Gözlerim çapaklı uyandım. Gündüzleri oturduğumuz, geceleri bana yatak olan divandan. Annem tedirgindi. Anlam veremedim. Sokağa çıkma yasağı var, dedi. Sokak, yasak, durakladım bir an. Pencereye koştum, cadde üzerinde aralıklarla sıralanmış askerleri gördüm. Yaşadıklarımı çözemediğimi bakışlarımla anneme hissettirdim. “Yavrum bugün okul tatil” dedi.
Darbe benim için okulun tatil olması demekti.
İmam Hatip orta kısımda okuyordum.
Darbenin hemen öncesinden birkaç hatıra canlanıyor hafızamda.
Okuldan çıkmıştık, öğrencileri sürü halinde bir yere sevk ediyorlardı. Bir yere kadar gittim. Ayrılmak istedim mi, bilmiyorum, ama sorgulayacak durumda değildim. Abiler bir nizam dahilinde bir bilinmeze götürüyorlardı, İmam Hatip’in bütün mevcudunu. Bir ara abiler arasında benden birkaç yaş büyük olan halam oğlunu gördüm, fakat kaybettim. Az sonra boynumdan bir el tutup kalabalığın içinden beni çıkardı. Halaoğlu Mehmet abimdi: “Buradan hemen uzaklaş, fuarın oradan otobüse bin ve eve git” dedi. Sonrasında birçok gözaltı ve işkence olayı yaşanmıştı. Bizi sürü halinde götürdükleri yer Milli Selamet Partisi’ydi. Hatırladığım, bizi partiye üye yapmak üzere götürüyorlardı.
Gerçeğin ne olduğunu hâlâ bilmiyorum.
Bir gün de yine okul çıkışı Teksas’ın oraya otobüs durağına gidiyorduk. Eve dönmek için. Önünden geçtiğimiz dar bir sokaktan gelen “Yandım anam!” sesiyle irkildik. Şoku atlatıp kaçmaya başladık. Birini vurmuşlardı.
Hayal meyal hatırladığım başka bir sahne ise Sedat Yenigün’ün katledildiği gün İmam Hatip’in önündeki eylem. Anılarımda kalansa sadece “hüzün”.
Kenan Evren ölmüş. Zannetmeyin ki öldü! İzleri, bıraktıkları yaşadıkça yaşayacak. Yaşadıkça da yaşadığına pişman olacak. Ölmek o kadar kolay değil.
Evet, 1960, 1971, 28 Şubat, 27 Nisan, hepsinin üzerine konuşabiliriz, ama 12 Eylül darbesi darbelerin anasıdır. Yaşadıklarımdan başlayayım.
28 Şubat post ya da ultra modern, neyse, gerçekten modern bir darbeydi. Bir taciz darbesiydi. Dünyadaki konjonktür daha fazlasına müsait değildi.
Ağır geçmedi mi? Geçti.
Zarar vermedi mi? Verdi.
Nuh Mete Yüksel, DGM savcısı. Haziran 1999. Mazlumder’in genel merkez ve şubeleri, yönetim kurulu üyelerinin ev ve işyerleri aranıyor.
Bir şey bulundu mu? Hayır!
Bir şey çıktı mı? Hayır!
Polislerin yatak odanıza, mahreminize paldır küldür daldığı zamanlar. Küçük kızım en çok yatak odamıza patavatsızca girmelerinden etkilenmişti. Evdeki kitapları, kasetleri tek tek gözden geçiriyorlar. Kitaplığımda Cesur Yürek filminin VHS video kaseti var. Görevli polis kaseti ikram ettiğimiz kahvesini içen amirine göstererek, “Cesur Yürek! Cesur Yürek! Cesur Yürek?” diyor.
Bir kaç kere ısrarla sordu. Filmin adından korkmuşlardı. Bilmedikleri açıktı. Ben de sahnenin keyfi kaçmasın diye biraz bekledim. Tam çuvala koyacakken: “Oscar almış bir film, video oynatıcı var, isterseniz seyredelim” dedim. Polis memuru kaseti aldığı rafa hızla geri attı.
Bir imtihandı, geldi geçti.
27 Nisan e-muhtırasında İzmir’de Mazlumder toplantısındaydık. Sabahında Konak meydanında basın açıklaması okuyorduk. Hiçbir yerde askere rastlamadık. Gerek de yoktu. 12 Eylül’de uğradığımız tecavüzün korkusu halkımıza hâlâ yetiyordu.
12 Eylül bir tecavüzdü. Cana, mala, akla tecavüz edilmişti. Korkusu sonraki nesillere bile sirayet etti. Darbe yaptılar, güya yapanları yargıladık, ama hâlâ 12 Eylül darbesinin hayaleti üzerimizde dolaşıyor.
