Çin’de istikrarsızlık ve kriz
Jane Hardy
Uluslararası Para Fonu’na göre ABD küresel ekonominin zirvesindeki yerini kaybediyor ve yerine Çin geçiyor. Çin’in son yirmi yıldaki çarpıcı büyüme oranları da, bir dizi malın küresel üretiminin büyük kısmını gerçekleştiriliyor olduğu da yadsınamaz. Bu hızlı büyüme, kentleşme hızından ve çok kısa süre içinde büyüyen fütürist görünümlü şehirlerden de açıkça görülüyor. Ancak, Çin’in ekonomik başarılarına dair açıklamalar, bu ekonomide ortaya çıkan sorun ve istikrarsızlıkları ve uygulanan düşük ücret modelinin nasıl sık sık işçilerin mücadelesi ile karşı karşıya kaldığını hesaba katmıyor.
Çin’in hızlı büyümesindeki en önemli unsur yatırım seviyesinin benzersiz yüksekliği. Çin’de millî hasılanın yatırıma ayrılan oranı diğer gelişmekte olan ülke ekonomilerden önemli ölçüde daha yüksek ve zengin G7 ülkelerinin ortalamasının iki katı. Bu muazzam yatırım oranını mümkün kılan ise, düşük ücrete çalışan işçilerin sömürülmesi ve 1945’ten sonra hızla sanayileşen bütün Asya ekonomilerinde olduğu gibi, Çin’de de köylülerin ve işçilerin yüksek oranlarda tasarruf etmesi oldu.
Dünya Bankası’na göre, 2000 ile 2013 arasında Çin’in yatırımlarının yıllık büyüme hızı ortalama yüzde 12,2 iken, kişisel tüketimin büyüme hızı sadece ortalama yüzde 7,3 oldu. Diğer bir deyişle, tüketim üretileni emecek kadar hızlı artmadı ve Çin ekonomisi ihracata bel bağlamak zorunda kaldı. Bu durum, 2008 krizinin hemen ardından sorunlara yol açtı, çünkü kriz ABD ve Avrupa’da talep düzeyini düşürdü. Çin hükümeti tarafından 2008’de ileri sürülen ve 570 milyar dolar değerinde olduğu tahmin edilen ekonomiyi canlandırma paketi, tüketim ile üretim arasındaki dengesizliği daha da artırdı.
Bu kurtarma paketinin sadece yüzde 20’si sosyal harcamalara gitti. Büyük kısmı ise, zaten kapasite fazlası nedeniyle sorun yaşayan çelik ve beton gibi sektörlere yapılan yatırımlara ve dünyanın en hızlı treninin ray sisteminin yapımına harcandı. Altyapı patlaması ve kredilerin devasa boyutlara ulaşması Çin ekonomisini, krizin hemen ardından ihracatın çöküşünden kurtardı, fakat Çin tarzı bir kredi krizinin (Batı’daki 2008 krizinde olduğu gibi, geri ödeme gücü zayıf, kredi geçmişi olumsuz olan kimselere verilen kredi nedeniyle oluşan kriz) zeminini hazırladı.
Yerel yönetimlerin biriken büyük borçları ve informel piyasaların hızla büyümesi gerçek ekonomiyi tehdit eder hale geldi. 2008 krizinin ardından, hükümetin daha fazla borç almaları yönündeki uyarıları üzerine, yerel yönetimler devasa altyapı projelerine başlamak için benzeri görülmemiş miktarda borçlandı. Benzer şekilde, kamu kuruluşlarına düşük faizli kredi verildi. Şirketlere ve yerel yönetimlere verilen ucuz krediler aşırı yatırımı artırarak riski bütün ekonomiye yaydı.
Bir diğer istikrarsızlık kaynağı, tefecilerin başka türlü para bulamayacak kişi ve şirketlere kredi vermesiyle informel finans sektörünün (“gölge bankacılık”) büyümesi oldu. Daha sonra bu borçlar, mevcut ekonomik krizin ilk aşamasına yol açan “toksik” teminata dayalı borçlara benzeyen yatırım paketleri şeklinde “bölündü ve parçalandı”. Credit Suisse, informel borçlanmanın hızla artmasını, Çin ekonomisi için yerel yönetimlerin biriken borçlarından bile daha büyük bir risk oluşturan bir “saatli bomba” olarak tanımlıyor. Bunlar, şiddetli istikrarsızlıkla karşı karşıya olan bir ekonominin işaretleri.
