Walter Scott Cinayeti
Amerika’nın Güney Carolina eyaletinde bulunan Kuzey Charleston, silahsız bir siyahın beyaz bir polis memuru tarafından öldürülmesinin en yeni örneğine sahne oldu. Olay 4 Nisan’da gerçekleşti ve yerel basın kurbanı kendi ölümünden sorumlu tutan “normal” senaryoya sadık kalmayı birkaç gün boyunca sürdürdü. Polis Michael Slager, tipik bir yalana başvurarak, 50 yaşındaki Walter Scott ile itiş kakış yaşadığını ve “öldürüleceğinden korktuğunu” söyledi. Scott, stop lambası kırık olduğu için durdurulan arabasından çıkıp kaçarken arkasından birkaç kez vurulmuştu.
Cinayetin ardından, beklenmedik gelişmeler yaşandı. Feidin Santana isminde bir görgü tanığı ortaya çıktı. Dominik Cumhuriyet kökenli 23 yaşında bir göçmen olan ve berberlik yapan Santana cep telefonunu çıkarmış ve polisin Scott’u kovalamasını, ateş edip vurmasını, ona kalp masajı yapmaktan kaçınmasını ve kendi Taser silahını (elektrik şoku verip bayıltan bir silah) Scott’un cesedinin yanına yerleştirmesini videoya çekmişti.
Scott’a, aynı Ferguson’da Michael Brown’a ve New York’ta Eric Garner’a yapıldığı gibi, insan değilmiş gibi davranılmıştı. Video önce internette, sonra yerel ve ulusal haber bültenlerinde yayıldı. Ardından, şehrin belediye başkanı ve polis müdürü Slager’ın polislikten atılmasına ve cinayet suçuyla tutuklanmasına karar verdi. Slager’a dava açıldı.
Bu yaşananların Güney Carolina polis cinayetleri için normal olduğunu düşünebilirsiniz, ama değil. “Veriler Slager’ın durumuna karşı oluşan tepkinin nadir bir istisna olduğunu gösteriyor. Güney Carolina’da Columbia’da çıkan The State gazetesine göre 2010-2014 yılları arasında eyalette en az 209 şüpheli polis tarafından vurulmuş ve bunlardan 79’u hayatını kaybetmişti. 209 vakanın sadece üç tanesinde polis memurlarına, gücün kötüye kullanımı suçlamasıyla soruşturma açılmış ve hiç kimse hüküm giymemişti. The State tarafından toplanan verilere göre, öldürülen şüphelilerden 34’ü siyah, 41’i beyazdı (dört vakada şüphelin ırkı belirsizdi) ve vurulan tüm şüphelilerin yaklaşık yarısı siyahtı.” (8 Nisan, Mother Jones)
Afrikalı Amerikalılar ABD nüfusunun yüzde 13’ten azını teşkil ediyor, ancak polis tarafından öldürülenlerin yaklaşık yarısını oluşturuyorlar. Kuzey Charleston’ın 104.000 kişilik nüfusunun yüzde 47’sini siyahlar oluşturuyorken, polislerin yüzde 80’i beyazlardan oluşuyor.
Bir göçmenin cesareti
ABD vatandaşı olmayan ama kalıcı oturma iznine sahip olan Santana videoyu göstermekte tereddüt etti, çünkü kendi güvenliğinden endişe ediyordu. MSNBC ile yaptığı bir röportajda videoyu silmeyi düşündüğünü söyledi. Santana, videoyu gösterirse polislerin intikam alacağından korktuğunu, ama daha sonra haberlerde adamın öldüğünü ve polislerin yalan söylediğini gördüğünde telefonu ailesine verdiğini açıkladı. Böylece video polise de gösterildi.
Santana’nın korkuları siyahların çoğunluğunun değilse de pek çok siyahın, halkı koruyup halka hizmet ettiğini iddia eden polisler hakkındaki ortak kanısını yansıtıyor. Polisleri istilacı ve işgalci bir güç olarak görüyorlar. Ebeveynler çocuklarına polisle karşılaştıklarında beladan nasıl kaçınacaklarını küçük yaştan itibaren öğretiyor.