En önemli mirası 1982 Anayasası‘dır. Otuz küsur yıldır darbe anayasası altında siyaset yapılmaktadır. Seksen öncesi yaşananlar üzerine, ölümü gösterip sıtmaya razı ettiler memleketi. Korkumuzdan hâlâ kinin içmeye çekiniyoruz.
12 Eylül darbesiyle askerî bürokrasinin gücü tahkim edilmiştir. Devlet ve siyasetin üzerindeki eli bilinçaltına iyice işlenmiştir. Şahıslara yirmili yaşlarda askerde verilen “disiplin” devlete 12 Eylül 1980’de tazelendi. Yabancılaşan TSK bizim ordumuz, kurtarıcımız olmuş, bir sağdan bir soldan düşüncenin belini kırmıştır.
Atatürk ve Atatürkçülük yeniden ve baskın olarak toplumun gündemine sokulmuştur. Kafasına, gözüne, ulaşabildikleri her yere ilke ve inkılapları yerleştirdiler. Lider kültü dünyada önemini yitirirken 12 Eylül yoluyla Türkiye’de Atatürk üzerinden yeniden inşa edilmiştir. Ya üniversiteyi bitirinceye kadar beynimizi iğdiş eden Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi dersine ne demeli?
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri ile resmî ideolojinin gerçek Din’den uğrayacağı “zarar” bertaraf edilmek istenmiştir. Kimi dindarlar bunu olumlu bulabilir. Sormalı: Dersin içeriğine ne dersiniz? Devletin öğrettiği dinle toplumu kurtaracağını zannedenler bugün ne düşünüyor acaba! Gerçi aynı zihniyet İmam Hatipler üzerinden yeniden inşa edilmekte.
İdamlar, cinayetler, yargısız infazlar, gözaltında kayıplar ve hatta darbenin zemini oluşsun diye tahrik edilen, müdahale edilmeyen olaylar ve sonrasında yaşanan kayıplar. Çetelesini okumak bile yüreğinizi yakar, yakmalı. Devletimiz büyüktür, yaşınız küçükse itina ile büyütür ve darağacında sallandırır.
Kenan Evren öldü. Darbenin kuklası. Belki kurbanı. Evren’in akıl ve zekâsı böyle bir darbeyi yapmaya ve sürdürmeye yetmezdi. Her halükârda bir üst akıl vardı. Kimdi, nasıldı? Çok dert etmeden bu akla yenilen milletin hesabını düşünmeli bence.
Çünkü devletin sahipleri açısından İkinci Cumhuriyet’in kurulduğu tarihtir, 12 Eylül 1980. Solcuları bilmem, ama ne sağcılar ne dindarlar ne de İslamcılar bu yenilenmenin farkında. Silahın namlusu kendilerine doğrudan dokunmadığı için bu yeniden doğuşun farkına varamadılar. Hâlâ da uyanmış değiller.
Şırnak
Yıllardır bu topraklardaki halkların belini büken, bir milleti bir sorunun adı haline getiren uygulamaların başlangıcıdır 12 Eylül darbesi. Kürtlerin yaşadığı topraklarda devleti bir işgalci formunda tesis etmenin bedelini sayısını bilemediğimiz canla ödedik.
Askerî sebeplerle 1990 yılında kurulan bir şehirde yaşıyorum şimdi. Halk şehirde, devlet ise kampüslerde, steril sitelerde yaşıyor. İşgal kuvvetleri gibiyiz. Gibiyiz diyorum, sadece benzetiyorum.
Darbe artığı bir takım uygulamalar Anadolu’nun batısından gelen biri olarak içimi acıtıyor.
İlköğretim tatil olmuş. Ben de bir vesile yoldayım. Yolda asker otobüsü durduruyor, kimlik kontrolü. Jandarma erinin yolculara hitabı aynen şöyle: “Öğretmenler kimliğini göstersin, diğerleri kimliklerini versin.” Kimlikleri toplayıp aşağıda vatandaşın GBT’sine bakacak. Devlet memuru değilseniz potansiyel suçlu ya da hainsiniz.
Başka bir yolculuk; Şırnak’tan Ankara otobüsüne binmişim, Gaziantep’te Van’dan gelen Konya arabasına aktarma yapmışım. Konya girişinde Van şirketi olduğu için otobüsümüz durduruluyor. Bıyıklarını çenesine kadar uzatmış, hafif sakallı ve saçları arkadan bağlı bir narkotik polisi. Sadece bacağında birkaç silah var!
Şoför kapıyı açıyor. O polis elinde bir köpekle arabaya biniyor. “Size bir şey yapmaz” diyerek köpeği otobüsün koridoruna salıyor. Korku tavan yapmış durumda. Kadınlar, çocuklar var. Hepimiz cama doğru sıkışıyoruz. Ön kapıdan inip gidiyor köpek!
Evren öldü. 12 Eylül henüz ölmedi.