Halkların Demokratik Partisi (HDP), 7 Haziran 2015’te yapılan genel seçimlerde 6 milyon 58 bin 489 oy alarak, %13,12’lik oranıyla parlamentoya 80 milletvekili gönderdi. Bu sonuç, HDP’yi Meclis’te AKP ve CHP’nin ardından MHP ile birlikte üçüncü büyük güç hâline getirdi.
Özgürlük, eşitlik ve demokrasi isteyen herkes bu zaferi hâlâ kutluyor. Zaferin gerçek mimarı ise, otuz yılı aşkın süredir Türkiye devleti, onun kolluk kuvvetleri ve hükümetleriyle kıran kırana bir mücadele yürüten Kürt hareketi.
PKK bugün binlerce silahlı militanı, on binlerce politik aktivisti ve milyonlarca destekçisi bulunan bir güç. Seçim başarısının ardından, hareketin hangi aşamalardan geçerek, hangi zorluklarla karşılaşarak bugünlere geldiğini hatırlamakta fayda var.
Kürtlerin var olduğunu ispatlayan direniş
Kürt hareketinin silahlı mücadelesi, Türkiye’de 12 Eylül rejiminin hüküm sürdüğü karanlık günlerde başlamıştı. Bu yıllarda Türkiye devletinin “Kürt diye bir şey” olmadığını anlatan inkârı sürüyor, hapishanelerde Kürt tutsaklara dışkı yediriliyordu. Diyarbakır Cezaevi, cunta yönetimi tarafından her türlü insanlık suçunun işlendiği bir zindana dönüştürülmüştü.
Türkiye’nin sağcı liderlerine dahi, 80’li yıllardaki direniş “Kürt realitesi vardır” dedirtmeyi başardı. Ancak 1990’lar, devletin yeni bir yaklaşımla Kürt halkına karşı topyekûn savaş ilan ettiği yıllardı. Binlerce kişi faili meçhul cinayetlerle öldürüldü veya kaybedildi. Köyler yakılarak yüz binlerce kişi evsiz bırakıldı ve göçe zorlandı. Kürdistan’da demokratik gösterilere ateş açılarak katliamlar yapıldı.
Kürtler, “kirli savaş” denilen bu dönemde hem askerî hem siyasî mücadelelerini sürdürdü. 20 Ekim 1991 seçimleri öncesi, Kürtlerin ilk legal partisi olan Halkın Emek Partisi (HEP), yüzde 10 barajını aşarak parlamentoda yer alabilmek için Erdal İnönü’nün Sosyaldemokrat Halkçı Parti’si (SHP) ile ittifak yaptı. Meclise giren 88 SHP’li vekilin 18’i HEP’ten geliyordu.
Kürtler 1987 seçimlerinde de SHP listelerinden vekil olmuşlardı. Ancak kendi partilerini kurarak mücadele etme kararı, devlet için büyük bir kriz anlamına geliyordu. Bunun ilk yansıması, 6 Kasım 1991’deki milletvekili yemin töreninde görüldü.
Devletin bütünlüğü değil, halkların kardeşliği
Kürtler, parlamentoda yer alabilmek için, on yıllardır kendilerini ezen devletin “varlığını ve bölünmez bütünlüğünü” koruyacaklarına, “laik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına” bağlı kalacaklarına dair yemin etmek zorundaydı. Diyarbakır milletvekili Hatip Dicle, sarı-kırmızı-yeşil renkli mendiliyle kürsüye çıkıp “Ben ve arkadaşlarım, bu metni anayasanın baskısı altında okuyoruz” dediğinde bağırış çağırışlar başladı. Süleyman Demirel’in de aralarında olduğu bir grup vekil masalarına vurarak, kimileri kürsüye yürüyüp orasının “Türkiye Cumhuriyeti” olduğunu hatırlatarak Dicle’yi “protesto” etti. Dicle’nin yemini dördüncü denemede kabul edilebildi.
Leyla Zana kürsüye çıktığında ise saçına taktığı sarı-kırmızı-yeşil renkli bant nedeniyle TBMM sıralarından “O bayrağı indir!” haykırışları yükseldi. Zana, bayrağı indirmediği gibi, yeminini “Ez vê sondê li ser navê gelê kurd û tirk dixwîm” (Bu yemini Türk ve Kürt halklarının kardeşliği adına ediyorum) diyerek bitirdi ve herkese “sayın” diye hitap eden meclis başkanının “Dursana kız” seslenişleri arasında kürsüden indi. Genç Kürt kadın vekilin, tekrar etmek zorunda bırakıldığı yemini okurken sıralara vurarak sözünü kesen parlamentoya attığı bakış, hafızalarda yer etti.
