Seçimler sonrasında siyasette olduğu kadar ekonomide de büyük bir belirsizlik var. Dünya ekonomisindeki birçok gelişme de belirsizliği artırıyor ve durumu daha da karmaşık hâle getiriyor. Buna bir de jeopolitik gelişmeleri ekleyince, çok sayıda gelecek senaryosu ile karşı karşıyayız. Bu çok sayıda mümkün gelecekte doğal olarak birçok şey farklı olacak. Ancak bu olası gelecekler içinde az çok birbirlerine benzeyecek alanlar da yok değil.
Farklı gelecek senaryolarında üç ortak özellik dikkatimi çekiyor
Bir: Geçmişe oranla daha düşük bir büyüme süreci
Dünyadaki muhtemel siyasî, ekonomik ve jeopolitik gelişmeleri ve Türkiye’deki hükümet sorununu üst üste koyduğumuzda, ortaya gelişmelerin yönü olduğu kadar şiddetini de öngörmenin kolay olmadığı kaotik bir resim çıkıyor. Bu çapta kesif bir belirsizlik nadir görülen bir durum. Bugün karşı karşıya olduğumuz belirsizliği bundan öncekilerden ayıran şey, hepsinin aynı zamana denk gelmesi ve olumlu ve olumsuz ihtimallerin bir arada varolması. Türkiye’de sene başından beri her türlü karar seçim sonrasına erteleniyordu. Bu erteleme hali şimdi daha da uzadı. Geleceğin öngörülmesinin bu kadar zor olması, büyümeyi düşürüyor. Ama daha temkinli hareket edildiği için büyük krizleri de engelliyor. Bu durumda, ekonomi gelecek dönemde de vasat performansını devam ettirecek; ne parlak bir büyüme gösterecek, ne de krizlerle sarsılacak.
İki: Bölüşüm sorunları artacak; etnik ve dinî kimliğe dayalı siyaset tarzı giderek ikincil plana düşecek
Büyümenin düşük olması ve kimlik sorunlarının geçmişe göre hafiflemesi bölüşüm sorunlarını eskiye oranla daha fazla öne çıkartacak. 2002-2007 döneminde ekonomik büyüme iyi giderken bir dizi sosyal göstergede de iyileşme olmuştu. Gelir seviyesinden gelir dağılımına, sosyal harcamalardan yoksul sayısına, birçok alanda iyileşme görülmüştü. Pastanın hızla büyüdüğü bu dönem, herkes bir yıl önceki payını korurken üstüne biraz da pastada büyüyen bölümden ekleyebilmişti. Bu nedenle paylaşım kavgası çok şiddetli değildi. Üstelik kimlik sorunlarının çok ağır olması, paylaşım kavgasının üstünü örtüyordu. Çalışan kesimlerle patronlar, değerin ne kadarının kâr, ne kadarının ücret olarak paylaşılacağı kavgasını bir kenara bırakıp, merkezinde Laik ve Müslüman kimliklerin olduğu bir sosyo-kültürel (ya da ideolojik-politik) bir kavganın içinde taraf oldular. Şimdi bu kültürel kimliklerin sınıfların üzerine örttüğü şal ortadan kalktıkça çalışanlar ve patronlar arasındaki mücadele sertleşiyor.
Bu mücadelenin sertleştiğinin birçok göstergesi var. Özellikle Soma’dan beri işçi eylemliliğinde muazzam bir yükseliş var. Greve çıkan işçi sayılarına bakmak yetiyor. Bunun üzerine asgari ücret tartışmasını da eklemek gerekiyor.