Çin başbakanı Wen Jiabao, daha 2007’de Halkların Kongresi’ne ekonominin “istikrarsız, dengesiz, plansız ve nihaî olarak sürdürülemez” olduğunu söyledi. Çin egemen sınıfının yatırım düzeyinin sürdürülemez olduğuna dair korkularını yansıtan 12. Beş Yıllık Plan (2011-15), izlenen yolda ve ekonomik büyümenin yapısında, büyümenin yavaşlatılmasını ve ağırlığı yatırımdan tüketime kaydırarak dengenin yeniden kurulmasını içeren keskin bir değişiklik yapılmasını önerdi.
Ancak, son yıllarda kısmen işçilerin mücadelesinin sonucunda ücretlerde bir miktar artış olsa da, ücretlerde büyük bir artış egemen sınıf açısından büyük zorluklara yol açabilir. İhracatın toplam üretime oranı 2006’da yüzde 39,1 iken bu oran 2013’de 26,1’e düştü, ancak Çin’in büyüme modeli, ağırlıklı olarak ABD ve Avrupa’ya yapılan ihracata dayanmaya devam ediyor.
Çin’de üretkenlik gelişmiş kapitalist ülkelerden ve diğer Doğu Asya ekonomilerinden çok daha düşük olduğu için, ülkenin uluslararası rekabeti sürdürebilmesi ücretlerin düşük düzeyde kalmasını gerektiriyor. Çin’in güneydoğusunda bulunan Guangdong gibi bazı bölgelerin artık rekabet edebilir durumda olmadığı düşünülüyor. Çin sermayesi, küresel ekonomi ile her zamankinden daha fazla entegre oldukça, rekabet edebilirlik Çin egemen sınıfı için giderek büyüyen bir sorun haline geliyor.
Küresel sisteme bağımlılığı arttıkça, ülkenin yükselişinin jeopolitik yönleri de giderek daha önemli hale geliyor. Çin’in asıl uzun vadeli amacı, ekonomik gücünü, askerî nüfuzunu ve diplomatik etkisini artırmak. Çin ve Hindistan bir dizi anlaşma imzaladı. Bunların arasında 2005’te imzalanan “barış ve refah için stratejik ve işbirliğine dayalı ortaklık” anlaşması da bulunuyor. Ayrıca Çin, Hindistan’ın en büyük rakibi Pakistan ile yakın müttefik. Pakistan’a savaş uçağı, savaş gemileri, helikopterler, tanklar, erken uyarı sistemleri ve füzeler satıyor.
Çin, geçtiğimiz on yılda askerî harcamalarını yılda yaklaşık yüzde 15 artırdı. Çin’in yüksek teknolojili silahlara ve askerî teknolojiye yönelmesi, ileri uydu iletişimlerine ve deniz gözetleme sistemlerine, siber savaş kabiliyetlerine ve gelişmiş füzelerine yansıdı. Askerî gücüne ve özellikle donanmaya verdiği önem, Çin’in büyüyen ticarî çıkarları ve dış ticaretinin yüzde 90’ının deniz yollarına bağımlı olmasını yansıtıyor.
Özellikle enerji ithalatı çok kırılgan: Çin şu anda tükettiği petrolün yarısını ithal ediyor ve ABD tahminlerine göre bu miktar 2030 yılına kadar büyük olasılıkla dörtte üçe çıkacak. Ulusal egemen sınıflar arasındaki rekabet, kaçınılmaz bir savaş hazırlığı mantığını üretiyor. Ayrıca, hem insan ihtiyaçlarını karşılayan kaynakları azaltan hem de bugüne kadarki en tehlikeli silahlı çatışma olasılığını içeren bir jeopolitik gerilime yol açıyor. Dolayısıyla Çin’in ABD ve müttefiklerinin kuşatmasından kurtulma çabası, Çin’in yükselişiyle ilgili korkuyu ve Çin’i muhasara altına alma çabalarını tetikliyor. Bu da, kaçınılmaz olarak, Çin’in jeopolitik konumunu güçlendirme çabalarıyla karşılık buluyor. Kuzey Kore’den Güney Kore’ye, Doğu ve Güney Çin Denizleri boyunca bütün bölgede gerilim ve askerî efelenme giderek artıyor.
Çin’in “Denizaşırı Gitme” (Zouququ) politikasının izleri 1999’da görülmeye başlar. Bu politika, asıl olarak, devasa büyüme makinesini beslemek amacıyla Afrika ve Brezilya’daki hammaddelere erişimle ilgili. Buna, inşaat ve mühendislik projeleri yoluyla Çin’in nüfuzunu bu bölgelerde kullanmasını sağlayan, önemli malî ve politik kaynaklar yoluyla desteklenen yumuşak diplomasi de eşlik etti. Fakat daha yakın zamanda Çin, Avrupa’ya da girmeye başladı: 2010’da Avrupa’ya yaptığı doğrudan yatırım 6,1 milyar Euro iken, 2012’de bu rakam dört kat artarak 27 milyar Euro’ya ulaştı.