Beyazların pek azı polislerden böylesine korkuyor; ancak çoğu silahsız siyah adamlardan ve erkek çocuklarından çekiniyor. (Afrikalı Amerikalılar ve beyazlar arasındaki bu ırksal ayrımın varlığını gösteren pek çok anket var).
Polislerin ateş açtığı olayların, hükümet tarafından toplanan resmî bir kaydı yok. Silah sanayii ve silah lobileri silah sahipliği ve ateşli silah kullanma konusunda her türlü istatistiğin toplanmasına karşı çıkıyor. Yine de 2012 yılında toplanan yerel ve ulusal verilerin bir özeti, her 28 saatte bir ortalama bir kişinin polisler, özel güvenlikler ya da kendi kafasına göre adaleti sağlayan kabadayılar tarafından öldürüldüğünü gösteriyor.
Neredeyse her vakada soruşturma emniyet tarafından yerel savcılarla birlikte yürütülen kurum içi bir soruşturma oluyor. Katil polisleri suçlayabilme, işten atabilme ya da tutuklayabilme yetkisine sahip olan bağımsız inceleme kurulları yok.
Soruşturma konusu olan polisler pek az zarar görüyor. Ücretli izne çıkarılıyorlar. Ana akım medya polisin öne sürdüğü hikâyenin gerçek olduğu propagandasını yapıyor, hatta kurbanları yanlış zamanda yanlış yerde olmakla suçlamaya kadar vardırıyor işi.
Kuzey Charleston’daki polisin cinayetle suçlanması, yalnızca Afrikalı Amerikalılara yönelik orantısız polis şiddeti gerçekliğini açıkça gözler önüne seren bir istisna. New York Times gazetesinin editörleri (9 Nisan) yargı sistemindeki bu tutarsızlığa işaret ediyor:
“Dava, New York, Cleveland ve Ferguson’da polisin siyah yurttaşları öldürmesi sonucu geçen yıl patlak veren kalkışmanın ardından, giderek daha açık hale gelen iki sorunun altını çiziyor. İlk ve en ivedi sorun yetersizce eğitilen ve başarısızca yönetilen polis memurlarının, özellikle azınlık mensubu vatandaşlara karşı çok kez gereksizce öldürücü güç kullanması. İkincisi, polisin onları güç kullanmaya sevk eden şartlar hakkında yalan söylemesi ve adaletsiz bir şekilde yaralayıp öldürdükleri insanlara karşı işledikleri suçun yanlarına kâr kalması.”
‘Siyah Hayatlar Önemlidir’
Bu tam da ‘Siyah Hayatlar Önemlidir’ hareketinin Ferguson’daki Michael Brown cinayetinden beri savunduğu ilke. Polisler silahsız siyahların yargıcı, jürisi ve celladı konumunda. Bu yeni hareket basında hak ettiği ölçüde geniş yer bulamıyor, çünkü liberal eleştirmenler hareketin liderlerinden seçim politikalarına yoğunlaşmalarını istiyor. Bu, toplumsal değişim hareketlerini rayından çıkarmayı amaçlayan çok eski bir tartışma. Gerçekte ise, hukukta ya da politikada gerçekleşen her büyük sosyal değişim grevlerin, mücadelelerin ve kitlesel gösterilerin doğrudan bir yan ürünü.
Yeni eylemciler, mesajlarının yayılmasında ve esaslı bir değişim yaratmak için bir taban hareketini inşa etmekte sosyal medyanın çok önemli olduğunu biliyor. Ferguson, New York ve sayısız başka şehirde polisler kovuşturmaya uğramadan şiddet uygulamayı sürdürüyor olsa da, hareket yayılmaya devam ediyor.
‘Siyah Hayatlar Önemlidir’ hareketi, diğer ezilen ve ayrımcılığa uğrayanların mücadelelerini de etkiliyor. Kuzey Carolina’da üç genç Müslüman’ın öldürülmesinin ardından aileler bunu bir nefret suçu olarak nitelendirdi ve ‘Müslüman Hayatlar Önemlidir’ hareketini başlattı. Müslümanlar, Afrikalı Amerikalılar gibi beyazlara ve beyaz Hristiyanlara hukuk tarafından, FBI tarafından, Ulusal Güvenlik tarafından farklı davranıldığını biliyor.