Bugün Türkiye’de çalışanların yüzde 35-40’ı asgari ücret ve altında bir rakama çalışıyor. Ve asgari ücretin düzeyi, daha yüksek ücretler için de standartları belirliyor. Bu nedenle asgari ücretteki artış beyaz yakalılar da dahil olmak üzere çalışan kesimde ücretlerin artmasına yol açacak. Kaldı ki, ücret artışı bir yana, TL’deki değer kaybı nedeniyle sanayide maliyetler yükselmiş durumda. Buna bir de verimlilikte bir artış olmadığı gerçeğini eklediğimizde ortaya çıkan resim, patronların ücret artışına karşı çıkması. Olan da aynen bu. Seçimlerden önce gördük: AKP’nin önemli bir oy tabanına sahip olduğu işçiler arasında eylemler yaygınlaşırken MÜSİAD asgari ücret artışının karşısında çok net bir tutum aldı.
Üç: Ekonomiden kaynaklanan sorunlar büyük sermayeyi ve Anadolu sermayesini farklı şekilde etkileyecek
Çoğunlukla İstanbul sermayesi olarak adlandırılan ve gücünü esas olarak AKP öncesi dönemde elde etmiş olan sermaye grupları, yapı itibariyle daha büyük, küresel sermaye ile entegre ve kurumsal bir yönetim yapısına sahip. Sermayenin bu kesimi dünya ve Türkiye ekonomisindeki gelişmeleri yakından takip ediyor ve gerek siyasî gerek ekonomik risklere karşı önlemlerini alıyor.
Siyasette büyük çalkantılar, seçimlerin yenilenmesi ve nabzın yükselmesi finansal piyasaları olumsuz etkiler ve zaten zayıf olan büyüme görünümünü daha da aşağı çeker. Ancak bu en olumsuz koşullar altında dahi İstanbul sermayesinin risk yönetim yapıları güçlü olan kurumsal şirketleri daha az etkilenir. Bu koşullar bu şirketlerde belli bir süre için performans düşüşüne yol açsa da kriz ve iflas dalgasına yol açma ihtimali düşük. Bu nedenle siyasete hakim olan şimdiki karmaşa karşısında daha mesafeli tavır alabiliyorlar. Ancak aynı şeyi AKP döneminde Anadolu’da güçlenen sermaye grupları için söylemek zor.
AKP döneminde Anadolu’da iç pazara ve komşu ülkelere ihracat ile büyümüş bir sermaye grubu var. Anadolu’daki hızlı büyümeyi sürükleyen başlıca faktör kentsel dönüşüm, inşaat sektörü ve bunlara koşut gelişen AVM’ler. Bu sektörlerde gözlemlenen aşırı hızlı büyüme beraberinde kredi kullanımında artış, varlık fiyatlarında şişme, hızlı alınan kararlarda hatalar ve risklerde artışı getiriyor.
Siyasî rant ve ekonomik rant
Türkiye’de borçluluk oranları gelişmiş ülkelerin bir hayli altında olsa da, gerek tüketicilerin gerek iş sahiplerinin kullandığı banka kredilerindeki artış, Türkiye’yi borçlanma oranlarının en hızlı arttığı ülkelerden biri yapıyor. Kredi kullanımındaki artış, işsizlik ve enflasyon yüksek, büyüme hızı düşük olsa da, yeni konut talebini canlı tutuyor ve tüketicileri alış veriş merkezlerine çekiyor. Şirketler açısından ise kredi kullanımı daha büyük projelere girmeye imkân sağlıyor. Projeler büyüdükçe bu durum gayrımenkul fiyatlarını şişiriyor. Kentsel rantların hızla artması sayesinde yükselen emlak fiyatları, hanehalkları açısından kredi kullanımını akılcıl hale getiriyor. Artan borçlanma, hanehalklarına ilave kaynak yaratırken şirketler de mallarını satabilmiş oluyor. Faiz oranlarının düşük tutulması, kredi kullanımını kolaylaştırarak bu çarkın dönmesini mümkün kılıyor. Kentsel dönüşüm alanları hakkında belediyeler tarafından alınan kararlar bütün bu süreçte kilit bir rol oynuyor.