Balkanlar, Orta ve Doğu Avrupa, Avrupa Birliği’nin çekirdek kapitalist ülkelerine “sıçrama tahtası” olarak kullanılıyor. 2007-2008 krizinin yol açtığı hasar, zayıf altyapı, özelleştirme ve kamu harcamalarında yapılan kesintiler bu ülkelerde Çin için yeni fırsatlar yarattı. Çin’in Orta ve Doğu Avrupa ve Balkanlar’da giderek güçlü bir oyuncu olması, Çin Dışişleri Bakanlığı ile aslen Avrupa içindeki ya da sınırındaki post-komünist ülkeler arasında 2012 yılında imzalanan bir anlaşmayla resmiyet kazandı.
Anlaşma, 10 milyar dolarlık bir kredi içeriyor, bir yatırım işbirliği fonu kurulmasını öngörüyor ve ticareti artırmayı hedefliyor. Ayrıca, 2009’daki Çin-Sırbistan Ortaklığı gibi, Çin ile tek tek hükümetler arasında imzalanan bir dizi anlaşma ile destekleniyor. Macaristan’da sağcı Fidesz partili Başbakan Orbán, Doğu’nun önemini vurguluyor ve “Macaristan’ın gemisi Batı sularında yüzse de, rüzgâr Doğu’dan esiyor” diyor.
Çin’in bu çabalarıyla amacı, Avrupa’nın çekirdek ekonomilerine girmek, uluslararası değer zincirinde daha üst noktalara yükselmek ve altyapı için kârlı pazarlara erişim sağlamak. Şu anda Yunanistan’ın Pire limanındaki MSR terminalinin kısmî sahibi, Çinli bir kamu kuruluşu olan COSCO ve bu terminal Çin mallarının Avrupa’ya ana giriş noktasını oluşturuyor. İthalat mallarının rekabet gücünü korumak, Çin’de artan maliyetleri dengelemek için taşıma masraflarını azaltmayı gerektiriyor. Çin’in ihracat malları Süveyş yoluyla doğrudan Yunanistan’a ulaşabiliyor ve oradan trenle alınarak Balkanlar’la Doğu Avrupa ülkelerinden geçiyor ve Avrupa’nın kalbine ulaşıyor. Böylece taşıma süresi, kabaca, 30 günden 20 güne inmiş oluyor.
Kasım 2013’te Çin, Sırbistan ve Macaristan, Belgrad’ı Budapeşte’ye bağlayacak ve böylece Çin’in ihracat mallarının Yunanistan limanlarından Avrupa pazarlarına ulaşmasını kolaylaştıracak Macaristan-Sırbistan Yüksek Hızlı Demiryolu’nu yapmak üzere bir Mutabakat Anlaşması imzaladı. Demiryolu inşaatına bu yıl başlanması planlanıyor. Bu inşaat Çin’in ithalat-ihracat bankasından alınan kredi ile finanse edilecek ve bir kamu kuruluşu olan China Railway and Bridge Company tarafından yapılacak. Bu, Çin devletinin yeni hedeflerini gösteriyor. Fakat, Çin’in Avrupa’daki yatırımları hızla büyüse de oransal olarak hâlâ çok küçük – yani Çin’in Avrupa’yı ele geçirmesi değil tanık olduğumuz.
Zengin ve yoksul
Çin’in hızlı büyümesi milyonlarca insanı yoksulluğun en aşırı biçimlerinden kurtarıyor, ancak yaygın yolsuzluk, zengin ve yoksul arasındaki refah farkının giderek büyümesi, toprak gaspları ve kendisini zenginleştirenlerin gösteriş amaçlı tüketimleri büyük bir kızgınlığa ve öfke patlamasına yol açıyor. Ayrıca şehirlerde yaşayanlarla kırsal kesimde yaşayanlar ve sahil bölgelerinde yaşayanlarla ülkenin iç kesimlerinde yaşayanlar arasında da büyük bir eşitsizlik var.
Güney Çin’deki ulusötesi şirketlerde 2010’da bir grev dalgası patlak verdi ve işçiler önemli ücret artışları kazandı. Ertesi yıl toplumsal mücadelelerin kaynağı göçmen işçilerdi. Büyük ayaklanmalar, aşırı sömürülen bu işçilerin öfkesini yansıtıyordu. Çin’in güneyindeki en önemli yer olan ve ihracatının kabaca üçte birini gerçekleştiren Guangdong, büyük ve şiddetli protestolarla sarsıldı. Üç gün süren ayaklanmaların ve sürekli sokak çatışmalarının yaşandığı Zengcheng gibi yerlerde de mücadeleler oldu. Yaklaşık 10.000 kişi karakollara saldırdı, polis araçlarını yaktı ve devirdi. Protestolarıu kontrol altına almak için 6.000 polis kullanıldı.