“Yemin krizi” sırasında en akıllarda kalan cümlelerden biri, tören sırasında TBMM Başkanı olan Ali Rıza Septioğlu’nun, Dicle ve Zana’ya karşı sık sık tekrarladığı “’Sözlerimi geri alıyorum’ de” uyarısı oldu.
Dicle, Zana ve arkadaşları, devletin baskısıyla böyle demelerine rağmen sözlerini geri almadılar ve bugünlere gelinmesini sağladılar.
Parlamentodan hapishaneye
Bu mücadele 1994 yılında bir kez daha engellenmek istendi. TBMM’de yapılan oylamada DYP, ANAP, MHP, BBP ve bazı CHP’li vekillerin de desteğiyle, HEP’in kapatılmasının ardından DEP’li olan vekillerin dokunulmazlığı kaldırıldı. Ankara 1 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, TBMM kararına paralel olarak, DGM Başsavcılığı’nın iddianamesinde “vatan hainliği” ile suçlanan Kürt milletvekilleri için “derhal sorguya alma” talimatı verdi. Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994’te meclisten çıkarken yaka paça gözaltına alındı.
Leyla Zana ve diğer milletvekilleri 4 Mart 1994’te gözaltına alındı ve 17 Mart’ta Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi’ne konuldu. 16 Haziran 1994’te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993’te kurulan DEP’in kapatılmasına ve beşi cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verdi. 1 Temmuz 1994’te Selim Sadak da gözaltına alındı ve 12 Temmuz’da tutuklandı. 3 Ağustos 1994’te tutuklu bulunan altı eski milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994’te sonuçlandı. Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri Orhan Doğan ve Selim Sadak’a Türk Ceza Kanunu’nun “örgüt üyesi olmak” fiilini düzenleyen 168/2 ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun ceza artırımını öngören 5. maddesi uyarınca, Devlet Güvenlik Mahkemesi 15’er yıl ağır hapis cezası verdi ve karar Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından da onandı.
Leyla Zana, Orhan Doğan, Hatip Dicle ve Selim Sadak, 9 Haziran 2004’e kadar hapis yattı.
Kimler ne demişti?
90’ların siyasî atmosferinde, önde gelen tüm politikacılar Kürtlere yönelik baskıyı destekledi. Demirel “Meclis dokunulmazlıkları durup dururken kaldırılmış değil. Olayı siyasî yöne çekmemek lazım. Türkiye’de adaleti mahkemelerin dağıttığı konusunda kimsenin şüphesi yok” derken, Tansu Çiller DEP’lilerin TBMM’de oturmasının “halkımızı rahatsız ettiğini” iddia ediyordu. Mesut Yılmaz’ın dahiyane tespitine göre “DEP’liler PKK’yi destekliyor”du.
Dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşı çıkan SHP’den Murat Karayalçın yine de vekillerin “örgütün provokasyonuna, oyununa geldiğini” dile getiriyor, Erdal İnönü “sağlıklı ve zararlı fikirlerin ayırt edilebilmesi için” fikir özgürlüğünü savunurken DEP’lilerin fikirlerini “zararlı” buluyordu.
Kürtlerin parlamentoda temsiline karşı baskılar 2000’lerde de devam etti. Kürtlerin partilerinden HADEP 2003’te, DTP 2009’da kapatıldı. 2007’den itibaren TBMM’ye bağımsız adaylar göstererek katılan Kürt hareketinin vekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması sık sık gündeme geldi. “KCK” operasyonlarıyla binlerce Kürt aktivist tutuklanırken, bu yüzden hapiste olan Hatip Dicle’nin vekilliği 2011 seçimlerinde YSK’nın kararıyla düşürüldü.
Kürt hareketi ise devletin her türlü engelleme girişimine rağmen bu dönemlerin hepsinden güçlenerek çıktı. Katliamlar, tutuklamalar ve baskılardan yılmadı.
2009 yılında başarısızlıkla sonuçlanan “demokratik açılım” süreci, daha sonra 2013 yılı başında ilan edilen çözüm süreci ile birlikte devlet, Kürt halkını yenemediğini kabul etti. Süreçte yeterli somut adımlar atılmamış olsa da, PKK’nin lideri Abdullah Öcalan savaşın bitirilmesi için resmî olarak muhatap alındı.
HDP ise, 2015 yılında, geleneksel oy tabanının iki katına yakın oy alarak 80 milletvekili ile meclise girmeyi başardı.
1 Yorum
Pingback: Sayı 16: İçindekiler | Altüst Dergisi