Demokrasi tılsımlı bir terim değil, herkese aynı uzaklıkta tutulan bir şeyi anlatıyor. Siyasal yelpazenin en sağından en soluna, toplumun en yoksulundan en varlıklısına, sıkıca kavranmaya çalışılan bir kavramı, sığınmaevini.
Eskiden böyle değildi. 1980’den önce, dünyanın her yerinde, öteki başka amaçlardan sonra gelmesi olağan karşılanan demokrasi, özellikle 1990’lardan sonra her türden anlayışın üstünde birleştiği bir yönetme ve yönetilme biçimi olarak görülmeye başladı. Bir araç mı, yoksa amaç mı olduğu üstüne, kalıcı etkiler bırakmadığı görülen bir tartışmanın da hep konusu oldu demokrasi.
Kendi tuzağımızı bile isteye önümüze açtık: Yönetme ve yönetilme biçimi. Yönetilenlerin daha çok hak arama zemini, yönetenlerin diledikleri hakları verdikleri zemin. Aynı. Nasıl bir noktadır bu? Anlamlı mı böyle olması? Gilles Dauvé-Karl Nesic’in Demokrasinin Ötesinde’de anlatmaya çalıştıkları demokrasi, sarı ışıkta geçirmeye çalışıyor. Dikkat demokrasi var! da diyebiliriz bu kitabı okuduktan sonra. Herkes için en olumlu görünen yönetim biçimi, yukarıdakileri serin tutarken aşağıdakiler için sıkı bir rejim olabilir. Öyle ya, demokrasi, insanca yaşama koşullarını sağlayacakken aslında silahlarını insana doğrultmanın da aracı. Hem önemli bir sorun bu hem de hangi seçeneği onun yerine koyacağımızı daha tam anlamıyla keşfedemediğimiz için, ümit kırıcı.
Demokrasinin olmadığı bir sosyalizm
Gilles Dauvé-Karl Nesic, “Diktatör işkence eder, demokrasi de işkenceyi kurallara bağlayarak yapar,” diyor. Demokrasinin çekiciliği, “ekonomi, para ve diğer güçler karşısında dayanışmacı, insanî bir bağımsızlığı ileri sürmesinden kaynaklanmaktadır.”
Ne ki, bunu siyasal sistem içine sıkıştırmak demokrasi talebini baştan öldürmek demektir, bu yüzden toplumsal hayatın gündelik parçası haline gelmek zorundadır demokrasi. “Komünistler, 1848-49’da nadiren komünist olarak davranırlar,” diye de belirtiliyor. Aslında komünistlerin doğrudan sosyalist devrimi amaçladıkları yıllarda bile, küçümsenen demokrasi için savaşım öncelikli ve vazgeçilmez oldu. Hiç kimse ondan kurtulamadı.
Sonra? Sonra sosyalizm iktidarı ele geçirdiği yerlerde genel oy hakkını göstermelik biçimde kullandı ve demokrasinin olmadığı bir sosyalizmi rejim olarak uygulamaya çalıştı. Hangi sosyalist ülkede genel oy hakkı demokratik biçimde kulanıldı? Neden sonra Nikaragua’da, hem de silahlı savaşımla iktidarı ele geçiren Sandinista hareketi, genel oydan kaçınmadığı için, ilk seçimde iktidarı bırakırken bu demokratik tutumunun sonuçlarını sonraki seçimlerde gördü.
Zehirli bir ağaç
Karşı yakada hiçbir şey değişmiyor elbette. “Gölgesinde uyuyanları geberten zehirli bir ağaç… işte bu, genel oy hakkı!” diyor Louise Michel, Gilles Dauvé-Karl Nesic aktarıyor.
Demokrasi için özlü bir tanım arayanlar için birebir. En etkili afyonlardan biri: genel oy hakkı. Bir toplumu oluşuran üyelerin birbirlerinden bağımsız biçimde davranırken eşit olduklarını düşünmelerini sağlayan demokrasi, bunu da en çok genel oy hakkıyla sağlar. Yönetenle yönetilen sandık başında eşittir. Yalnızca o anda eşit olduklarını düşünme fırsatını sonra hiçbir zaman bulamasalar da, o eşitlik ânı yeterli olmaktadır.
Oysa demokrasi dünyanın her yerinde tek bir terimle anlatılan bir yönetim biçimiyken, bazı ülkelerde bir yıl boyunca siyasal nedenlerle tek bir kişi bile öldürülmezken, Türkiye’de bin kişinin öldürülmesi gündelik hayatın kendisine dönüşebiliyor.