Son 30 yılda ekonomide yaşanan devasa büyümenin arkasında, hızlı şehirleşme ve kırsal bölgelerden gelen neredeyse sonsuz sayıda ucuz göçmen yatıyor. OECD, 2011 yılında fabrikalarda, inşaatlarda ve restoranlarda çalışmak için resmî ve gayrıresmî göç yoluyla 200 milyon kişinin kentlere geldiğini belirtiyor. Bunun yan etkilerinden biri de temel sosyal hizmetlere erişimden yoksun ve yapımına yardımcı oldukları şehirlerde hemen hemen hiçbir hakkı bulunmayan devasa bir insan grubunun ortaya çıkması oldu.
Tehlikeli hukou 1 yerleşim yeri modeli, şehirli ve kırsal kesimden gelen işçileri sadece coğrafî olarak değil, siyasî haklara erişim ve sağlık, eğitim, barınma ve sosyal güvenlik hakları açısından da birbirinden ayırıyor. Bu da, büyük şehirlerde ikamet izni olmadan yaşayan göçmen işçilerin yasadışı göçmenlerle aynı statüye sahip olmaları ve aynı suistimale ve sömürüye maruz kalmaları anlamına geliyor.
İşçilerin 2010 ve 2013 arasında gerçekleştirdikleri protestolar kısmen, en azından bazı bölgelerde, Çin’in düşük ücretlerden kaynaklı maliyet avantajını kaybetmesinin sonucunda gerçekleşti. Fabrika işçilerinin ücretlerinin 2010 ile 2013 arasında yüzde 50 civarında artmasıyla giyim eşyası, ayakkabı ve oyuncak gibi düşük maliyetli emek yoğunluklu sektörler, ülke içinde daha ucuz yerler aramaya başladı veya Bangladeş ve Kamboçya gibi daha küçük ve daha ucuz ülkelere taşındı.
Ülke çapında 2011-2013 yıllarında 1.171 grev ve protesto gerçekleştiği tahmin ediliyor. Bu grev ve protestoların çoğu, sanayi merkezi olan Guandong’da gerçekleşti ve temel talepler işsizlik parası, ödenmemiş ücretlerin ödenmesi ve ücret artışıydı. Fabrikaların dışında da grevler oldu. Aynı dönemde ulaşım işçileri 306, öğretmenler 69 grev ve protesto gerçekleştirdi. Ayrıca Guangzhou içinde ve çevresindeki hıfzısıha işçileri, yerel yönetimi, ücretleri ve koşulları iyileştirmek zorunda bırakan bir dizi grev yaptı. China Labour Bulletin’e göre, “İşçiler yoksul, sömürülen bireyler olma imajından kurtuluyor ve aktif, dinamik ve kendisi için eylem yapma yeteneğine sahip birleşik bir grup olarak ortaya çıkıyorlar.”
Çin, küresel ekonominin performansı açısından hayatî bir öneme sahip. Bir durgunluk, Çin’e yapılan ihracatı etkileyebilir. Bu da Almanya gibi Çin’e sanayi üretimi için gerekli makine takım tezgâhlarını satan ve Avustralya gibi Çin’in büyüme makinesini besleyen hammaddeleri ona sağlayan ülkeleri etkileyebilir. Çin’den ihraç edilen malların fiyatları düşüyor ve eğer bu eğilim devam ederse, beraberindeki diğer tehlikelerle birlikte, Euro bölgesindeki deflasyonu da artırabilir. Bu arada, Çin işçi sınıfının giderek artan kendine güveni ve sık sık ortaya çıkan öfke patlamaları Çin egemen sınıfını zor durumda bırakmaya devam ediyor.
1 Hukou sistemi: Çin’de kişilerin belli istisnalar dışında aile kütüğünün bulunduğu bölgede yaşamaları esastır; bu sistem hukou adı verilen aile kimlik kitapçıkları üzerinden yürütülür. Hukou sistemine kayıtlı olmamak, sağlık, eğitim ve konut gibi devletin sağladığı sosyal hizmetlerden yoksun kalmak demek. Kırsal bölgelerde yaşadıkları yerleri terkedip şehirlere çalışmaya gelen ve bu sisteme kayıtlı olmayan göçmen emekçiler, örneğin fabrikaların sağladığı kötü koşullardaki koğuşlarda kala, sağlık ve eğitim hizmetlerinden yoksun olmaya ve daha düşük ücretlerle yaşamaya itiliyor. Emekçiler, kentlerde hukou sistemine kayıt olabilmek için karaborsada yıllık gelirlerine eşit miktarlarda paralar ödemek zorunda kalıyor. (Ç. N.)
Çeviren: Arife Köse