denir (Toplumcu Tiyatroya Adanmış Bir Yaşam, Mitos Boyut Yayınları, 2009).
Milyonlarca lira harcanarak bir tiyatro yapıldı İstanbul’a. Sonra adına Kültür Sarayı dendi. Daha sonra da burası Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’nün tekeline verildi. Önce şu soruyu soralım: Çok mu gerekliydi, İstanbul’a böyle bir yapı? Değildi elbette. Millî geliri çok düşük bir ulus da, bütçesi sınırlı bir aile gibi davranmak zorundadır. Eldeki para belli olduğuna göre, ihtiyaçların gerçekçi bir sıralaması yapılmalı ve harcamalar bu sıraya uymalıydı. İşe bu açıdan bakınca, bütün bir Türkiye en ilkel sanat kuruluşlarından yoksunken, bırakın sanat kuruluşlarını, halkımızın ezici çoğunluğu yiyecek, içeçek, doktor, okul, yol sıkıntısı çekerken İstanbul da elindeki yapılarla yetinebilirdi pekala. Yetinmeliydi. İstanbul Kültür Sarayı’nın yapımı, bütün Anadolu halkını sömüren İstanbulluların, Ankaralıların sömürüsüne bir halka daha eklemekten başka bir şey değildir.
Üstelik burada yer alacak olan tiyatro, çoksesli müzik, bale, opera, resim gibi sanat türleriyle emekçi sınıflarımızın ilişkisi düşünülürse, işin ne kadar ters olduğu daha iyi anlaşılır. Bütünüyle Batı’nın kokuşmuş burjuvasından aktarılan, günümüze kadar da burjuva kalmakta direnen bu sanat türleri emekçi sınıflarımıza yabancıdır, uzaktır, aykırıdır ve elbette onların karşısındadır. Egemen sınıfların yanında yer alan, özenti burjuvamıza yaranmak için çabalayan sanatçılarımız da, bilerek ya da bilmeden, emperyalizmin Türkiye’deki yardakçıları durumuna düşmüşler, kültür emperyalizminin bir kuklası, bir aracı olmuşlardır.
Emekçi halkımız binlerce yıldır elbirlikçi bir çalışmayla yarattığı kendi sanatını, aynı ilkellik içinde de olsa, günümüze kadar yaşatmış; dışardan gelen sömürücü sanata sağlam bir içgüdüyle karşı koymaya çalışmıştır. Halkımızı küçümseyen burjuva sanatçılarımız ise bağışlanmaz bir sorumsuzlukla apayrı bir sanat yaratma çabasını gittikçe azıtarak sürdürmüşler; emekçi sınıflardan, köylüden uzaklaştıkça görevini yapmış kişilerin rahatlığını yaşamışlardır.
Bu yolda yürüyen sanat türlerine bir de saray yapılmış, böylece saray kültürünün gelişmesi bilinçli olarak desteklenmiştir. Bugün burada ister Ankara Devlet Tiyatrosu, isterse başka bir özerk kurum yerleşsin sonuç temelinden değişmez. Kültür Sarayı’nın halka karşı, lüks yapısı, içindeki kurumu da ters yönde şartlar. Sarayda, saray kültürü barınabilir ancak.