Demek demokrasi, siyasal nedenlerle ülke içinde bir savaşın sürdürülmesine de, birkaç yıl içinde on bin kişinin siyasal nedenlerle cezaevlerini doldurmasına da engel değil. Yönetenlerin ve yargının hukuk dışına çıkmalarına gerek bırakmıyor; çünkü siyasal iktidarların kendi hukuklarını yürürlüğe koymalarının bütün yollarını kolayca açmaya olanak veriyor.
Celladını seçme hakkı
Fransa’nın Cezayir işgali nedeniyle sınırlarının dışında ve içinde yaptığı katliamlar da demokrasi altında yapıldı, ABD’nin İkinci Savaş’ta atılandan daha çok bomba attığı Vietnam Savaşı da. İsrail de bir demokrasi ve Filistinlileri sürekli öldürmesi demokrasisine bir zarar vermiyor.
Her derde deva oluşu, demokrasinin niçin bu denli el üstünde tutulduğunu göstermiyor mu? Siyasal demokrasinin özü, “kararların topluluk tarafından değil de onun adına alınmış olmasıdır.” (R. Aron) Sözü bitiren gerçek.
Demek ki oy vermek, celladını seçme hakkından başka sonuç vermez. Sonunda onlarca milyon nüfusu olan bir ülkede yüz binlerce kişiyi savaşa sokup ölmelerine, bütün bir halkın yıkıma uğramasına neden olanlar bin kişilik bir grupsa, bundan şikâyet etmeyelim, en çok demokrasiyi istiyoruz çünkü.
İnsanların kendi kendilerini yönetme özgürlüklerinin bir biçimi bulunamadı mı, bulunmadı mı? Bunun olanaksızlığından, suçun nasıl önleneceğinden, hukukun nasıl bireyselleştirileceğinden, güvenliğin tek başına nasıl sağlanacağından vb. söz etmeyelim hemen. Başka yolları düşünülmedi hiç. Bunları bizim adımıza yapacak olanları seçme özgürlüğü tanıyan demokrasi, sonra bizi evimizin içinde bile rahat bırakmıyor ki, sokağa çıkalım.
Bu ülkenin doksan yıllık tarihinde sokağa çıkıp bildiri dağıtmak, küçük bir gösteri yapmak bir tek gün bile hiçbir korku ve endişe duyulmadan yapılamadı. Azınlık olduğunuzu bir tek gün bile hissetmeden yaşadığınız, Kürt, Ermeni ya da Alevi olduğunuz için bir devlet görevlisi karşısında endişe duymadan konuşabildiğiniz, muhalif olduğunuz için baskı altında bulunmadığınız, sosyalist olduğunuz için şiddet görmediğiniz bir tek gün bile olmadı. Oysa bu ülkede demokrasi var; en azından tek parti iktidarından sonra, askerî darbe dönemlerini dışarıda tutarak söyleyelim, parlamenter bir rejim, o rejimin de iyi kötü bir demokrasisi var.
Gilles Dauvé-Karl Nesic, “Demokrasiye gelince,” diyor, “o, mümkün olanın sanatı olmayı ister, olduğunu iddia eder.”
Mümkün olan, toplumun aydın bireylerinin tepesinde sallanan kılıçlardandır hep. Asıl olan da mümkün olmayanlar, demorasiyi sınırsız özgürlükler alanına çevirecek olanlardır ama onlar hiçbir zaman mümkün olmaz.
Sınırsız demokrasi
Sosyalist sol da bunun üstünden atlamayı seçti ve demokrasi savaşımını İkinci Savaş’ın sonuçları üstünden geliştirmeye çalışırken, temelli ve kalıcı bir sorun olarak hep gölgede bıraktı. Sosyalizmin ve devrimin sorunları üstüne yazılmış olanların yanında, demokrasi üstüne yapılmış çözümlemelerin, kapitalist demokrasi ile sosyalist demokrasinin ya da bu ikisinin dışında bir gerçeklik alanı olarak demokrasinin ne olup ne olmadığıyla ilgili çözümlemeler hep kısıtlı kaldı.
Oysa demokrasinin, belki de bilinen biçimlerinin dışında, bambaşka biçimlerde tasarlanması ve dünyanın birbiriyle uyumsuz bölgelerinde, sözgelimi Avrupa, Latin Amerika ve Afrika’da bambaşka biçimler alması gerekiyordu. Bugün gerekiyor. Batı Avrupa’da savunulan sınırsız demokrasi ile Lacandon ormanlarında Zapatistaların öngördüğü demokrasi bibirinden elbette bambaşka olmalıdır. Sosyalistlerin en çok kafa yorması gereken sorunlardan biri olmalı demokrasi.