Güney Carolina’nın uzun ırkçılık ve kölecilik tarihi, eyalet meclisi binasında sergilenen Konfederasyon bayrağı ve Afrikalı Amerikalılara karşı sergilenen açık ayrımcılık, pek çok beyazın da katil/polis tutuklanmadığı taktirde Siyahların göstereceği tepkiden kaygılanmasına yol açtı. Doğal olarak, video kanıtının olmadığı durumlarda, böyle bir kaygı da olmuyor.
Santana örneği, Siyahların ve diğerlerinin polis şiddetine karşı temel mücadele araçlarından birinin halkın tepkisi olduğunu bildiğini gösteriyor. Videoların, kamusal gösterilerin ve kitlesel eylemlerin kullanımı adaleti biraz olsun sağlayan şey oluyor.
Sistematik ve kurumsal ırkçılık
California’da Oakland’da 9 Nisan’da yapılan bir toplantıda Eric Garner’ın kızı Erica Garner ve Irk Önemlidir kitabının yazarı Cornell West, Güney Carolina’daki cinayetin sürpriz olmadığını söyledi.
Erica Garner polisin tutuklanmasına gönderme yaptı: “Bir kişi için adalet herkes için adalet anlamına gelmez… Eğer o polis gerçekten cezasını bulursa bu gerçekten de bir şeyler oluyor anlamına gelir. Ama bu değişimi sürdürmeleri ve babamın dosyasını tekrar ele almaları gerek. Bu toplumda Siyah hayatlar o kadar düşük öncelikli ki, insanlar siyahları köpekler gibi öldürebileceklerini ve sonra eve gidip çay içebileceklerini düşünüyor. Beyaz üstünlüğü ABD’de hâlâ geçerli ve bununla doğrudan mücadele etmemiz gerekiyor.”
Adalet Bakanlığı’nın Ferguson raporu kimileri tarafından polis şiddetinin kınanması olarak yorumlandı. Gerçekte bu raporu, Siyah toplumunun kaygılarına sözüm ona hak verirken, Ferguson’da gerçekten olanları örtbas etmenin bir yolu olarak görmek daha doğru olur. Rapor, 1960’lardaki isyanların ardından yazılan pek çok hükümet raporundan –özellikle açık sözlü olan ve “biri siyah, diğeri beyaz iki Amerika” tartışmasını içeren Kerner Komisyonu raporundan– daha zayıf.
Raporun başsavcı Holder tarafından yazılan özetinde vurgulanan temel nokta kanıtların, polis Wilson’u Michael Brown’u öldürme suçundan mahkûm etmek için yetersiz olduğuydu. Adalet Bakanlığı, Wilson’un ve polisin “meşru müdafaa” iddiasını kabul ediyor.
Başsavcı Holder, ikinci olarak, Afrikalı Amerikalıların orantısız güçle karşılaştığını vurguluyor. Holder bunu “başarısız polislik” olarak nitelendiriyor, polisin bilinçli ve bilinçsiz olarak ırkçı önyargılara sahip olduğunu kabul ediyor, göstericiler tarafından ifade edilen haksızlıkları bir kez daha itiraf ediyor. Ancak burada asıl mevzu sistematik ve kurumsal ırkçılık.
Irkçılığın ve ulusal baskının tarihsel kökeni sınıfsal ve ırksal temelde ayrımlar üreten kapitalist sistem. Siyahlara karşı ırkçı ayrımcılığın kökeninde yatan neden tanınmalı, anlaşılmalı ve buna karşı harekete geçilmeli.
Siyah bir başkanın, bir başsavcının ve üst düzey devlet görevlerinde bulunan diğer Afrikalı Amerikalıların varlığı Cornell West’in belirttiği gibi sembolik bir önem taşıyor, evet, ama bu durum yüzyıllardır süren ırk ayrımcılığının üstesinden gelmek için neler yapmak gerektiğini gözden kaçırmamıza neden olmamalı.
Çeviren: Onur Devrim Üçbaş