Böylece siyasî rant ile ekonomik rantın iç içe geçtiği ve birbirini besleyerek büyüttüğü bir süreç yaşandı. Ekonomik büyüme hızının yüzde 2’lere, yüzde 3’lere düştüğü bir ortamda, varlık fiyatlarındaki astronomik artışın devam etmesi beklenemez. İktidarın değişmesi belediyeleri kentsel dönüşüm kararlarında daha temkinli davranmaya itebilir. AKP kadrolarının kararlarına göre biçimlenen bu projelerde, gayrimenkul fiyatlarının düşmesi durumunda ciddi sorunlar oluşabilir. Üçüncü köprünün bağlantı yollarındaki iptal kararında olduğu gibi, daha önce alınmış olan kararlarda iptaller görülebilir. Bu durumun, emlak fiyatlarındaki artışı tersine çevirmesi bazı şirketleri zora sokabilir.
Anadolu’daki hızlı büyümenin bir başka unsuru ise komşu ülkelere, Ortadoğu ve Kuzey Afrika pazarına ihracat idi. Şimdi bu pazarlar kapanmış durumda. Bu pazarlara yaptığı ihracatı başka pazarlara kaydıramayan, iç pazar daraldığı için satışları düşen, TL’nin değer kaybı nedeniyle maliyetleri artan, verimliliği düşük, kredi borcu ve birikmiş alacakları yüksek olan şirketler uzunca bir süredir zor günler yaşıyor. Ekonomide ve bürokraside durmuş olan karar alma mekanizmaları da, seçimlerden sonra beklendiği gibi açılmadı.
TL’deki değer kaybı, bu şirketlerin döviz riskini de yükseltmiş durumda. Libya, Suriye, Irak gibi ülkelerle iş yapan şirketlerde alacak tahsilinde bazı sorunlar olduğu biliniyor. Protestolu çek ve senet rakamlarına toplu olarak bakıldığında görülen yükseliş tedirginlik verici düzeyde olmasa da, protestolu senetlerin artış hızı kentler arasında büyük değişiklikler gösterebiliyor. Bazı kentlerde şirketlerin arasında dönmekte olan senet tutarlarının yüksekliği, şirketler kesiminde birikmekte olan riskler konusunda dikkatli olmayı gerektiriyor. Gayrimenkul fiyatlarında bir düşüş veya o kentte önemli iş hacmine sahip bulunan bir şirketin zor duruma düşmesi, iflasları tetikleyebilir. Bu iflaslar, ülke ekonomisini etkileyecek çapta olmayabilir, ama ortaya çıktığı ili derinden etkileyebilir. Çok sayıda KOBİ ve esnaf zor durumda kalabilir. Bu da şüphesiz AKP tabanında ciddi bir çözülme yaratmaya adaydır.
Yeni bir dönem
Gelecek senaryolarında ekonomiyle ilişkili bu üç faktörü üst üste koyunca, ortaya AKP açısından sorunlu bir manzara çıkıyor. Ekonomik durum kötüleştikçe, bölüşüm kavgası şiddetlenecek ve bu kavga AKP’nin oy tabanını çatlatacak. Anadolu’da ekonomik çark tökezledikçe AKP’ye yakın sermaye gruplarının riski artacak. Bu riskin gerçekleşmesinin sonuçlarını düşünmek bile AKP için bir kâbustur. Bu nedenle AKP’nin bazı bedeller ödemek pahasına iktidarda kalmayı tercih edeceğini düşünebiliriz.
Belli ki sadece siyasî açıdan değil ekonomik açıdan da yeni bir döneme giriyoruz. Bu yeni dönemin en önemli özelliği normalleşme. Kültürel kimlikler giderek yerine otururken sınıfsal kimlikler öne çıkacak. Yeni dönemin ilk ekonomik krizi de bundan öncekilerden farklı olarak İstanbul sermayesi merkezli değil, Anadolu sermayesi merkezli olacak ve bu nedenle sosyal siyasî etki alanı da bundan önceki ekonomik krizlerden bir hayli farklı olacak.